Herkese hükmetme arzusu: Fırat Uran ve ikinci kitabı “Kara Köpek”

İlk kitabı Otobanda Kaybolanlar’da bizi otobandaki sarı çizgiler boyunca pek çok karşılıksız aşkla ve âşıklarla tanıştırmıştı Fırat Uran. İkinci kitabı Kara Köpek ile bu sefer daha derin sulara dalıp karanlık tarafımıza bakmaya çağırıyor bizi. Birbirinden yaratıcı illüstrasyon ve tipografilerle desteklenen queer anlatı, aşkı ve varoluşumuzu sorguladığımız bir diyaloglar silsilesine dönüşüyor. Fırat ile yazının iyileştirici gücünden karşısına çıkan tesadüflere, Kara Köpek’in karanlık tarafından illüstre edilmiş eşe dosta uzanan zevkli bir sohbet gerçekleştirdik. 

Röportaj: Işıl Saykan

“Bir gece Eagle NYC’de bir partiye katıldım. Herkes köpek kıyafeti içinde dans ederken aralarında yürüyorum. Derken siyah köpek maskeli bir adam yanıma yaklaşıyor ve köpek taklidi yaparak kendini sevdiriyor. O sırada yaşadığım şeyin tuhaf bir tesadüf olduğunu düşünüyorum. Kara Köpek diye bir kitap yazıyorsun ve kendini köpekler partisinde buluyorsun… Bana olur böyle şeyler.”

Otobanda Kaybolanlar’dan iki yıl kadar sonra Kara Köpek’le bizimlesin. Hatta üçüncü kitabın Olamayanlar’ı yazmaya başladığını söylüyor kuşlar. İştahlı bir yazar olarak görüyorum seni. Merak ediyorum, nasıl bir bağ var yazıyla aranda? Ya da şöyle sorayım Fırat, niye yazıyorsun?

Gerçek hayatta hayal kırıklığına uğrarsan, yazıyla, hayalî versiyonları üzerinden istediğini yazabilirsin. Bunu yaparken teker teker tüm karakterlerin kafasına ve kalbine girmen gerekir. Her cümleyi, kelimesi kelimesine düşünmen ve arkasındaki gizli anlamları keşfetmen gereken bir serüvendir. Bu süreç büyük bir empati, anlayış ve beraberinde iyileştirme getirir. Yazdığım her kitap, ara sıra hastalanan zihnimin iyileşmesidir benim için. Anlatmak istediklerimi anlatıp arkama bakmadan yoluma devam ederim.

İki kitap arasında geçen sürede sende ve yazında nelerin değiştiğini düşünüyorsun ve bunlar kitabına nasıl geçti sence?

Otobanda Kaybolanlar yayımlandıktan sonra bir anda tüm hayatım değişti. Yaşanan birtakım tatsız olaylardan sonra İstanbul’u terk edip New York’a geri döndüm. Ben New York’tayken Kara Köpek hâlâ bitmemişti. Bir gece Eagle NYC’de bir partiye katıldım. Herkes köpek kıyafeti içinde dans ederken aralarında yürüyorum. Derken siyah köpek maskeli bir adam yanıma yaklaşıyor ve köpek taklidi yaparak kendini sevdiriyor. O sırada yaşadığım şeyin tuhaf bir tesadüf olduğunu düşünüyorum. Kara Köpek diye bir kitap yazıyorsun ve kendini köpekler partisinde buluyorsun… Bana olur böyle şeyler. Bu özel anların hepsi yazıyı besler. New York beni fazlasıyla besledi. Bu da doğal olarak yazdıklarımı etkiledi. Kitabın kapağını köpek maskeli adam yapmaya o partide karar verdim mesela.

İnsan bazen daha iyisini bulmak istemeyebiliyor. Bazı insanların özel bir rengi vardır ve o rengi fark edenler başka hiçbir yerde bulamayacaklarını çok iyi bilirler. Bulamayacağın bir şeyi hayatın boyunca aramaya mahkûm edilmek pek hoş bir seçenek değil.”

Kara Köpek, zıt karakterli iki erkeğin Kadıköy’de geçen aşk hikâyesini anlatıyor, deyince yavan kalıyor açıkçası. O nedenle soruyu şöyle sormak istiyorum, ilk kitabında karşılıksız aşkları ve âşıkları anlatıp hissettirmiştin, Kara Köpek’te aşkın hangi hallerine değindin? 

Hepimiz birilerini sevdiğimizi söylüyoruz. Sevdiklerimizle bir şeyler ters gidiyor ve bizleri kucaklayan arkadaşlarımızın yanına koşuyoruz. Onlar da diyorlar ki “Boşver daha iyisini bulursun”. İnsan bazen daha iyisini bulmak istemeyebiliyor. Bazı insanların özel bir rengi vardır ve o rengi fark edenler başka hiçbir yerde bulamayacaklarını çok iyi bilirler. Bulamayacağın bir şeyi hayatın boyunca aramaya mahkûm edilmek pek hoş bir seçenek değil. İşte böyle zamanlarda daha iyisini bulma seçeneğinin tam tersi akıllara gelebilir. O raddeye geldiğinizde kendinize şunu sorabilirsiniz: “Ne kadar ileri gidebilirim?” O aşkı kazanmak için bir şeyler yapman gerektiğinde elini korkmadan halının altına sokabilir misin? Herkes birbirini çok sevdiğini söyleyebilir fakat iş aksiyona geldiğinde, mesela onun için saçını kazıtabilir misin? Birçok insan bir şey yapmak zorunda olmadığına inanabilir ve yapmamayı tercih edip, değmeyeceğini düşünebilir. Kara Köpek’te sevdiği insan için iradesini teslim eden birinin aşk hikâyesini okuyacaksınız. Aşkın bir tarafının sadist diğer tarafının mazoşist olduğu, karakterlerin birbirlerini öldürmedikleri ama süründürdükleri bir hikâye.

Karanlıklardan beslendiğini ve karanlık şeyler yazmayı sevdiğini söylüyorsun. Karanlık nasıl bir şey ki bu kadar çok şey yaratılabiliyor ondan?  Kara Köpek’in “karanlık” taraflarını biraz daha açabilir misin?

Herkesin kendine has bir karanlığı vardır. Bunlar bizi ilginç kılar. Ruhumuza değişik baharatlar ekleyip derinleştirir. Karanlığın bir şekli veya sınırı yoktur. Uçsuz bucaksız, sonsuz bir topografyadır orası. Ve böyle bir topografyada her şey yaratılabilir. Yaratılan eserler insanlarda merak uyandırır. Ali Elmacı’nın resimleri mesela; kendilerine has bir karanlıkları olmasaydı bize bu kadar ilginç gelir miydi? Kara Köpek’in karanlık tarafına gelirsek, diktatör olmak istemesidir. Kendi düşünce ve öğretilerinin temel alındığı, benimsendiği, içinde yaşayan insanların keyfine göre seçildiği bir dünya düzeninde yaşama isteği. Herkese hükmetme arzusu yani.

Kitapların queer okumaya da elverişli pek çok alan açıyor. Sadece karakterlerin queerliğinden bahsetmiyorum, mesela Otobanda Kaybolanlar’da karakterle birlikte okur da LGBTİ+ dünyasına doğru bir yola çıkmıştı. Queer senin yazını nasıl besliyor, kitaplarında neleri queerleştirdiğini düşünüyorsun?

Queer kelimesi eskiden bir küfür olarak kullanılırken, LGBTİ+ bireyler tarafından sahiplenilip içi boşaltılmış ve yeni anlam yüklenmesiyle geri servis edilmiştir. Yüklendiği bu yeni anlam ile birlikte artık küfür olmaktan çıkıp havalı bir kelime haline gelmiştir. Böyle havalı bir kelime ile can acıtmak isteyenler artık seni vuramazlar. Bu düşünceden yola çıkarak, geylere hakaret amaçlı söylenen ‘İbne’ kelimesini kitabımın içinde sahiplenmek istedim. Kitabın ilk sayfalarında karşınıza çıkan Duru Ekşioğlu’nun yaptığı bir tipografi ile bunu yaptık: “Burayı yine ibneler bastı’” ve bu kötü bir şey değil. Eğer biz izin vermezsek kimse dört harften oluşan bu kelime ile bizi üzemez. 

Diyalog yazmak zordur denir, sen diyaloglardan oluşan bir kitap yazmışsın. Diyalog yazmak senin için bir konfor alanı mı, yoksa debelenmesi zevkli bir mücadele alanı mı?

Diyalog yazmak kendimi çok rahat hissettiğim bir alan. Anlatıcının müdahalelerindense karakterleri konuşturup anlatmak istenileni onların sözleriyle vermeyi tercih ediyorum. Bu yazılan metnin daha rahat okunmasını sağlıyor. Kitabı eline alan hızlı bir şekilde bitirebiliyor. Ayrıca bu karakter bu sözlerle ne demek istedi diye düşünüp hayal etmeni sağlıyor. Mesela kitaptan çok sevdiğim bir kısmı paylaşmak istiyorum:

Sahi nasıl bir şey şu senin Kara Köpek?

Benimki çok güzel. Dışarıdan devasa, ürkünç, kapkara, vahşi, sivri dişli kurdumsu bir köpek. Ben bakınca parlak, uzun güzel tüylerle kocaman bir koruyucu görüyorum. Dışarıdan vahşi olması fakat benimle evcil yavru bir köpek gibi davranması bana kendimi özel hissettiriyor. Üstüne binip geziyorum. Millet korkusundan ‘Aa, bu çocuğun ne işi var köpeğin üstünde, elinde çikolatalı sütle?’ diyemiyor. Bulaşamıyorlar hiç… Köyün delisi gibi rahat rahat takılabiliyorum tepesinde. ‘Fiyuuu ve Vuhuuu’ diye bağırıyorum.

Okurken o çocuğu görebildiniz mi? İşte böyle bir şey diyalog. 

“Kitaptaki görseller için tanıdığımız insanları kullandık. Mesela aşağıdaki çizimde küvetin yanında duran Yasemin Mori. Kendisi şarkılarıyla bana her zaman ilham olmuştur. Yazarken sürekli dinlediğim bu muhteşem kadının görüntüsünün de kitabımın içinde olmasını istedim.” 

Kitaplarında harika illüstrasyonlar var, bu seferkilere de bayıldım. Ece Cangüden ile birlikte yaratıyorsunuz kitapları aslında. Bu sefer tipografileriyle Duru Ekşioğlu’da katılmış. Onların katkıları için neler söylemek istersin?

Ece’nin yetenekli bir ressam ve heykeltıraş olmasının yanında muhteşem bir illüstratör olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa, bu konuda ne kadar yetenekli olduğunun pek farkında değil. Bu konuları konuştuğumuzda sırf beni sevdiği ve yazdıklarıma inandığı için illüstrasyon yaptığını söylüyor. Oysa ben ortaya çıkardığı işlere baktığımda bu alanda ne kadar ileri gidebileceğini görebiliyorum. Fakat bu kendisinin seçimi. Bu sıralar post organik resimler ve heykeller yapmayı tercih ediyor. İlerisini hep birlikte göreceğiz. Duru’ya gelirsek, tipografilerinin kendisine has bir sadeliği var. Bizlerden biri yazmış gibi. Tam olarak bu yüzden kendisiyle çalışmak istedim. Yaptığı işi çok samimi buldum. Süsleyerek ben buradayım demektense, anlatılmak isteneni sadelikle ortaya koyuyor. İlk defa denediğim bu teknik, kitabın içine değişik bir hava kattı. Tipografileri kullanarak yer yer bazı şeyleri vurgulamak istedik.

Merak ettiğim diğer şey de kitaptaki karakterlerin illüstrasyonları hayali mi, eş dostun suretleri mi? Aslında şunun için soruyorum, kitapta oturuşundan, tek bir sözüne, edasından, giyinişine etkilendiğin pek çok insanın kulaklarını çınlatmışsın. Karakter ve illüstrasyonların yaratımında yine onlardan mı esinlendiniz ekipçe?

Kitaptaki görseller için tanıdığımız insanları kullandık. Mesela aşağıdaki çizimde küvetin yanında duran Yasemin Mori. Kendisi şarkılarıyla bana her zaman ilham olmuştur. Yazarken sürekli dinlediğim bu muhteşem kadının görüntüsünün de kitabımın içinde olmasını istedim. 

Karakterlere gelince hepsi birer yapboz parçası gibi. Hiçbiri tamamen gerçek karakterler değil. Ama bir yandan da biraz senden, biraz benden, biraz da ondan.

Peki Olamayanlar’da neler bekliyor bizi, ufak tüyolar alsak senden?

Olamayanlar on üç tane kısa öyküden oluşan bir öykü kitabı. Corona sürecinde eve kapanınca yarısını bitirdim. Adını kafasına hayran olduğum arkadaşım Özgür Balamir’in çektiği bir kısa filmden alıyor. Özgür, filminde zombileri anlatırken ben kitabımda yarım kalan, olamamış aşk hikâyelerini anlattım. Her birisi var oluşlarının doğal bir sebebi olarak roman olamayacak kadar kısa fakat aynı zamanda kaleme alınmaya değecek kadar da ilginç ve değerli. Kitabın çizimleri için Birce Kirkova ile anlaştık. Birce’nin kendine has bir tarzı var. Canlı neon renklerine rağmen yeşil yılanları ve distopik mutsuz suratlarıyla anlatmak istediğim karanlığı iyi bir şekilde yakaladığını düşünüyorum. Birce kitap çıktıktan sonra bu çizimlerden oluşacak bir sergi yapmayı planlıyor. Üzerine o çok sevdiğim pembe elbisesini giyecekmiş. Bu sergi Kadıköy Bina’da olsa ne güzel olur. 

Sola Unitas etiketiyle yayımlanan ve gelirlerinin bir kısmı sokak hayvanları adına bağışlanacak Kara Köpek’e bu adresten ulaşabilirsiniz.