Glass Onion: A Knives Out Mystery üzerine

Yönetmeni Rian Johnson’ın bir önceki suç-gizem/dedektif hikâyesi Knives Out’un (2019) devam filmi Glass Onion: A Knives Out Mystery, hatırı sayılır bir bekleyişten sonra Netflix’teki yerini aldı. Önceki gibi önemli isimlerle döşenmiş filmin kadrosunda Güneyli dedektif Benoit Blanc tiplemesiyle yeniden karşımıza çıkan ex-Bond’umuz Daniel Craig’e Edward Norton, Janelle Monáe, Kate Hudson, Kathryn Hahn, Dave Bautista, Leslie Odom Jr., Jessica Henwick ve Madelyn Cline eşlik ediyor. 

Bu yazı, filme dair kimi sürprizbozanlar içerebilir.

Zaman dilimi ve mekân

2020’de, azıcık New York’ta ama çoğunlukla bir Yunan adasında geçiyor.

Konu nedir?

Milyarder Miles Bron, beş yakın arkadaşını malikanesi “The Glass Onion” (Cam Soğan)’a çağırır. Bu tatil için büyük çabayla hazırladığı katili bulma oyununda yalancıktan kendi cinayeti gerçekleşecektir ve katili bulan konuk oyunu kazanacaktır. Her biri Bron’a tüm sadakatiyle bağlı lakin onun gittikçe büyüyen taleplerinden ötürü ayrı ayrı zor durumdaki ekiple Glass Onion’a gelen Benoit Blanc ise eski dostların biraz keyfini kaçıracaktır. 

İzlemeden önce bilinmesi gerekenler

*Seri Blanc’ı merkezine alan bir antoloji formatında, bu yüzden illa ki Knives Out’ı izlemiş olmak gerekmiyor.

*Üçüncüsünün de çıkacağını net olarak bildiğimiz serinin hikâye haklarını Netflix iki yıl önce 450 milyon dolar gibi dev bir bütçeyle satın almıştı. Rian Johnson ve Craig’in bu anlaşmayla 100’e milyon dolar kazandığı biliniyor: ikili için -tıpkı yönetmenin evvelsice vurguladığı gibi- gelecek Benoit Blanc öykülerinin miktarında pek bir sınır olmayacağı kesin.

*Filmde birçok ünlü kişiliği kısa rollerde yakalamak mümkün. Çok bir sürpriz mahvetmeden sayabileceklerim arasında Ethan Hawke, Joseph Gordon-Levitt, Johnson’ın ocak yayına girecek dizi projesi Poker Faceten Natasha Lyonne, Yo Yo Ma, Kareem Abdul-Jabbar, Serena Williams ve aramızdan yeni ayrılmış isimler Angela Lansbury ve Stephen Sondheim var.

*Glass Onion filminin bestecisi Nathan Johnson aynı zamanda yönetmenin kuzeni ve bu onun orjinal bestesini yaptığı beşinci Rian Johnson filmi. Kendisi en son Del Toro’nun Nightmare Alley (2021) filmine müzik yapmıştı.

İlk intiba

Kesinlikle en az iki kere izlenmesi gerekiyor bence: nitekim filmin resmen tekrar tekrar izleneceği göz önünde bulundurulup yazıldığı da çok açık. Bunu gerektiren senaryonun karmaşıklığı değil, filmin ikinci izlemede dikkat çekip güldürebilecek ya da algı değişince çok daha komik gelecek bir sürü detay, önsezi ve callback ile dolu olması. İlk filme kıyasla öngörülebilir veya pek de şaşırtmayan tarafları var fakat açık ara çok daha komik bir metin.

Gerek dostların geçmişte müdavimi oldukları bar, gerek Bron’un şatafatlı sarayı, gerek bütün filmin metaforu olarak Glass Onion, komplike ve katmanlı gözüküp aslında hakkındaki her şeyin basit ve gün gibi ortada olduğu konseptini merkezine alan ve yineleyen bir yapım. Tüm olayın -ve Miles’ın- esasında ne kadar “salak” olduğuyla şok etmeyi hedeflemek yaratıcı geldi. Johnson’ın kariyerini doğrudan tanımlayan bu janr kapsamında beklenmedik ölçüde çetrefilsiz, bu yüzden de esprili ve orjinal bir seçim. Özellikle bir devam filmi için.

Knives Out’a tercihleri, tonu yönünden zıt; yöntem bakımından benzer yaklaşımda bir devam filmi fakat öncülünden kasıtlı olarak çok daha hafif. Yine de zamanında neyi sağladıysa tam olarak aynısını vadediyor: İlki gibi tür kapsamında ayrık bir yerde duran ama etkilerini ilerde whodunnit türünün başka örneklerinde göremeyeceğimiz kadar niş bir film ve Rian Johnson’ın 17 yıl içinde kendine sektörde oluşturduğu imajı korur nitelikte. Öncekine kıyasla az çok öngörülebilir kısımları olmadı değil. İlk dev plot twist’imizden sonra filmin gerçekliği nezdinde anlamını yitiren kimi diyalog ve sahneler de söz konusu. Fakat büyük resim düşünüldüğünde bunlar çok da göze batmıyor. Akışı süresinde ara ara plot twist’e doğru çok kör göze parmak biçimde ilerlediğimiz hissi ön planda oldu, en fazla.

Glass Onion’dan ilk filmden çok daha aşkın türden bir yenilik gerçekleştirmesini beklerken bunu aksine her şeyi çok daha basitleştirerek yapıyor. Filmin asıl twist’i biraz bu fikrin kendisi sanki. Yaratacağı etki tümüyle seyircinin filmi aslında olduğundan daha ciddiye alarak ve daha karmaşık şeyler bekleyerek izleyeceği güvencesi üzerinden kurgulanmış. Aynı durum filmin işlev gereği en tanımlayıcı faktörü ve pekâlâ bu yöntemin şahıs hâli Miles Bron ve ilham alındığı birçok bilindik kişilik için de geçerli. 

En çok hangi sahneye yükseldin? 

Helen’ın mâlikaneyi yerle bir ettiği sahne. Janelle Monáe’nin kendine özgü hareket dilinin de parladığı yarı caz dansımsı yarı fiziksel komedi bir performans gibiydi. Akla Audrey Hepburn’ün Funny Face’deki caz kulübü sahnesini getiriyor biraz. Hikâyedeki yeri gereği de epey tatmin edici bir sekans. 

En çok neyi sevdin?

Miles Bron’un jenerik anekdotlarını ve birbirinden gerzek laflarını. Edward Norton’ın şimdiye kadarki en eğlenceli rolü, aynı zamanda plot twist’ten sonra hepten gülünçleşen ve tutarlı biçimde dönüşen bir performansı olmuş. 

Ayrıca tüm işlevi kimi sahnelerden resmen geçmek olan stoner karakter Derol’a da ayrı koptuğumu söylemem lazım.

Karakterlere dair

Daniel Craig’in post-Bond döneminde kendini bütünüyle projeye adadığı çok açık. Bond rolü yavaş yavaş gündemden indikçe Craig, Benot rolüne daha mı oturur oldu sanki? Daha ikna edici ama öyküde önceden olduğundan daha baskın değil. Fakat karakter hakkında -ekrana geldiğinde çığlık attığım Hugh Grant’in de parçası olduğu- epey önemli sayılabilecek bir detay da öğrenmiş oluyoruz bu sefer. 

Bunları seven şunları da sever

Johnson’ın ilk filmi Brick’i (2005) şiddetle önermem lâzım. Eski kız arkadaşının ölümünü araştırırken kendi lisesindeki girift suç şebekesine dalıveren antisosyal bir öğrenciyi ve bu dünyayı süsleyen birbirinden acayip karakteri barındıran öykü, senaryosu ve yarattığı dünyayla türünün kültleşmiş örneklerinden. 

Formu dolduran: Zeynep Naz Günsal