İdealize edilen çekiciliğe ulaşmanın gerilimleri: Erik Mark Sandberg
Erik Mark Sandberg, Los Angeles’lı bir sanatçı. Kendine has, tekrar eden sembolizmiyle oluşturduğu büyüleyici resimleri hem çok göz alıyor hem de çok rahatsız ediyor. Sanatçının ilk bakışta eğlenceli, özünde tedirgin portreleri bir o kadar olgun görünmesine rağmen, sanki bir şeyler o kadar yanlış ki. Tekrar tekrar bakmak, her defasında daha dikkatli bakmak gerekiyor. Erik Mark Sandberg ile sanatının asıl meselesi, evrimi ve yaratım sürecini konuştuk.
İşlerinde tekrar eden bir portre deforme ediş şekli görüyoruz. Burada baskın tema günümüzün tahrip edici tüketici kültür alışkanlıklarıyla ilgili ve yüksek ihtimalle kültürel olarak şekillendirilmiş güzellik standartlarına da dokunuyor, ki zaten bu ikisi birbirine bağlı. Bizle bu bağlamın en temelinde neyi gördüğünü paylaşabilir misin?
Tabii, ben bir sergi sanatçısıyım ve işlerim en geniş anlamda varoluş, gerçeklik ve bunların zaman ve tüketim odaklı popüler kültürle içsel bağlantıları.
Erik Mark Sandberg neden bu işi yapıyor?
Bu işi yapmamın sebebi bu mesaj aktarımını hızlandırmak istemem, böylece işin kültürel tarafı da tartışmaya açılabilir. Bu işin süreci, elimizdeki verilere göre, diğer medya tüketim şekillerinden farklı. Görselliğin bazı yapılandırmaları ya da estetiği bu tüketici şekillerden referans alıyor, ama tabii öyleyken bile en nihayetinde sergi olmanın cansızlığına ve bağlam sınırlarına indirgeniyor. Televizyonda 20 dakika boyunca herhangi bir şey izleyebilirim; ben daha çok sanatın hızının nasıl farklı olduğuyla ilgileniyorum.
Portrelerini bu şekillerde tasvir etmek için ilham nereden geliyor?
İlhamın büyük kısmı değersiz, gerçek bile olmayan objelere yüklenen kültürel anlamın saçmalığından ve bu bakış açısının vücudumuzda, akıllarda ve doğada açtığı açgözlülük yaralarından geliyor. Hem fast food pazarlama taktiklerine, hem de genç modasının aşırı cinselleştirilmiş pazarlama taktiklerine tekrar tekrar ve eşzamanlı olarak kanan bir kadının içindeki gerilimler beni büyülüyor.
Bu konsept nasıl geliştirildi?
Konsept daha önceki “The Equlibrium of Glamour” (Cazibenin Dengesi) isimli bir işten evrildi. O işte de tüm metaforik ve mecazi anlatılar dış alanlarda şekillendirilmişti. Portreye geçiş, hem durumu içselleştirmek hem de psikolojik etkilerine dikkat çekmek içindi. Günümüzün idealize edilen o ulaşılamaz ve gerçeküstü “çekicilik” ya da “kaslı olmak” anlayışına yetişmeye çalışan kişiler…
Peki seri belirli evrelerden geçti mi?
İşin doğasında dijital ve analog dünyalar arasındaki gerginlik var zaten. Yaratıcı ve evrimci ideallerin işin cismine uyması gerilimi de söz konusu. Portreler benim için doğal olarak resim formunda başladı, sonra heykele evrildi ve şimdi fotoğraf ve film aşamasında. Video portreler, hem görsel dilin şeklinin değişmesine hem de medyadaki yeni durumlara referans verebilmeme yaradı.
Bu tüylü portrelerin bakışları zaman zaman hüzünlü. Vücudun ve suratın tüylerle kaplı olmasının sebebi ne? Bu tarz, neden özellikle tüylerle tanınabilir hâle geldi?
Ben hayatta bir hüzün mevsimi olduğuna inanıyorum. Özellikle insanın yetişkinliğe geçmekle boğuştuğu dönemde hüzün çok doğal. Çünkü o evrede genellikle bu büyük geçişten etkilenmemeyi sağlayacak beceri ya da tecrübe olmuyor. Tüy de bu etkileri ifade etmek için metaforik bir araç benim için. Bir kişinin yarattığı online bir karakterin sembolü bile olabilir. Tüylü portreler zaman zaman psikolojik Darwinizm’in tersten okumaları olarak da algılanabilir. Yüzlerdeki ne idüğü belirsiz kısımlar da, kitle kültürünce içimize işlenmiş güvensizliklerin insanda ne kadar derin yerlere ulaşabileceğinin görsel birer ifadesi gibi.
Bazı portreleri vesikalık fotoğraf gibi betimlemek ne anlama geliyor?
Bu portrelerin işlevsel kompozisyonundaki fikir aslında herkesin okul yıllığındaki, ehliyetindeki ya da sabıka kaydındaki fotoğraflardan geliyor. Toplumsal düzenin dayattığı bu basmakalıp yapı, kişilerin uyuşturularak hapsedilmiş olduğu dünyaları daha da pekiştiriyor.
Peki sen kendi çocukluğun ve içinde büyüdüğün çevreyi bu portrelerle nasıl ilişkilendiriyorsun?
Ben tam anlamıyla orta sınıf bir banliyö kasabasında büyüdüm. Oradaki alışveriş merkezleri ve okul yıllığı fotoğrafları gerçekten de birinin yıllar içinde değişimini görmek için kullanılan referanslardı. Giydiğiniz kazak ne kadar güzel olursa olsun, içinde bulunduğunuz kültürün birey üzerindeki etkilerine gelince, psikolojik etki her zaman daha derin oluyor.
Heykel bu bağlamda kullandığın başka bir araç. Mesajını aktarmada heykelin işlevi nasıl oluyor?
Bence heykeller işin tekinsiz yönünü arttırıyor, karşı tarafta da daha içgüdüsel bir tepki uyandırıyor. O da üçboyutlu olup, daha gerçek görünmesiyle alakalı.
Soyut işlerin için süreç nasıl işliyor? O işler senin için formla denemeler gibi mi, yoksa daha fazlası da mı var?
Alışveriş merkezlerinde yürürken çektiğim fotoğraflardan çıkarttığım desenleri de kullandığım bu soyut işler, özünde reklamların göz kamaştıran görselliğinin bir incelemesi gibiydi. Ama o seri de zamanla evrildi ve dijital kültürün antika kalıntıları hâline geldi. Ben bu ekran görüntüsü teknolojisi ve o bilgi paylaşımının nasıl süslendiği gerçeğinden de çok etkileniyorum mesela. Bu resimlerin tarihteki kapitone desen sanatıyla da bir bağı var. O desen resimleri de birtakım endüstriyel malzemelerle kaplanıyor. Biz onlara koruyucu bir bariyer arkasından bakıyoruz. Tıpkı ekranın arkasından bakmak gibi.
Soyut resimlerindeki baş döndürücü parlak ve neon renk seçimlerinden bahsedebilir misin biraz?
Aslında o açık renk paleti, ikinci el araba satıcıları ve halı dükkânlarının tabela tercihinde kullandığı renklerden geliyor. “Kapatıyoruz!” yazılı indirimi levhaları, görsel olarak ta sokağın karşısından beni taciz ederdi. O renk paleti, 80’lerde teknolojik geleceği müjdeleyen işlerde çok yaygın kullanıldı.
Genel olarak farklı işler için kullanacağın malzemeler ve renkleri nasıl seçiyorsun?
İlk gelen fikir içgüdüsel oluyor. Sonrasında o sezgileri yıkmaya ve kavramsal olarak daha iyi bir uygulama şekli bulmaya çalışıyorum. İşi yürütebilmek için, fikrimi sarmallara sokmadan, onu daha iyi destekleyen yollar keşfetmeye çalışıyorum.
Günlük yaratıcı alışkanlıkların neler?
Baştaki evreler organik olarak gelişiyor, uygulama aşamasına geçince daha teknik planlar gerekiyor. Malzeme kullanımı, yardımcıların görevleri ve profesyonel üretim için gereken her unsur için bu gerekiyor. Sonlara doğru işe çok eşsizmiş gibi davranmayıp, işin içine biraz karışıklığın girmesine izin verip neler olacağını görmekten yanayım. Elişi kısmı da sürecin fikirsel yanlarından biri, onu da arada değiştirmeye çalışıyorum.
Bugünlerde nelerden ilham alıyorsun?
İlham zaman zaman ürkütücü şekilde romantik, metafizik bir olgu gibi. Son zamanlarda yaratıcı dürtülerimin arkasındaki nedenleri sorgulamaya başladım. Daha önceki işlerim, gözlem ve şahsi deneyimlerimin karışımı gibiydi. Şimdi o noktaya düşünce ve araştırmayla ulaşmaya çalışıyorum. Olaya bu açıdan yaklaşmak daha az bencilmiş gibi geliyor bana.
Sence bundan sonra bambaşka bir işe girişmeyi planlıyor musun?
Evet, aynı yerde takılı kalmamaya çalışıyorum. Projeler ortaya çıkmaya başladıkça, süreçte düşünülmesi gereken bir sürü lojistik faktör de ortaya çıkıyor. Teknoloji ve malzemeler sürekli değişiyor, bu da işin en temelinde değişikliklere yol açabiliyor. Ama bence fikirler ve uygulamanın birleşiminde ortaya çıkan değişiklikleri izlemek heyecan verici.
Bir sanatçı olarak keşfetmeyi planladığın bir fikir ya da konsept var mı?
Şu sıralar, “bir şey”in ne olduğuna dair ve zamana dair gerilimleri keşfetmeye çalışmakla meşgulüm.
Bant Mag. No:38 (Şubat 2015)