Kalabalığa karışmak: Herkesin Bildiği Sırlar
Yazı: Zelal Buldan - Fotoğraf: Sami Aksu
Bu yazı, diğer yazılardan farklı olarak oyunun bitişinden başlasın. Oyun bitti, ışıklar kapandı. Alkışlar başladı ve Ayşecan Tatari ile Emir Çubukçu el ele tutuşarak selam verdi. Diğer bütün oyunlarda olduğu gibi yani. “Ne var yani bunda?” dediğinizi duyar gibiyim. Diğer bütün oyunlardan farklı olarak bu ikilinin selam verirken dahi el ele tutuşmasını istemedim. Toksik ilişkiler böyle değil midir? İlişkiyi yaşayanlar kadar çevrede olan biteni izleyenleri de rahatsız eder. İlişkinin içindeysen geçmiş olsun, ilişkinin çevresindeysen de geçmiş olsun. Herkesin Bildiği Sırlar tam da böyle bir ilişkinin ortasına atıyor seyirciyi. 80 dakikanın sonunda selam verirken el ele tutuşmalarını bile istemez oluyorsun böylece.
Daha önce böyle bir ilişkide yer aldıysan veya kıyısında dolaştıysan daha da geçmiş olsun. Bol tetiklenmeli bir oyun seni bekliyor. Böyle deyince biraz korkutucu oldu, evet. Korkutucu olmasın çünkü yüzleşmek çoğunlukla iyi geliyor insana. Bir oyun aracılığıyla, bir kitap dizesiyle veya bir film sahnesiyle. Yavuz Özkan’ın kaleme aldığı Edip Tepeli’nin yönettiği Herkesin Bildiği Sırlar, D22’nin yeni oyunu.
Oyunun sıradaki temsilleri 11 Aralık’ta Sahne Dragos’ta ve 23 Aralık’ta Caddebostan Kültür Merkezi’nde. Biletler de burada.
Konu nedir?
Yağmurlu bir günde bir ay önce ayrıldığı eve eşyalarını almak üzere gelen kadına kolilere koyulmuş eşyaların ortasında bir telefon gelir. Nakliyeciler yağmurlu günlerde çalışmamaktadır. Adam, bu haberin üzerine kapıyı içeriden kilitler ve son bir kez konuşmak ister. “Birbirimizi böyle hatırlamayalım.” diyerek başladıkları konuşma birbirlerini tam olarak niçin böyle hatırlayacaklarının kısa bir özetini sunar.
İlk intiba
Bir evin içinde geçse de oyun; koliler, üzeri kaplanmış koltuk ve zeminiyle bir ev sıcaklığından çok uzaklarda başlıyor. Bu evde yaşanan her şey ve bütün duygular paketlenmiş hâlde tam merkezde yer alıyor. Kolilerin içinde yer alan eşyalardan çok eşyaların neden kolide olduğu merakı oluşuyor kadının eve gelişiyle beraber. İki kişilik bu evden birinin gitmesi gerekmiş, biri bu ilişkiden vazgeçmiş ve biri bu sahtelikten iznini istemiş. Peki ama neden? Kolilere sığmayan duygular aracılığıyla nedenler ve nasıllar arasında çıkılacak bu yolculuğun pek de kolay geçmeyeceği daha ilk andan hissettiriyor kendini. “Mutlu anlar da vardır bu hikâyede” umuduna tutunduruyor olsa da mutlu anlar hep çok kısa sürüyor ve oyun ilerledikçe unutuluyor. Mutlu anlar sanki kolilerin içinde başka bir yere gidiyor, yağmura ve fırtınaya rağmen. Oyunun müziklerinin sahibi Sevda Deniz Karali’nin sesiyle okursak:
“Bana gülmeyi armağan ettin ama.
Nereye koydum bulamıyorum.”
En çok nesini sevdim?
Oyunun bütün bu konuşmaların, bu gecenin yaşanmadığı ihtimalini düşündürdüğü ânı. Tam o anda sahnede bütün bu yaşanmışlıklarla duran iki oyuncunun yorgun duruşunu. Planlı yapılmış veya yapılmamış olsun fark etmeksizin, bana yansıyan hâliyle oyunun bitişinin yorgunluğunun söylenmeyenlerin yorgunluğuna dönüşme hâlini. Bu ânın zihnimde açtığı “Sağlıklı iletişim kuramayacağını bildiğin hâlde biriyle konuşmak mı daha yorucudur yoksa susmak mı?” sorusunu ve eve yürürken hissettiklerimi sevdim. Bir şeyler hissettiren her şeyi sevdiğim gibi.
En az nesini sevdim?
Konuşmanın bitmesi gereken bazı anlardan çok sonra bitmesini, bu noktada diyalogların yer yer tekrara düşmesini. Bazı hassas başlıkları erkek karakterin bakış açısından dinlemeyi ve haklılığın bulanıklığının bu başlıklar etrafında dolaşmasını.
Nasıl hissettirdi?
Bazıları giderken yıkıp dökmeyi sever, bazıları yıkılıp dökülmemek için gitmeyi seçer. Her iki gidişin de izini bulduğum bir oyunun ardından kendi gidişlerimi düşündüm. Çokça düşünmüş olacağım ki ertesi gece üzerime yük olan bazı söylenmemiş cümlelerim rüyama girdi. Oyunun ardından eve yürürken sorduğum o soru tekrar etti: “Sağlıklı iletişim kuramayacağını bildiğin hâlde biriyle konuşmak mı daha yorucudur yoksa susmak mı?” Cevabı düşünmeye çok vaktim yoktu, ertesi gün yoğunluğum çoktan başlamıştı ve sokakta kalabalığa karışmıştım. Oyunda iletişimi zayıflayınca arkadaş gruplarındaki kalabalığa karışan iki karakter gibi. Kalabalığım tükenince elbet tekrar düşüneceğim. Düşünmeyince her şey yolunda gibi. Bu herkesin bildiği bir sır değil mi?