Savaşın acımasızlığından kaçış yok: Her Şey Nafile
Yazı: Korcan Derinsu
Walter Kempowski’nin (1929-2007) Her Şey Nafile romanı, savaşın dehşetiyle yüzleşmekten kaçan bir ailenin, inkâr ve suç ortaklığı içinde geçen günlerini gözler önüne sererken, savaşın sıradanlaşan kötülüğü ve insan ruhundaki derin çatışmaları sarsıcı bir şekilde ele alıyor. Yüz Kitap etiketi ve Dilman Muradoğlu çevirisiyle Türkçede yayımlanan roman, Doğu Prusya’da yaşayan Almanların İkinci Dünya Savaşı’nın son kışındaki hikâyesini konu ediyor.
Ne hakkında? Hikâye ne?
Her Şey Nafile, 1945 kışında Georgenhof konağında yaşayan Von Globig ailesinin Ruslar adım adım yaklaşırken hiçbir şey yokmuşçasına hayatlarına devam etmeleriyle başlıyor. Ancak zamanla batıya doğru kaçan insanlar konağa misafir olmaya başlıyor. Can derdine düşmüş farklı görüşlerdeki -kimisi Nazi, kimisi nefret ediyor Hitler’den- bu insanlar sayesinde, aile etraflarını saran dehşeti biraz olsun anlamaya başlıyor ve sonunda onlar da kaçmaya karar veriyor. Ancak tahmin edileceği üzere bu kaçış o kadar kolay olmuyor.
Zaman dilimi ve mekân
1945, Doğu Prusya.
Okumadan önce bilmemiz gerekenler
*Babasını savaşta kaybeden, kendisi de Nazilerin gençlik kolunda çalışmak zorunda kalan Walter Kempowski hayatı boyunca savaşın yükünü taşıyor ve her eserinde İkinci Dünya Savaşı’nı anlatıyor.
*Savaş koşullarında yaşayan insanları anlattığı, mektuplar, fotoğraflar ve kolajlardan oluşan 10 ciltlik Das Echolot yazarın en bilinen eseri.
*1948’de ailesini ziyaret ettiği Rostock’ta, Amerikan ajanı olduğu şüphesiyle tutuklanan yazar sekiz yıl cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılıyor. Batı Almanya’ya döndükten sonra ise hayatına öğretmen olarak devam ediyor.
*Her Şey Nafile, Walter Kempowski’nin 2007’de ölmeden önce yazdığı son romanı.
Kitaba dair en çok neyi sevdin?
Yazarın seçtiği zaman dilimini ve bunu anlatma şeklini çok sevdim. 1945’te Ruslar adım adım kendilerine yaklaşırken, varlıklı bir Alman ailesinin evi ve bu eve uğrayıp giden insanlar üzerinden döneme dair geniş bir resim sunuluyor. Hem farklı görüşlerden insanları tanıyoruz hem de savaş ortamında iyiyle kötünün birbirine nasıl da kolayca karıştığına tanık oluyoruz. Ve tabii savaşın tüm acımasızlığını da iliklerimize kadar hissediyoruz. Görece savaşın az anlatılan tarafının merkeze konulması da ayrıca hoşuma gitti.
Bir de Burak Akbay’a ait kapak tasarımına da bayıldım.
Yazıma dair neler söyleyebilirsin?
Walter Kempowski hikâyesini hiç acele etmeden anlatıyor. Karakter gelişimine uzun uzun zaman ayırıyor. Evin sakini olan temel karakterler dışında bir görünüp bir kaybolan karakterler var. Biraz ilerledikçe hepsinin bir amacı olduğunu anlıyoruz. Bu tercih başta biraz tuhaf geliyor. Dil de anlatım da biraz mesafeli olunca romanın dünyasına dâhil olmak hemen mümkün olmuyor. Biraz alışmak gerekiyor. Alışınca da gerisi geliyor zaten. Her şey oldukça ekonomik ve sade. Belgesel gibi bir anlatım diyeyim siz anlayın.
Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi?
Yazar nasıl acele etmediyse ben de acele etmedim okurken. Tamamını beş günde sindire sindire okudum ki bence tadına varmak için çok da hızlı gidilmemesi gereken metinlerden.
Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu?
Özellikle şu bölüm, şu paragraf çok etkileyiciydi diyemem. Her Şey Nafile, parça parça değil de bütün olarak ele alınması gereken bir roman. Tamamının bıraktığı his çok kuvvetli.
Kitap, modunu nasıl etkiledi?
Her Şey Nafile, savaşı anlatan bir metin olmasına rağmen okuyucuyla arasına koyduğu mesafe sayesinde hiç ajite etmeden etkilemeyi başarıyor. Zihnimizde yavaş yavaş canlanan savaşın son günleri kitap bittikten sonra ince bir sızıya ve asap bozukluğuna dönüşüyor. Sadece son 100 sayfadaki kaçış / sürgün bölümleri bile savaşın ne kadar korkunç bir şey olduğunu anlamaya yeterli.
Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu?
Öncesinde hiç tanımadığım için yazarı biraz araştırdım. Bir de coğrafya takıntımdan hikâyenin az çok nerede geçtiğini anlamaya çalıştım.
Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?
Ne yapılırsa yapılsın, kim olunursa olunsun, ne çaba gösterilirse gösterilsin her şeyin nasıl boşuna olduğu; savaşın acımasızlığının ve karanlığının sonunda her şeyi nasıl ele geçireceği daha güzel ifade edilemezdi sanırım. Üstelik metne hâkim olan mesafeli hâli de destekler nitelikte bir seçim. Çok güzel. Çok beğendim.
Bu kitabı seven şunları da sever
İkinci Dünya Savaşı deyince akla çok şey geliyor ama benim ilk aklıma gelenler şunlar oldu; Boyalı Kuş (Jerzy Kosinski) ve Küller ve Elmas (Jerzy Andrzejewski). Bu iki romandan yapılmış filmler de gayet iyiler bence.
Bunun dışında savaşa Almanlar tarafından bakan Herkes Tek Başına Ölür (Hans Fallada ) ve Sovyetler tarafından bakan Kadın Yok Savaşın Yüzünde(Svetlana Aleksiyeviç) de herkesin okumasını isteyeceğim kitaplar.
Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?
Ajan olduğu iddiası doğru muydu, bunu sorardım. Cevap vereceğini sanmıyorum ama bir denerdim şansımı.