Esin Aydıngöz ile hangi film?

Hollywood’da son dönemin dikkat çeken bestecilerinden olan Esin Aydıngöz, Netflix’in fenomen dizisi Wednesday için “Paint It Black” şarkısına yaptığı düzenlemeyle En İyi Aranjman kategorisinde Grammy’ye aday gösterilmişti. Jason Momoa başrollü Apple TV+ dizisi See’nin künyesinde bulunan, aynı zamanda Pixar filmi Coco için yapılan Kuzey Amerika turnesinde orkestra şefi olarak görev alan Esin Aydıngöz; bir dönem Berklee College of Music’in Film Müziği departmanında bölüm başkan yardımcılığı da yapmıştı.

Hangi film? köşemizin konuğu Esin Aydıngöz yanıtlıyor: Hep daha iyi hissederek ayrılırım dediğin film? Zaman geçtikçe sendeki yerini sağlamlaştıran bir film? Herkese izletmek istediğin film? 


Çocukluğundan yadigar kalmış bir film?

Toy Story (1995) – Toy Story’ye bayılırdım! Hatta doğum günü partilerimden birinde arkadaşlarımla beraber onu izlemiştik. Hani filmde Andy bütün oyuncaklarının ayaklarının altına Andy yazıyor ya, ben de tükenmez kalem ile ayağımın altına annemin ve babamin adını yazardım küçükken 🙂

Amadeus (1984) – Bana müziği sevdiren filmlerden biri. Mozart’ın kahkahası hâlâ kulaklarımda. Belki de bilinçaltımda bana büyüdüğümde severek ve eğlenerek yapacağım bir işim olması gerektiğini öğreten ilk film.

La leggenda del pianista sull’oceano / The Legend of 1900 (1998) – Bu film gerçekten inanılmaz. Piyano düellosu sahneleri ve okyanusun en dalgalı gecesinde piyanonun tekerleklerini özgür bırakıp da piyano ile resmen vals yaparak çaldıkları sahne en en en sevdiğim film sahneleri arasında! Kesinlikle izlemeniz lazım!

G.O.R.A. (2004) – Sucuk ağaçsız, Komutan Logarsız ve Arifsiz bir çocukluk düşünemiyorum. Teşekkürler Cem Yılmaz!


Sinemada izlediğin ilk film? 

Pocahontas (1995) – Gerçek ilk, bu! Söylentilere göre çok korkmuşum, ağlayıp durmuşum ve ikinci yarıda çıkmamız gerekmiş. Sanırım büyük aşklar gerçekten nefretle başlıyor çünkü kendimi bildim bileli izlemekten en çok keyif aldığım filmler hep Disney animasyonları aslında 🙂

Stuart Little (1999) – Sinemada izlediğimi hatırladığım ilk film. Birinci sınıftaydım, en yakın arkadaşım Buse ile gitmiştik. Filme de arkadaşla sinemaya gitme konseptine de bayılmıştım. İkimizin bir “signature” sarılma pozu vardır bütün fotoğraflarımızda yaptığımız – sanırım o pozu, bu filmin posterinin önünde poz verirken icat etmiştik! Benim için yeri çok ayrı.


Hep daha iyi hissederek ayrılırım dediğin film?

The Holiday (2006) – Tam bir “feel good” romantik komedi filmi. Hem de Jack Black bir film müziği bestecisini oynuyor. Daha ne olsun!

Beauty and the Beast (2017) – Mutlu sonları, müzikalleri ve Disney sihrini sevenler için ideal. Anne çaydanlık ve yavrusu olan çay fincanı, dünyanın en tatlı ikilisi olabilir. Babasını kurtarmaya çalışan cesur prenses konsepti de harika.

School of Rock (2003) – “Bir gün bir rock grubum olsun.” hayalimi ateşleyen film.


Kahramanı olmak isteyeceğin film?

Harry Potter and the Philosopher’s Stone’dan (2001) Hermione Granger – Harry Potter’ın dünyasında olmayı gerçekten çok isterdim. 30 yaşıma geldim, hâlâ muggle olduğum gerçeği ile barışmaya çalışıyorum. Baş karakterler ve oyuncu ekibi aşağı yukarı benim yaşlarımda. Hem filmdeki arkadaşlıklarına hem de gerçek hayatta oyunculuğu bu kadar ikonik ve büyülü bir film üzerinden öğrendikleri için onlara çok imrenirdim. En çok ilk filmi seviyorum ama oynamak açısından ilk film mi yoksa dördüncü film mi, biraz da kararsızım. Harry Potter and the Goblet of Fire (2005)’daki baloda Hermione olmak da güzel olurdu!

Mamma Mia!’dan (2008) Sophie – Sesim daha güzel olsaydı net müzikal tiyatro oyuncusu olmak isterdim. ABBA şarkılarına bayıldığım ve Meryl Streep ile beraber çalışmak en büyük hayallerimden biri olduğu için Sophie olmayı çok isterdim. Bir de tabii Yunan adalarının güzelliği – rüya gibi bir set olmalı.

Raise Your Voice’dan (2004) Terri – Acaba Berklee’ye kabul edilir miyim, edilmez miyim diye kendimi yiyip bitirdiğim lise yıllarımın vazgeçilmez filmi.


Kitap gibi bir film?

Close (2022)
The Notebook (2004)


Mısır patlattıran bir film?

The Illusionist (2006)
Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004)
Green Book (2018)
Titanic (1997)
Moulin Rouge! (2001)
Finding Neverland (2004)


Zaman geçtikçe sendeki yerini sağlamlaştıran bir film? 

La La Land (2016) – Los Angeles’a taşındım ve o hayatı trafiğiyle, hayalleriyle ve hayal kırıklıklarıyla deneyimlemeye başladım. Yeni hayatımla birleşince film daha da şiirsel bir boyut kazandı.

Coco (2017) – En sevdiğim filmlerden biriydi zaten. Aile ve müzik hayattaki en güzel iki şey, bu film de hayattaki en güzel iki şeyle ilgili. Bir de beni orkestra şefi yapan film olup da iki ay boyunca onunla bütün Amerika’yı gezince en vazgeçilmezim oldu bu film.


Yalnız izlenmeli dediğin bir film? 

tick, tick…BOOM! (2021) – Pandemide yalnız -ve iyi ki de yalnız- izlediğim bir film. Hem bir besteciyi anlattığı ve filmin içinde kendimden çok fazla parça bulduğum için bana çok dokundu, hem de şarkılarına ve filmin artistik dünyasına âşık oldum. İzlerken en çok ağladığım filmlerden biri galiba. Tutkularıyla yaşayan herkes için ruhsal bir yolculuk.


Mekânlarıyla aklına kazınan bir film? 

Lost (2004 – 2010) – Kopya çekip bir dizi ile cevap veriyorum. Mekânsal olarak orada olmak isterdim ama onların yaşadığı koşullarda orada olmak istemezdim. Çekimler Hawaii’de yapılmış, dolayısıyla doğal güzellikleriyle baş döndüren bir dizi ama öte yandan ufacık adada habire yeni yerler keşfedilmesi ve hepsinin merak uyandırması açısından da oldukça ilginç. Bir de flashbackler ve flashforwardlar sayesinde birçok ada dışı mekân ve ülke de kullanılmış. Zamansal ve mekânsal olarak oldukça zengin bir dizi.


Herkese izletmek istediğin film?

Soul (2020) – Bu film, izlediğim en derin filmlerden biri. Aynı 24 saat içerisinde iki kere izlediğim ilk ve tek film. İnsanlara onlara hayatı sevdiren ve hayatı anlamlı kıldıran şey ile kendilerini kaybetmelerine sebebiyet veren şeyin aynı olması fikri beni günlerce düşündürmüştü. 4-5 yaşındaki bir çocuk Soul’u izleyip ne anlıyor hiçbir fikrim yok ama her yetişkinin izlemesi gereken bir film.

Inside Out (2015) – Duygularımızı karakter yapma fikri o kadar güzel bir konsept ki şu an Inside Out 2’nun çıkmasına resmen gün sayıyorum.