Harun İzer’den 28. İstanbul Caz Festivali’nin programını nasıl kurguladıklarını dinledik

Özlediğimiz Caz Festivali titreşimleri 1 Eylül itibariyle İstanbul’a dönüyor. 28. İstanbul Caz Festivali, 40’a yakın konserle 24 Eylül’e kadar şehrin açık hava mekânlarında. Arlo Parks, Angélique Kidjo, Mabel Matiz & Niels Broos gibi farklı estetiklerden heyecan verici performanslar bizi bekliyor.

Festivalin pandemi etkisi altındaki ikinci versiyonunun kürasyon ve program detaylarını, direktörü Harun İzer’den dinledik.  

“Caz müziği gibi biz de yerimizde saymak istemiyoruz; değişmek, gelişmek, farklı seslere açık olmak istiyoruz. Bazen eski cazcılar bunu sevmiyor ama zamanında Coltrane de bir önceki kuşak cazcılar tarafından pek ağır eleştirilmişti – zaman onu da haklı çıkardı.”
Harun İzer
Fotoğraf: Ilgın Erarslan Yılmaz

Sınırlı dinleyici kapasiteli fiziksel buluşmaların yanı sıra geçtiğimiz yıl İstanbul Caz Festivali’nin bir kısmı dijital ortamda gerçekleşti. Bu yılki festivalin programlama sürecinde geçtiğimiz yıldan ne gibi çıkarımlar rol oynadı?

Dediğiniz gibi geçtiğimiz yıl festivalin birçok konseri dijital ortamdan da yayımlandı. Aslında fiziksel olarak gerçekleştirdiğimiz konserler dijital yayınlardan daha fazlaydı ama bu bir yana, geçen yıl özellikle bu dijital kayıtlar üzerinden yapım/yapımcılık ve canlı performansların kaydı üzerine çok şey öğrendik, başta bunu söyleyebilirim. Programlama sürecinde bu yıl ile geçen yıl arasında hem farklılıklar hem de benzerlikler oldu. Pandeminin etkilerinin tamamen geçmeyeceğini bekliyorduk, plan ve hazırlıklarımızı buna göre yaptık. Bizimki gibi festivallerin büyük desteklerle gerçekleştiği bir gerçek, bu yüzden Garanti BBVA gibi 24 yıldır yanımızda olan bir sponsorumuz olmasının ne kadar önemli olduğunu hatırladık – aynı şekilde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleri de tabii. Programlama sürecinde özellikle çok büyük uluslararası konserlerin peşinde koşmak yerine, yerli-yabancı sanatçı iş birlikleri üzerinde yoğunlaşmanın daha doğru olacağına kadar verdik. Uzun vadede kültür sektörünün de dünyadaki değişimlerde anahtar bir rol oynaması gerekeceği de bir başka önemli çıkarım oldu diyebilirim. Bu açıdan etkinliklerimizin çevre etkisi, kadın-erkek sanatçı dengesi gibi konulara da önem vermekteyiz.

“Caz festivali” tanımı yıllar içerisinde çeşitli dönüşümlerden geçti. Bir janr ifadesinden çok daha farklı anlamlar girdi bu kapsamın içine. Festival takvimini oluştururken benimsediğiniz motivasyon da aynı şekilde farklı yönlere evrilmiştir diye düşünüyorum. Bu anlamda biraz işin mutfağında neler oluyor, 2021’de İKSV ekibi festival olgusuna nasıl yaklaşıyor, biraz bahsetmek ister misin?

Caz festivallerinin tarihi öyle çok eski değil, Avrupa’daki kayda değer ilk caz festivali olan Nice Caz Festivali 1948’de başlamış (sanılanın aksine Montreux Avrupa’da ilk değil!). ABD’de ulusal alanda en eski caz festivali sayılabilecek Newport ise 1954’te başlıyor. O dönemlerde caz çok güncel bir akım, şu anda popüler müzikte hip hop nasıl güncelse, o zamanlarda da bütün dünya caz müziği ile çalkalanmakta. Yani başladıkları dönemlerde şimdiki rock festivallerinden pek farkı yoktu. Zaman içinde 1960’larda ve 70’lerde bugün bildiğimiz anlamdaki açık hava rock festivalleri (Woodstock vs) başladı, bugün ise bunların çok gelişmiş örneklerini görüyoruz. Dolayısıyla caz ile başlayan ve günümüze kadar ulaşan bir festival geleneği var. Biz de kendimizi sadece “caz” olarak görmüyoruz, adımızda hem İstanbul hem de festival var. Caz her zaman festivalin başlangıç noktası, festivalde her zaman en çok caz müziği ve toplulukları oluyor. Ama manşete caza komşu veya caz dışı alanlardan da bir ismin çıktığı sıklıkla görülüyor, mesela 25. yılımızdaki Nick Cave & The Bad Seeds konseri gibi. Bunun çeşitli sebepleri var, festivale ilgiyi taze tutmak, genç veya caz dışı dinleyiciye erişerek onların caz müzisyenleriyle de tanışmalarını sağlamak, vesaire. Ama bence esas motivasyon; festivalin doğaçlamaya, yaratıcılığa açık yapısı. Caz müziği gibi biz de yerimizde saymak istemiyoruz; değişmek, gelişmek, farklı seslere açık olmak istiyoruz. Bazen eski cazcılar bunu sevmiyor ama zamanında Coltrane de bir önceki kuşak cazcılar tarafından pek ağır eleştirilmişti – zaman onu da haklı çıkardı.

Nick Cave, 2018

Bant Mag.’ın bu yılki favorilerinden Arlo Parks, festivalin dikkat çekici isimlerinden. Henüz kariyerinin çok başlarında ama uzun bir yolculuğu olacağına şüphe yok ve bu seneki kürasyonda görmek çok sevindirici. Parks’ın şarkılarıyla henüz tanışmamış olanlara bu konseri neden kaçırmamaları gerektiğini nasıl özetlersin?

Arlo Parks, yeni bir kuşağın temsilcisi. 2000 doğumlu, ailesinin kökleri Nijerya, Çad ve Fransa’dan geçiyor. Kendisi ise Londra’nın ortasında doğmuş ve büyümüş. Klasik toplumsal cinsiyet rollerine fazla aldırmayan açık bir biseksüel. Tam bir yeni dünya vatandaşı yani. Şarkılarında, sözlerinde bu kuşağın heyecanlarından, korkularından, teenage angst’ten de bahsediyor; Sylvia Plath ve Robert Smith’den de. Ve tabii güzel çalınmış, dinamik ritimlerle bezeli keyifli bir müzik yapıyor grubuyla. Doğrusu bana bütün bunlar çok heyecan veriyor.

Beninli müzisyen ve aktivist Angélique Kidjo, festivalin bir diğer heyecan unsuru. Geçtiğimiz ay yeni bir albüm de yayımladı. “An African Odyssey” başlıklı konserinde farklı coğrafyalardan, janrlardan tınılar dinleyeceğiz. Uzun kariyerinde yaptıklarıyla bir müzisyenden çok daha fazlasına evrilen Kidjo’nun festivalde yer alması sizin için ne ifade ediyor?

Kidjo aslında bu yılki festivalin bizce en yıldız isimlerinden biri, özellikle farklı tarz ve kültürleri buluşturması ve cazın köklerinin yattığı Afrika’nın müziklerine olan yakınlığı gerçekten heyecan verici. 61 yaşındaki sanatçı 2000’li yılların başında yaptığı birbirinden güzel albümlerle tam bir yıldız sanatçı olmuştu. Şimdi kariyerinin en güzel döneminde.

Mabel Matiz ve Hollandalı çok yönlü müzisyen Niels Broos, festivale özel bir performans hazırlıyor. Biraz ipucu alabilir miyiz bu ortaklığa dair?

Bu özel projeye, geçen yılın ortalarında Mabel Matiz’le konuşarak başladık. Benim uzun süredir oldukça beğendiğim, özellikle müziğe ve performansa farklı yaklaşımı ile çok takdir ettiğim bir isim kendisi. Popüler bir isim ama bu alanda risk almaktan kaçınmayan, herkesin bir lokmada yutamayacağı şeyler yapmaktan çekinmeyen bir sanatçı. Konuştuğumuzda özellikle elektronik tonlarda yeni bir şeyler yapmak isteğindeydi, bunu da dünyanın başka bir yerinden bir müzisyenle işbirliği içinde ortaya koyması için çeşitli öneriler yaptık. Niels Broos benim farklı projelerinden tanıdığım, çok farklı sesleri bir araya getirebilen, kökeninde caz müziğinden beslenen bir klavyeci. Son dönemde Flying Lotus’un plak şirketi Brainfeeder’dan yayımladığı parçalarla gündeme geldi. Başka isimlerle de konuştuk görüştük ama Niels ve Mabel’in birlikte çok ilginç bir şeyler ortaya çıkarabileceğinde hemfikir olduk. Şu anda yeni parçalarına çalışıyorlar, ben de heyecanla konseri bekliyorum doğrusu.

Programın en büyük sürprizlerinden biri Kenan Doğulu belki de. Türkiye’nin caz sahnesinin gediklisi müzisyenlerle kaydettiği İhtimaller albümünü ve hit şarkılarının caz düzenlemelerini çalacak. Dünya festivallerinde ana akım sahneden isimleri, kimi zaman özel performanslarla, görmeye alışkın olsak da Türkiye’de çok sık rastladığımız bir durum değil bu. Bu konser festival ekibini hangi açılardan heyecanlandırıyor?

Tam da bu açıdan heyecanlandırıyor aslında! Kenan Doğulu, 2016’da çok ilginç bir caz kaydı yaptı, Türkiye’de pop müzik alanında bunca iş yapmış çoğu müzisyenin cesaret edemeyeceği bir şey bu. Tabii biraz kökleri itibariyle Doğulu’nun bu müziğe özel bir ilgisi ve yatkınlığı var diye düşünüyorum. Pek bilinmez ama kendisi yıllardır festivalin en ilginç konserlerinin gediklisi olan bir isim. En son Beykoz Kundura’daki konserlerden birinde karşılaştığımızı hatırlıyorum, yabancı bir ön grubu görmek üzere özellikle erken gelmişti, araştıran keşfeden bir müzisyen. Bu da bence çok değerli bir şey. Dünyadan değişik pop müzisyenlerine festival sahnemizde çok yer verdik, Seal, Alicia Keys, John Legend… Kenan Doğulu’nun da caz alanındaki bu güzel projesinin festivale çok yakışacağını düşünüyorum. Diğer taraftan, bu konserde 1-2 sürpriz konuğumuz da olabilir, şimdiden not edeyim!   

Festivalde 2 efsaneyi onurlandıracak 2 özel performans da var. Ennio Morricone’ye saygı duruşunda bulunacak Stefano Di Battista ve Ahmet Ertegün’ün Atlantic Records mirasını selamlayacak Karsu. Bu 2 isim İstanbul Caz Festivali ekibi için nasıl anlamlar ifade ediyor? Nasıl ilhamlar veriyor?

Aslında bu 2 projenin festivalde yer alması farklı şekillerde gerçekleşti – ama dediğiniz gibi ikisi de çok önemli isimlere ithaf edilmiş konserler. Biraz film müziklerine aşina birisinin Ennio Morricone’yi bilmemesi (hatta sevmemesi) zor bence. Di Battista’nın albümündeki Morricone yorumları müthişti, kendisi bu çok bilinen parçalara hem klişelere saplanmadan hem de özünü kaybetmeden çok iyi yorumlar yapmış. Karsu ise bambaşka bir hikâye. Kendine has tarzı, samimi karizması ile insanı çok güzel yakalayan bir isim. Normal konserlerinden farklı olarak bu gecede (kendisinin de çok sevdiği) Aretha Franklin’den Eric Clapton’a birbirinden güzel Atlantic Records hitlerini seslendirecek. Aslında hafif teatral bir sunumla, sahnede bir sanatçı olarak performans yapmanın en güzel örneklerinden biri olacak Karsu’nunki.

Yerli sahnede yılın en çok ses getiren albümlerinden birine imza atan Melike Şahin de programda. Farklı kurulum ve formatlarda konserler vermesine alışkınız Melike’nin. Peki Göztepe Özgürlük Parkı’nda bizi nasıl bir performans bekliyor?

Melike Şahin festivalimizde daha önce de çıkmıştı – üç yıl önce Gece Gezmesi konserlerinde ufak ama özel bir konserdi. O zamandan bu yana çok sular aktı, Melike her geçen gün birbirinden güzel şarkılar yazdı, konserleri giderek büyük salonlara doğru genişlemeye başladı. Melike ile çok eskilerden tanışırız, yeni çıkan Merhem albümünün başlangıç sürecinden itibaren kendisinin heyecanına, inancına ve müzikal gücüne tanık oldum. Doğrusu Melike Şahin için bence hâlen yolun başındayız, dolayısıyla ben fırsat olsa onun hiçbir konserini kaçırmazdım. İstanbul Caz Festivali’nde de bu sefer Anadolu yakasının göbeğinde, Göztepe Özgürlük Parkı’nın güzel sahnesinde çok samimi ve etkileyici bir konser izleyeceğimize eminim.

Festivalin son yıllardaki imza buluşmalarından biri olan Gece Gezmesi, bu yıl Beykoz Kundura’da gerçekleşecek. Yine türlerden, janr tanımlarından uzak bir mantaliteyle hazırlanan bir program bu. Bir yandan yeni sesler için de vitrin görevi üstleniyor. Festival içinde bir mini festival havası yaşatan Gece Gezmesi’nin ilk günden bugüne hangi yönlerde evrildiğini ve güncel halini aldığını, bu seneki programa dair ipuçlarını birinci ağızdan dinleyebilir miyiz?

Gece Gezmesi bu yıl da festivalde – biraz daha farklı ve ufak bir şekilde – yer alıyor. Aslında uzun yıllardır Kadıköy’ün birbirinden güzel kulüp ve sahnelerinde gerçekleştirdiğimiz bu özel etkinliği alışıldık hâliyle yapamamak çok üzücü. Eskiden rahatlıkla 20-25 gruba yer verebildiğimiz bir geceydi bu, umarım 2022’de tekrar eski formatına da dönecek. Ama bu sefer, Beykoz Kundura’da 4 farklı noktada toplam 5 grubun ve çeşitli DJlerin yer alacacağı bir etkinlik hâline çevirdik. Türkiye’de cazın yeni ufuklarını çizen Alp Ersönmez ve Çağrı Sertel başta geliyorlar. Dilan Balkay, çok çeşitli gruplardan tanıdığımız genç bir trompetçi ve ilk albümü öncesinde onun da festivalde konserinin olabilmesi bizi çok mutlu etti. Kazım Yedilisi ve programa son eklenen Udgang Trio da festivalin genç kuşak temsilcilerinden olacaklar.

28. İstanbul Caz Festivali’nin en merak uyandıran yeniliklerinden biri de Festivalde #İstanbulBirSahne  konserleri. Maçka Demokrasi Parkı’nda gerçekleşecek buluşma, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Kültür A.Ş. ortaklığıyla hayata geçmiş. Nedir bu programın temel motivasyonu?

Bu konser serisinin hayata geçmesinde aslında kültür sektörü profesyonellerimizden Murat Abbas ve ekibine bir teşekkür etmek lazım. Kendisinin Kültür AŞ genel müdürü olmasından sonra festivali şehrin kültür hayatına daha çok entegre edecek bir şeyler yapmalıyız diye konuşuyorduk ve sonucunda bu güzel etkinlik ortaya çıktı. #İstanbulBirSahne konserleri, İBB’nin pandemi döneminde müzisyenleri yalnız bırakmamak adına başlattığı çok güzel bir projeydi, başvuran çok sayıda grubun konserleri hâlen hem şehrin farklı köşelerinde hem de dijital ortamda devam ediyor. Biz de belediyemizle özellikle buraya başvuran caz gruplarına festival kapsamında Maçka Demokrasi Parkı’nda yer vermek istedik. Burası yaklaşık 10 gün boyunca ardarda konserler ile âdeta festivalin sabit etkinlik alanına dönüşecek. Sadece konserler değil, söyleşi, film gösterimi, plak pazarı gibi çeşitli etkinliklerin de programda yer alması için çalışıyoruz. Detaylı program ağustos ortası gibi açıklanacak.

Grace Jones, 2010

Son olarak bir de hayal kuralım isterim. İstanbul Caz Festivali’nin 28 edisyonunun programlarını tek bir havuzda toplayıp, bir tüm zamanlar festivali düzenliyor olsak, nasıl bir lineup çıkarırdı Harun İzer? Kimler mutlaka yer alırdı?

En favori sorum! Doğrusu 28 festivali bir araya toplasak, ben yine 29. için bambaşka bir program yapmak isterdim – çünkü bizi de hayatta tutan müziğin bu sürekli değişimi. Ama hadi 3-4 konserle cevaplayayım bu soruyu: Belki de caz müziğine sevgimin ilk sebepleriden biri olan Gary Peacock ve Jack DeJohnette’li Keith Jarrett Trio’nun bu programda olması şart. Festivalin gediklisi çok isim var ama bunlar arasında en samimi olduğumuz Marcus Miller da kesinlikle sayılmalı. Sanıyorum festivale tekrar tekrar, ne kadar gelse sıkılmayacağım bir başka isim de Nick Cave & The Bad Seeds olurdu. Yine popüler müziğin bir başka efsanesi Grace Jones ve bunca yıldır izleyemediğim az sayıda festival konserinden biri (ve artık hayatta olmayan isimlerden) Lhasa de Sela’yı da ekleyebilirim bunlara.

Röportaj: Cem Kayıran
Giriş fotoğrafı: Ilgın Erarslan Yılmaz