Gülsün Karamustafa ile Arter’de sergilenen “Mistik Nakliye” üzerine

Arter’in yeni binasının açılış programında yer alan ve küratörlüğünü Emre Baykal ve Eda Berkmen’in üstlendiği karma sergi Saat Kaç?, 34 sanatçıdan 44 eseri bir araya getiriyor. 22 Mart’a kadar görülebilecek sergide Gülsün Karamustafa’nın 1992’den bu yana dünyanın dört bir yanını dolaşan Mistik Nakliye adlı çalışması da bulunuyor. İşlediği “göç” temasının yaklaşık otuz yılda güncelliğini yitirmemesi; tam tersine gezegenin en büyük gündem maddelerinden biri halini almasıyla yeni anlamlar ve mesajlarla yoğurulan Mistik Nakliye’yi Karamustafa’dan dinledik.

Röportaj: Cem Kayıran

Gülsün Karamustafa – Fotoğraf: Muhsin Akgün

Mistik Nakliye 1992 yılında hayata geçirilmiş bir proje olmasına rağmen bunca yıl sonra kendine edindiği dert ve odağına aldığı evrensel mesele hâlâ geçerliliğini koruyor. Bir sanatçı olarak, kendi eseriniz üzerinden yaşadığımız dünyaya bakınca üretme motivasyonunu nerelerde buluyorsunuz?

Mistik Nakliye 1992 yılında köyden kente göç sonucu büyük bir hızla 15 milyon kişinin yaşadığı bir Megalopol’e dönen İstanbul’da hayata katıldı. Bu tarihlerde sadece İstanbul değil Mexico City veya Kahire gibi dünyanın birçok şehri aynı kaderi paylaşıyordu. Bunun yanında yoksulluklar ve savaşlar yüzünden insan toplulukları devamlı hareket halindeydi. İç göçler ve uluslararası nomadizmle ilgili bu iş üretildikten ve ilk kez 3’üncü Uluslararası İstanbul Bienali’nde sergilendikten hemen sonra kaderinin kendisine çizdiği yola çıktı ve kendine has garip bir rota çizdi. Önce yolu Avrupa’ya düştü. Münih, Cenevre ve Paris’te sergilendi ve sonra Kuzey Amerika’ya Minneapolis Walker Art Center’a yollandı. Houston’u da dolaştıktan sonra Mexico City durağı oldu. Daha sonra Avrupa’ya döndü; Milano’da ve tekrar Almanya Wiesbaden’de gösterildi. Orada kendisine bir sahip buldu ve Neues Museum Nurnberg’de sergilenmeye başladı ama yine yerinde duramadı. Önce geri dönüp İstanbul’daki, daha sonra da Brüksel ve Berlin’deki kişisel sergilerimde yer aldı. 2019’da Arter’in açılışıyla birlikte bu işimin İstanbul’a dönmesi ve koleksiyonda yer alması çok sevindirici ama yine yerinde duracağa benzemiyor; çünkü 2020’de Valensiya’da açılacak kişisel sergim için yine yola çıkmak üzere. İnsan hikâyeleri benim için önemli ve bu hikâyeleri bulmak için benim çok fazla uzaklara gitmeme gerek kalmıyor. 

Ziyaretçilerin dahiliyetiyle hareket edebilen, değişebilen bir eser Mistik Nakliye. Bu detayın eserin vermek istediği mesajın izleyicilerde farklı hislenimler yaratmasına yol açtığını düşünüyorum. Kent değişiyor, insanlar değişiyor, alışkanlıklar değişiyor. 1992’den bu yana ziyaretçiler ve Mistik Nakliye arasındaki etkileşim sizce ne şekilde değişti? 

İçinde renkli yorganlar bulunan tekerlekli sepetler izleyiciyi anında işe dahil olmaya çağırıyor. Önce çekingen davranan izleyici yavaş yavaş kendi katkısının da bir yönlendirici olabileceğine ikna oluyor. Sergilemelerin birkaçının ilk sunumunda birlikte olabildim ve işin nasıl geliştiğini izleyebildim. Sanat eserinin dokunulmazlığına şartlandırılmış büyükler çekingen dururken işi başlatan hep çocuklar oluyordu. Daha sonra dahil olan büyükler konunun ön bilgisiyle birlikte birtakım olumlu veya olumsuz gruplandırmalar yapıyor, kendilerine göre bir hikâye kurguluyorlardı. Bu bahsettiklerim tabii cep telefonu ile fotoğraf çekme kolaylığından önceydi. Şimdi Arter’deki sergileme biçimi, bir de bu çok renkli işle birlikte selfie çekme olanağını doğurdu. Bence bu da işin bünyesinde gizlediği göç hikâyelerine yeni ve üzerinde düşünülmesi gereken bir yorum kattı 

Eserin temel parçalarından biri olan yorgan, birçok farklı çağrışımı beraberinde getiren bir obje. Metal sepetleri birer yuvaya dönüştürdüğü aşikâr. Mistik Nakliye’nin ortaya çıkış aşamasında bu objede karar kılmanızı sağlayan etkenler nelerdi?

İşin temel malzemesi kolay bir araya gelmedi. Bienal yaklaşırken üreteceğim iş konusunda endişelerimin yoğunlaştığını ve böyle anlarda her zaman yaptığım gibi kendimi İstanbul sokaklarına attığımı hatırlıyorum. Yolum özellikle yönlendirmediğim halde Kapalıçarşı’ya düşmüştü. Orada dolaşırken baş hizamın üstünde yan yana tavandan asılmış çok renkli yorganlar gördüm. Güzel bir malzeme olabileceğini, içinde ne kadar çok hikâye barındırabileceğini orada düşünmeye başlamış olabilirim. O gün dolaşarak ve düşünerek akşamı buldum ve son anda Tarlabaşı’ndan Taksim’e yaklaşırken metal raf ve benzeri malzemeler üreten bir dükkânın önünde istiflenmiş tekerlekli sepetleri gördüm. Benim için hikâye tamamlanmıştı. Yorganlar sepetlerin içindeki yerlerini alacak ve göç hikâyelerinde anlatılan örtücü, koruyucu, gizleyici ve zaman zaman hayat kurtarıcı nitelikleriyle hareketi buluşturacak ve yola revan olacaklardı.  

“Mistik Nakliye” işinde Türkiye ve dünyanın içinden geçtiği dönemlerden tortular kendini hissettiriyor. 2020’yle yeni bir on yıla girerken, bir sanatçı olarak 2010’ları hangi duygu durumuyla anımsayacaksınız?

21’inci yüzyılın ilk yirmi yılı her yüzyıl başında olduğu gibi iyisiyle kötüsüyle yeni bir çağa uyum sağlamaya çalışmakla geçti. 2020 yılında beni en çok 2010 yıllarında henüz 10lu yaşlarını sürdürmekte olan ve şu anda dünya ile ilgili endişelerini son derece açık, hatta bugüne dek daha önceki kuşakların başaramadığı kadar net ifade edebilen gençler etkiliyor. Ellerindeki teknolojiyi ve iletişim olanaklarını çok iyi kullanan bu kuşağın mücadelesinin zorlu ama sonuç alınabilir bir yolda ilerlediğine inanmak istiyorum.

Saat Kaç?, 22 Mart’a kadar Arter’de. Detaylar için buraya tıklayabilirsiniz.