Dünyanın hayaletleri ve Julio Torres mizahı

Yazı: Sezen Sayınalp

Vladimir: Kesin olan şu ki zaman olduğundan uzun geçer, türlü türlü şeyler yaşamak zorunda oluruz. İlk bakışta mantıklı görünen ama zamanla monotonlaşan oyunlar yaparız.
Böylece kendimizi ve aklımızı koruruz. Zaten aklımız koyu gecelerin karanlıklarında dolaşmaz mı hep? Bazen kendime bunu soruyorum. Beni anlayabiliyor musun sen?”1

Godot’yu Beklerken


Julio Torres, 1987 yılında El Salvador’da doğmuş yazar, oyuncu ve yönetmen. Ve sürekli monotonlaşan hayatın monotonlaşan oyunlarına karşı oyun kuruyor. Mizahıyla, kelimeleriyle ve hayal gücüyle kuruyor bu oyunları. Baktığı şeylerle konuşuyor ve onları dinliyor. Dinlenmeyeni, göz ardı edileni, gözden kaçanı dikkatinden kaçırmıyor. Oralarda bir yerlerde ona ve dünyaya seslenen bir şeyler var ve Julio, bazen bir harfin bazen bir nesnenin bazen bir rengin peşinde onlara atananların dışında, onların hissettirdiklerinin anlamına doğru yol alıyor. Pür dikkat o nesnenin, harfin ya da rengin dediklerine odaklanıyor. Anlam kavramı, insanların algı dünyalarında değişmeyen gösterenin, her biricik zihindeki göstergelerini sınırlamıyorken; “atanan anlam” gibi -göstergeyi sınırlandırdığını düşündüğüm- bir tamlamayı özellikle kullanmak istedim. O yüzden atanan anlam, ikili düzenin bir hayli heteronormatif kalan yanı diyebilirim. Julio Torres ise yazdıklarında ve gösterdiklerinde dünyada karşılaştığımız nesnelerin, mekânların ve durumların türlü özelliklerini kuir anlatının sınırlamayan ve ikili sistemin dışından, alternatif anlatı yollarıyla seslenebilen özellikleriyle bizimle paylaşıyor. Julio’nun mizah diline kattığı en önemli ve etkili yanlardan biri bu.

Julio Torres, skeç yazarı olarak kadrosunda bulunduğu SNL’de (Saturday Night Live), programın içinde daha önce çok fazla aşina olmadığımız yapıdaki skeçleriyle dikkat çekmeye başlamıştı. Avatar filminin fontunu kendine dert edinen adamın dramından (“Papyrus”), bir lavabonun iç dünyasını anlatışına (“The Sink”) ya da bir reklam çekiminde birkaç saniye görülecek karakterini üç boyutlandırmaya can atan bir oyuncunun yaşadıklarına (“The Actress”) kadar her şey ve her his onun mizahının alanına giriyor ve daha önce düşünülmeyen detayların mizahla düşünülmesine yol açıyordu. Tam da bu yüzden tespit komedisinden ayrışan bir yanı vardı Julio Torres’in mizahının. Evet ortada bir durum tespiti vardı ama daha önce düşünülmemiş bir taraftan bakıp daha önce söylenmemiş bir şekilde yapıyordu bunu; bir lavaboyu konuşturmak ya da font seçimi sebebiyle akıl sağlığından olan bir adama odaklanmak gibi. 

Los Espookys

Adını geniş kitlelere duyuran SNL’in arkasından Fred Armisen ve Ana Fabrega’yla tasarladığı, yazarlığını yaptığı ve oynadığı televizyon dizisi Los Espookys’le de HBO’daki çıkışını yaptı Torres. Bu dizi onun televizyon kariyerinde yapabileceklerini ve hayal gücünün sınırsızlığını gösterdi. Los Espookys, korku türüne hayran bir grup arkadaşın gerçek ve hayal ayrımında hayali dünyalar oluşturmasını merkeze alan ve bu hayalin içine kendi yaşantılarını da koyan bir yapı ortaya sunuyordu. Tür ile hayali birbirine kavuşturup ortaya çıkabilecek yeni dünyaların peşine düşüyordu dizi. Los Espookys’nin ardından yeni dünyalardan yeni anlamlara bakma yolunda ise Julio Torres yepyeni bir komedi gösterisi deneyecekti: My Favourite Shapes.

George Lakoff ve Mark Johnson, Metaforlar’da şundan bahseder:

“Bir kavramın metaforik yapıya kavuşması, sözün gelişi tartışmalar için YOLCULUK metaforu, bize bir kavramın bir boyutunu ele alma imkânı verir. Bu sebeple bir metafor amacı karşılandığında, yani kavramın bir boyutunu anlaşılır kıldığında işler. İki metafor başarılı biçimde iki amacı karşıladığında, o vakit amaçlardaki örtüşmeler metaforlardaki örtüşmelere tekabül eder. Bu tür örtüşmelerin ortak metaforik gereklilikler ve onların tesis ettiği çapraz metaforik mütekabiliyetlere göre karakterize edilebileceği iddiasindayım.2

Bu noktada da kavramın boyutlarının içerik, güç, doğrudanlık gibi başlıklarda anlaşılması meselesini tartışıyorlar. 

Peki My Favourite Shapes’in bununla bağlantısı ne? Julio Torres, bu gösterisinde birçok farklı nesneyi o nesnelerin içinde bulunduğu koşullarla birlikte bir hikâyenin parçası yaparak nesnenin varoluş şekline odaklanmamızı sağlıyor. Mizah kısmı hikâyelerde ve bu hikâyelerle karaktere kavuşan nesnelere bakışımızın değişmesinde saklı. Mesela, plastik bir dikdörtgeni eline alıp “Size göstermek istediğim bu dikdörtgen…” dedikten sonra -ki bu zaten bizim de şahit olduğumuz bir gerçeklik- dikdörtgenin bir kenarından parmağını çekiyor ve şeklin o yanının kırılmış olduğunu fark ediyoruz. Fark ettiğimiz anda da ekliyor: “… gerçekten kötü bir gün geçiriyor.” Bu noktada kötü bir günü bir kenarı kırılmış dikdörtgenle metaforlaştıran Julio, hem dikdörtgeni bir hikâye içine taşıyor hem de onun varlığını karaktere büründürüyor. Bunu sadece bu gösterisinde de yapmıyor hatta. Aktif bir şekilde kullandığı Instagram hesabında harflerin, elementlerin, renklerin taklidini yapıp onların modlarını fotoğraflarıyla ya da birkaç saniyelik videolarla gösteriyor; neşeli bir Y, kuşkucu bir N ya da heyecanlı bir sarı gibi. 

Tam bu noktada da Sara Ahmed’in Mutluluk Vaadindeki şu cümleleri aklıma geliyor:

“Bir şeylerden etkileniriz. Etkilenirken bir şeyler yaparız. Bir nesne kendi konumunu (nesne burada, yani şu ya da bu duyguyu deneyimlediğim yerde olabilir) veya görülüşünün zamanlaması (nesne şimdi, yani şu ya da bu duyguyu deneyimlediğim zamanda olabilir) yüzünden tesirli olabilir. Bir nesneyi tesir edici veya heyecanlandırıcı olarak deneyimlemek, hem nesneye hem o nesnenin çevresindekilere yönelmektir, buna nesnenin arkasındakiler ve o ortama geliş şartları da dahildir.”3

Julio Torres, nesneleri bir bağlama oturturken aynı zamanda kendi konumunu ve zamanını da o hikâyeleştirme deneyiminin bir parçası yapıyor. Karşılaştığı biri, içinde bulunduğu bir mekân, uğraştığı bir sorun, yaşadığı bir duygu Julio’nun o nesneyi nasıl algıladığının da ipuçlarını veriyor bize.

Problemista

Yazdığı ve oynadığı yapımlarda ve sosyal medyada artık iyiden iyiye görünürlük kazanan Julio Torres, sinemada da yeteneğini göstermeye başladı bu arada. Oyunculuk yaptığı filmler dışında yönettiği, senaryosunu yazdığı ve oynadığı ilk film Problemista 2023’te izleyiciyle buluştu. Kendisi gibi El Salvadorlu Alejandro’nun New York’taki hikâyesini anlatan bu film, bir oyuncak tasarımcısının göçmenlere karşı türlü zorluklar içeren sistemde hayatta kalmak için verdiği çabayı konu ediniyor. Çalışma vizesi için iş bulmak zorunda bu süreçte sanatçı asistanı olarak yanında iş bulduğu Elizabeth (Tilda Swinton) ile macerası yine Julio’nun önceki işlerinden aşina olduğumuz mizahıyla buluşuyor. Varlıklarını ileriki zamanların gerçekliklerine saklamak için bedenlerini donduran insanlar, kapitalist sistemin acımasızlığı etrafında varoluşlarını unutmuş çağrı merkezi çalışanları, kayıp tablolar Problemista’nın diğer karakterleri. 

Julio Torres’in hikâyeleri tam anlamıyla kafkaesk yapıda karşımıza çıkıyor diyebilirim gönül rahatlığıyla. Bürokrasinin çıkmazlarının deneyimlendiği, anlamsızlığın hüküm sürdüğü, sistemin saçma sonuçlarının saçma tekrarlarla sürekli önümüze geldiği, anlamı yitirdiğimiz korkutucu bir dünya bu. Bu dünyanın içinde bıkmadan anlamı ya da anlam kavramını arayan biri Torres. Belki olmayan bir cevabın peşinde, belki o mantıksızlığı bir noktada kırabilmenin inancında. Ama mücadele de buradan geliyor zaten. Julio Torres’in göçmen ve kuir kimliği, onu mücadelenin tam ortasında tutuyor. Bu sinir bozucu ve tehditlerle dolu dünyanın içinde, herkesin bildiği sanılanları bambaşka bağlamlarla yeniden ele alıp, bambaşka hikâyeler kurarak sınırları genişletiyor ve o kapalı kapıların ardına geçiyor.  

İllüstrasyon: Sezen Sayınalp

Gelelim Fantasmas’a. Fantasmas, Julio’nun bir süredir beklenen mini dizisiydi. Los Espookys gibi HBO’da (Türkiye hakları ise BluTV’de) yayımlanacak bu diziyle ilgili haberler ilk olarak Little Films adıyla verilmişti. Daha sonra ismi Fantasmas olarak değişen dizi geçtiğimiz haziran ayında haftalık bölümler hâlinde izleyicilerle buluştu. Fantasmas için bir Julio Torres külliyatı diyebilirim. Çünkü yazının bu noktasına kadar anlattığım tüm Julio Torres yapımlarından bir parça taşıyor ve hepsinin toplamını sunuyor bu dizi. Kafkaesk bir New York’ta geçen hikâyede Julio’nun maceralarını izliyoruz bu sefer. Başrolde kendi adıyla kendisi yer alıyor. Menajeri Vanesja’nın (Martine Gutierrez) yol göstericiliğiyle şehirde tutunmaya çalışan Julio, bir taraftan şehrin onu yutmaması için çabalarken bir taraftan kaybettiği istiridye küpesi vesilesiyle fark ettiği büyümüş beninin (o büyüdüğünü düşünüyor) bir sağlık sorunu olabileceği endişesini taşıyor. 

“Aklı başından gitti. Ne yapacağını bilemiyordu; bakmaktan, benin büyüdüğünü görmekten öte bir şey gelmiyordu elinden.”4 (Fantasmas’da konu ne zaman benlerden açılsa aklıma Bilge Karasu’nun Usta Beni Öldürsen E!’si geliyor. Ve eminim Julio bu hikâyeyi okusa çok sever.) Onun biyopsi talebine göçmen kimliği sebebiyle cevap vermeyen sistem içinde kendini istemediği durumların ortasında bulurken, biz de bir taraftan o konumlarda yer alan / almış, benzer deneyimlerin içinde olan karakterlerin hikâyelerinin ya da o esnada rastgele karşımıza çıkan başka yan hikâyelerin içine dalıyoruz. Film içinde film gibi bir yapıya sahip Fantasmas (ilk adının neden Little Films olarak belirlendiğini buna bağlıyorum). Bu kafkaesk şehir bir taraftan da Julio Torres’in Kaufmanvari dünyasını oluşturuyor. Karanlık bir stüdyo gibi görünen, sadece aksiyonun geçtiği bölgenin ışıklandırıldığı sahnelerin olduğu yapay bir şehir dekoru karşılıyor bizi dizide. Gerçekliğin kâbus gibi üzerimize geldiği bir dekor izlenimi de veriyor bu yapı. Bu komedi dizisi bir komedide sıklıkla karşılaşamayacağımız zıtlıkları kullanıyor. Julio’nun bazen biz izleyicilere içinde bulunduğu durumu ya da karakterleri anlatırken bunu sessiz film dönemindeki gibi ara başlıklarla yapması da bir hayal perdesi olan sinemanın gerçeğin ve gerçekliğin ne olduğu muğlaklaşmış bu dünyada bir perdenin ardından hayata bakıyormuşuz gibi hissettiğimiz bizlere işareti gibi düşünüyorum. Daniel Frampton’ın Filmozofi’de bahsettiği gibi:

“Sinemanın ‘yeni bilincini’ tanımlamaya çalışmaktansa filmin insan bilincini nasıl ‘açığa vurduğunu’ anlamaya daha fazla ilgi göstermesi Sobchack’in yaklşamının en canalıcı noktasıdır. Sobchack’e göre film insan öznelliği hakkında düşünür -kendi yönelimlerini gerçekleştirmek için özellikle insanı insanın cisimleşmiş varoluş biçimlerini (görme, işitme, hareket) kullanır. Aynı zamanda, dolaysız deneyim yapılarını kullanır ve kendisini nesnelerle karakterlere göre konumlandırır. Böylece öznel bir uzamsal-zamansallık sayesinde film biçimlerinin anıları ve ruh hallerini sunması mümkün hale gelir.”5                 

Fantasmas’ın dünyası bugüne kadar Julio Torres’in üslubuna dair her şeyi kapsıyor. Bu yüzden onun külliyatı gibi görüyorum diziyi. Hem SNL’de yazdığı skeçlerde rastladığımız “Peki bir de bu şekilde baksak?” hâli hem gerçek/hayal ayrımında yeni bir gerçeklik algısı yaratması hem göçmenlik meselelerine dair yaşadığı deneyimleri mizahıyla birleştirerek ortaya ona özgü bir kara komedi çıkarması hem de bugüne kadar sosyal medyada ortaya koyduğu mizahi içerikleri her bölüm farklı bağlamlarda yeniden ele alması, Julio’nun şimdiye ürettiği her şeyi bir arada görebilmemize de olanak yaratıyor. Fantasmas’ın güçlü yanlarından biri de tüm bunları bir araya getirirken esas meseleyi dağıtacak bir çorbaya dönüştürmemesi. Her bölüm farklı yan hikâyelerle “Amerikan Rüyası”na eleştirisini yöneltirken, aynı zamanda bir göçmenin kapitalizmle çerçevelenmiş eğlence sektöründeki mücadelesini de görünür kılıyor. Bir bölüm Amerika’nın mutlu aile komedilerindeki illüzyonu görüyoruz, bir bölümde ise süper kahraman rolüyle sınırlanmış bir oyuncunun hayallerinden uzak kalışına şahit oluyoruz. Bu sırada Julio’nun biyopsi yaptırabilmek için “istisna” olmak adına bu sistemin buyurduklarını yerine getirmeye zorlandığını izliyoruz. Kredi kartı reklamlarından, hızlı tüketilen içeriklere kadar herkes ve her şey bu karanlık dünyada sahnenin görünmez ve karanlık köşesinde kalma tehdidi altında gibiler. Dizinin sanat ve görüntü yönetimi, Fantasmas’ın dünyasını kurarken bunun altını çizmişler bu yüzden. Şehir hareketinin ekrandan yansıdığı karanlık sokaklar, evlerin bir stüdyo ortamı hissi veren iç mekânları, yapay ışıklarla aydınlatılmış gündelik hayat… Bir illüzyonun ya da bir simülasyonun içinde gibiyiz. Derdimizi anlatacak farklı emojiler arıyoruz ve bu emojilerin neler olabileceğini de yine Julio bize söylüyor. Bu karanlık dünyanın komedisi de burada saklı. Tüm bu kafkaesk dünyanın ortasında, tüm saçmalıkların arasında Julio Torres’in bakış açısı henüz fark etmediğimiz bir detayın trajikomik yanını sunuyor.

Fantasmas

Perdede gördüğümüz ve özdeşleştiğimiz karakterlerin dünyası aynı zamanda bizim de içinde bulunduğumuz ve mücadele alanımız olan dünya. Julio’nun dünyası gibi. Bu bakımdan Julio Torres’in filmlerle kurduğu bağ hem hikâye anlatıcısı olarak tamamlanıyor hem de her birimizin kendi filmlerimiz içinde kendi oyunumuzu oynayan başroller olduğumuzu gösteriyor. Little Films’in bir anlamı da buradan geliyordur belki. Ya da bu küçük filmler içindeki Fantasmas’ızdır (hayaletler). İşlemeyen sağlık sistemlerinin, yapmak istemediğimiz ama yapmak zorunda kaldığımız işlerin, bizi değersiz hissettirmek için her şeyi yaparken değerli müşteriler olduğumuzu hipnotize eder gibi kulağımıza fısıldayan şirketlerin ortasında “şeffaf”ı favori rengi olarak seçip tüm renklerin anlamını baştan yazacak Julio’nun bu renk için bulduğu isim olan Fantasmas’ızdır belki biz de. 

Bu kendine has kara komedi dizisinde Julio Torres’e bugüne kadar bir şekilde onunla yolu kesişen birçok oyuncu eşlik ediyor. Bir anlamda konuk oyuncular cenneti gibi Fantasmas. Tomas Matos, Bowen Yang, Kate Berlant, Alexa Demie, Ziwe, Ana Fabrega, Emma Stone, hatta Julio’nun Instagram sayfasında ara ara onun hesabını yöneten şirinlere benzeyen küçük mavi Pirlinpinpina bu isimlerden bazıları. Bu yılın en dikkat çeken ve en konuşulası yapımlarından biri olduğunu yeniden belirtmeme gerek var mı, bilmiyorum ama her bölümünde Julio Torres’in mizahının ne denli zengin olduğunu ve bu anlatının farklı bir katmanını gördüğümüz Fantasmas’ın oldukça kıymetli bir yapım olduğunun altını yeniden çizmek istiyorum.

Yazıyı Julio’nun ilk bölümdeki cümleleriyle sonlandırayım o hâlde:

“Havayı, kokuyu veya hafızayı düşünün. Bunlar renk olmalı mı? Bir şeyi ‘şeffafa boyamak’ bazı şeylerin farklı olduğunu kabul etmektir ve bunda sorun yoktur. Bir şeyi şeffada boyamam bildiğimiz renklendirmeyi yeniden hayal etmektir.”


Kaynakça

1Beckett, S., (2021), Godot’yu Beklerken, (Beşinci Baskı), (P., Aziz, V., Serin S., Çev.), Kabalcı Yayıncılık, İstanbul.

2Lakoff, G., Johnson, M., (2022), Metaforlar, (Birinci Baskı), (G. Y., Demir, Çev.), Minotor Kitap, İstanbul.

3Ahmed, S., (2010), Mutluluk Vaadi, (D., Mayadağ, Çev.), Sel Yayıncılık, İstanbul

4Karasu, B. (1991), Göçmüş Kediler Bahçesi, Metis Yayınları, İstanbul.5Frampton, D. (2012), Filmozofi, (C., Soydemir, Çev.), Metis Yayınları, İstanbul.

5Frampton, D. (2012), Filmozofi, (C., Soydemir, Çev.), Metis Yayınları, İstanbul.