Hannah Gadsby ne yapmaya çalışıyor?
Yazı: İlayda Güler
Avustralyalı komedyen Hannah Gadsby bundan tam beş sene önce, 2018’de yayımlanan ilk Netflix gösterisi Nanette ile stand-up’ın ne işe yaradığı konusunda izleyiciyi ikiye bölerek spot ışıklarını üzerine çekti, Emmy ödülüne uzandı. Duygudan duyguya savuran Nanette’i izlemek, vicdanı olan herkes için oldukça zor, hırpalayıcı ancak bir o kadar da güç verici, özellikle patriyarkal düzenle derdi olanlar için birleştirici bir deneyimdi.
Kimileri Gadsby’nin; milyonların karşısına tek başına çıkarak insanları güldürmek için kendini aşağılamaktan vazgeçtiğini, varoluşuyla barışmak için yerleşik kültürle savaşmak zorunda bırakılışının adaletsizliğini haykırdığı bu manifestoyu, toplumsal dönüşüme pozitif bir katkı hatta komedi için bir kilometre taşı olarak değerlendirdi. Kimileri ise gülmek vaadiyle başladıkları bu yolculukta tuzağa düşürüldüklerini, şovun bir TED konuşmasından farksız olduğunu düşündü.
2020’de yine aynı platformun kataloğunda yerini alan Douglas’ta işler biraz değişti. İsmini kaybettiği köpeğinden alan gösteride, bu kez sanat tarihi geçmişi ve o dönem yenice teşhis edilmiş otizmini merkeze aldığı bir komedi üretti Hannah Gadsby.
Küresel çapta nefret dilinin iyice yaygınlaştığı; ırkçılık, homofobi, kadın düşmanlığı gibi bilumum ayrımcılığın -karşısında dimdik duran onurlu mücadelelere rağmen- ayyuka çıktığı; ekonomilerin birer birer çöktüğü, yoksulluğun tırmandığı; ekolojik tehditlerin kapıya dayandığı bu buhran çağında yaşam dönüştükçe, insanların iletişim biçimleri ve daima mevcut olan gülme ihtiyaçlarını giderme yöntemleri de eş zamanlı olarak değişiyor, çeşitleniyor. Hannah Gadsby, komedinin de bundan nasibini almasını son derece doğal ve sağlıklı bulmakla kalmayıp, dönüşüme bizzat önayak olanlardan. Üstelik bunu yüce bir sorumluluk olarak da üstlenmiyor; aksine, olması gerekenin olageldiğine inanıyor. Sabit bir üslup benimseyip komedide bir köşe kapmak gibi bir gayreti yok; önceliği yaşadığı dönemin koşulları, onda yarattığı duygular, bıraktığı sorular her neyse onları mizah yoluyla dürüstçe aktarmak.
Travmanın diğer yüzü: Something Special
2021’de, aynı zamanda yapımcısı olan Jenney Shamash ile evlenen Gadsby, ne mutlu ki sonunda olumlu şeylere odaklanabildiğini fark ettiği, geçmişe kıyasla daha rahat ve huzurlu olduğu günlerden geçmekte. Bu defa iyi hissetme garantisi verdiği; strüktürünü, yaptığı evlenme teklifi etrafında inşa ettiği, Netflix’teki üçüncü gösterisi Something Special 9 Mayıs’ta izlemeye açıldı. Tabii söz konusu Hannah Gadsby olunca sürprizleri beklemek bir mecburiyet hâline geliyor. Öyle ki o da “İnsanları hazırlıksız yakalamayı seviyorum. Komedimle ilgili tutarlı olan tek şey, ne yapacağımı bilmiyor olmanız çünkü ne istersem onu yapacağım.” diyor.
Something Special, pandeminin bıraktığı kafa karışıklığının meyvesi aslında; bu tuhaf ve hâlâ yeterince anlaşılamayan sürecin sonunda, seyirciyi güvenli sulara çekme arzusuyla hayat bulmuş. Gadsby şovu, karantinanın yeni yeni kalkmaya başladığı zamanlarda, Avustralya çevresinde turnelerken kurmuş. Ona bir defa kulak vermiş biri, şirazesi kaymış bir gezegen hakkında isyan edecek çok şeyi olduğunu bilir. Ancak Nanette’i izleyen zaman zarfında yaşadığı katarsis, kendisini travmanın öteki tarafına geçirince, yani iyileştirince; aldığı yolu göstermeyi, söylenmek yerine umut vermeyi seçmiş Gadsby. Something Special, kaosun ortasında filizlenmiş olsa da gayet net bir politik ifade olarak ortaya koyuyor kendini: Aşkını kutlayan, partnerini ve birlikteliklerini heyecanla anlatan, neşeli bir kuir temsili kaplıyor sahneyi.
Hannah Gadsby’nin mizahı hiçbir zaman karın ağrıtan, nefes kesen cinsten değildi; kaldı ki böyle bir iddiası olmamakla beraber, onu gerçekten anlayanlar, kendisinden yana bu tür bir beklentiye de girmedi. Seyircisini daha ziyade; kurduğu hikâyenin katmanlarını ilmek ilmek dokuyuşu, şakalarındaki yüksek akıl, entelektüel donanımı, zamanlamadaki ustalığı, gösterdiği “güçlü” duruşla tavlayan komedyen, yaptığı şeyin komedi olup olmadığını sorgulayanlara karşı bu kez baştan koyuyor hedefini: “Seni güldüreceğim.”
Komedi doğası gereği sürpizbozan kaldırmaz düşüncesiyle şakaların içeriğini detaylandırmamak makul geliyor. Bir yandan, bütüncül bir yaklaşımla hazırlanan gösteriyi orasından burasından ısırmanın bu metne ne kadar anlamlı bir katkı sağlayacağı da şüpheli. Yine de Something Special’a bir en’ler parantezi açmanın sakıncası olmasa gerek.
Hannah ile Jenney’nin öyküsünü tatlı tatlı kıkırdayarak izlemekle beraber bana kahkahayı bastıran, en sevdiğim yerler, Hannah’nın annesinden bahsettiği kesitler oldu. Muhtemelen hayatta en iyi tanıdığı insanı, olabilecek en gerçek şekilde resmediyor; bu malzemeden rafine bir komedi çıkması kaçınılmaz oluyor böylece.
Something Special, Sydney Opera House’ta çekilmiş; Hannah Gadsby yine lacivertlere bürünmeyi tercih etmiş. Nanette’ten bu yana dekorların hacminin giderek büyüdüğünü fark etmek güç değil. İç ferahlatan bir dağ manzarasıyla karşılanan seyirciyi, Douglas’taki sevimli köpeğin ardından bu defa, sahnenin farklı köşelerine yerleştirilmiş bembeyaz maket tavşanlar selamlıyor. Gösterinin kilit figürü olan tavşanın kullanılış biçimi, ardındaki şiddetli hikâye beni oldukça zorladı; hâliyle Something Special, bugüne kadar en az bağ kurabildiğim Hannah Gadsby gösterisi oldu ancak bu seçime yalnızca kurgu matematiği üzerinden bakınca, oldukça parlak bir fikir olduğunu da kabul etmek gerek. Zira bugün onaylamadığımız bir şeyi yarın yapabilme ihtimalimizle, tutarlılık takıntımızla yüzleşmek önemli.
Gelecek ne getirecek?
Hannah Gadsby’nin yeni gösterisinde, Dave Chapelle’le olan gerilimi hakkında konuşup konuşmayacağı da merakla bekleniyordu. Hatırlatmak gerekirse; Chapelle’in 2021 çıkışlı The Closer adlı Netflix şovunda translar ve lezbiyenler hakkında yaptığı hadsiz yorumlar, nefret söylemi ürettiği gerekçesiyle Netflix çalışanlarını ayaklandırmış, platformun CEO’larından Ted Sarandos “Chappelle günümüzün en popüler stand-up komedyenlerinden biri ve onunla uzun süredir devam eden bir anlaşmamız var.” gibi son derece pasif bir açıklamayla işin içinden sıyrılmaya çalışmıştı. Gösterilerini Netflix’te yayımlayan Hannah Gadsby de “Beni besleyen eli ısırmaktan korkmuyorum.” diyerek buna dair ses çıkaranlardandı elbette. Something Special’da Dave Chapelle konusuna hiç girmiyor ve sebebini şöyle açıklıyor Gadsby: “Üretimlerimin onun sesine odaklanmasını istemiyorum.”
Olanlardan sonra neden hâlâ Netflix’le çalıştığını sorgulayanlara yanıt olarak da kuir görünürlüğünü artırma niyetini gösteriyor. Ulaştığı kişi sayısını düşününce, Netflix’in bu hedefi sağlamak için uygun bir yer olduğu aşikâr. Hannah Gadsby’nin üçüncü bir solo şov için platformla yeniden anlaşmasını kolaylaştıran etkenlerden biri de sunuculuğunu kendisinin üstlendiği, dünyanın dört bir yanından kuir komedyenleri bir araya getirerek, onların profesyonel gelişimine destek olacak bir program fikri olmuş. Gadsby, çekimleri İngiltere’de gerçekleşecek bu yeni Netflix özel yapımının kendisi açısından en cazip taraflarından birinin de komedyenleri ararken, Nanette’in ardından hitap ettiği kitle genişledikçe uzaklaştığı o küçük mizah dünyasının kapısından tekrar girebilmek olduğunu söylüyor.
Peki Hannah Gadsby ne yapmaya çalışıyor? Aslında seyircisini iyileşme sürecine ortak ediyor; kaçarak değil, tam tersine kırılganlığını ortaya koyarak, kalbini açarak, yakınlık kurarak, hakkını savunarak var olmanın daha iyi bir yaşam formülü olabileceğini söylüyor.
Gösteri hakkında düşünürken aklıma bin türlü şey geliyor: Seçim gündeminden kopmak mümkün değil elbette; kadınları sahiplendirme telaşına kapılmış HÜDA PAR’lılar meclis koridorlarında dolaşacak öyle mi? İstanbul Film Festivali’nde izlediğim bir filmde yabancı taklidi yapan bir kadın, vesikalık çektirmeye gittiği fotoğrafçı tarafından nasıl olsa Türkçe anlamaz diye korkunç bir sözel tacize maruz bırakılmıştı; ben bir yandan zihnime üşüşen benzer tecrübeleri dizginlemeye çalışıp bir yandan onun kalp kırıklığıyla parçalanırken, salondaki erkeklerin çoğunun katılarak güldüğünü hatırlıyorum mesela. Derken ansızın, cinsiyetçi küfürlerin, homofobik söylemlerin kol gezdiği yerli stand-up sahnesine kayıyor odağım; Fulden Ergen velvele’ye ne güzel yazmıştı neden stand-up’çı erkeklere gülemediğini.
Sonra tüm bunları savuşturup, mücadelesinin bir yerinde mutluluğa ulaşmış bir non-binary komedyenin açtığı güvenli alanda gülümseyerek geçirdiğim bir saat 15 dakikaya ayıp etmemeye karar veriyorum. Sonra Hannah’nın “Gelecek, eşit ölçüde neşeli ve ürkütücü olabilir.” sözü yankılanıyor kulaklarımda. Tam zamanında! Mesajı alıyorum, umudumu yeşertiyorum ve ne yapmaya çalıştığını şimdi daha iyi anlıyorum. Sıra sizde.