Hira Tekindor’dan bu sezon prömiyer yapacak “Toz”a dair ipuçları

Kim Korkar Hain Kurttan, Köprüden Görünüş, Arzu Tramvayı gibi klasikleri yöneten Hira Tekindor bu kez yerli bir metnin rejisini üstleniyor. Genç kuşağın başarılı yazarlarından Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun kaleme aldığı Toz’u yönetecek olan Hira Tekindor; seyirciye hikâyesini bilmedikleri bir oyun sunacak olmaktan dolayı heyecanlı. Usta oyuncu Zerrin Tekindor’un tek kişilik performansına sahne olacak olan “Toz” bu sezonda prömiyer yapacak. Biz de seyircinin sabırsızlıkla beklediği oyunla ilgili Hira Tekindor’dan ipuçları istedik ve kendisine sektöre dair bazı sorular yönelttik.

Röportaj: Hande Sönmez, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel

“Bir şey izlediğinizde kalan bazen toz olur uçar, bazen hayat değişir…”

İlk kez yerli bir metni yöneteceksin. Hem yöntem hem de duygu olarak sende yarattığı bir fark var mı? Ya da yüklediği ekstra bir sorumluluk?

Üç Amerikan klasiğinden sonra yönettiğim oyunun yazarının bir telefon uzağımda olması çok konforlu her şeyden önce. “Şurası niye böyle”, “Kadın bunu bunun için mi diyor” gibi sorularımla oyunumuzun yazarı Murat Mahmutyazıcıoğlu’nu biraz yoruyor olabilirim. Ama sabırla cevap veriyor ne sorarsam… Daha önce yönettiğim oyunlar çok bilinen metinlerdi ve Türkiye’de sahnelenmişlerdi. Metni bilen birçok seyirci de görmeyi umduğu şeylerle geliyordu. Umduğunu bulan da oluyordu, bulamayan da… Toz ile ilgili şu an için kimsenin bir fikrinin olmaması beni heyecanlandırıyor. 

Toz’un yazım sürecinde yazarla yani Murat’la temasınız ne noktadaydı? Sipariş bir metinden ötesi oldu sanırım… İş birliğinizden biraz bahseder misin?

Aslında başka bir oyunu yönetmek için yola çıkmıştım. Yine tek kişilikti ama çok Amerikan referansları olan bir metindi. Amerikan edebiyatı, New York sokakları, 11 Eylül saldırıları, vs… Tek kişilik bir oyunda da hikâyenin direkt seyirciyle bir şekilde bağ kurması gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple de o metni İstanbul’a uyarlamaya karar verdik. Ve bunu yapması için de Murat’a ulaştım. Tanışmıyorduk ama Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’i seyretmiştim ve metni çok sevmiştim. Murat da bana telefonda “Ben bu oyunu uyarlamak yerine size sıfırdan yeni bir oyun yazsam, ne dersiniz?” diye sordu. “Çok mutlu olurum” dedim ve 2-3 ay sonra da Toz‘u yazıp gönderdi.

Toz’un metninde seni bir yönetmen olarak heveslendiren, motive eden şeyler neler?

Oyunla ilgili çok fazla ipucu vermeden bu soruyu cevaplamak zor ama Türk bir yazarın yeni bir oyununu yönetiyor olmak çok güzel bir his. Murat’ın dopdolu bir hikâyeyi, çok sade bir dil ve bir kurguyla anlatması etkiledi beni. Zerrin Tekindor’la tekrar çalışmak müthiş bir zevk. Ev ayarlarıyla, prova ayarları biraz şaşsa da, eğleniyoruz provalarda.

Henüz söylemek için erken olsa da provalardan da hareketle; Toz’un seyircide nasıl bir his bırakacağını düşünüyorsun / ya da bıraksın istersin?

Bir şey izlediğinizde size kalanlar herkese göre değişir. Bazen toz olur uçar, bazen çok şey kalır, bazen bir cümle kalır, bazen de hayat değişir… Toz‘dan çıkan seyirciye de şöyle bir hisle ayrılsın demek istemem ama bir süre hatırlayacakları bir oyun olsun isterim.

Bir süredir Craft Tiyatro’nun oyunlarına yaptığın çevirilerle de güzel tepkiler aldın. Biraz Craft’la, Çağ Çalışkur ve İbrahim Çiçek’le olan işbirliğinizden bahseder misin?

İbrahim benim çok yakın arkadaşım. Onunla tiyatro hakkında konuşmayı, oyunlar seyretmeyi, proje üretmeyi çok seviyorum. İbrahim’in yönettiği ikinci oyun olan Killology‘yi çevirmemi istemesiyle başladı aslında. Daha önce Jez Butterworth’ün yazdığı Nehir oyununu çevirmiştim. Killology‘den sonra da, Çağ (Çalışkur) , Fotoğraf 51‘i çevirmemi istedi. O oyunu da Londra’da seyretmiştim ve açıkçası Nicole Kidman’ın oynaması dışında pek de bir özelliği olmayan bir prodüksiyondu. Ama zor bir metin olmasına rağmen Çağ o kadar güzel yönetmiş, Funda Eryiğit de o kadar iyi oynuyor ki, Londra’dakinden çok daha iyi bir oyun çıkmış ortaya. Sonra yine İbrahim’in yönettiği Kalp, Kızlar ve Oğlanlar ve Evlat oyunlarını çevirdim. Daha Evlat‘ı seyredemedim ama Kalp ile Kızlar ve Oğlanlar çok etkileyiciydi. Çok mutluyum bu iyi yönetmenlerin güzel oyunlarının ekibinde yer aldığım için. 

Çok iyi bir tiyatro izleyicisi olarak; Türkiye’de son yıllarda tiyatroya artan ilgiyi, seyirciyi, konan oyunları nasıl değerlendiriyorsun?

Bir yere kadar katılıyorum bu son yıllarda tiyatrodaki patlamaya. Annem-babam tiyatrocu olduğu için, küçüklüğümde de çok fazla oyun seyrettim. Hem onların, hem başkalarının oyunlarını. Yarı salon ya da boş salona oynayan bir oyun hiç görmedim o zamanlardan beri. Bana göre her zaman tiyatronun seyircisi vardır. Ayrıca oyunculuğun asıl yeri tiyatrodur. Tiyatro yapmayarak iyi oyuncu kabul ettiğimiz insan sayısı çok azdır. Dünya çapında birçok yabancı oyuncu filmlerini yaparlar ama iki-üç senede bir mutlaka oyun da oynarlar.Âdeta şarj olurlar. Türkiye’deki oyuncular da meslek hayatlarında artık tiyatro yapmanın bir ihtiyaç olduğunu fark etti sanırım. Oyunculuklarını geliştirebilecekleri en doğru yerin sahne olduğunu fark ettiler belki de. Dizilerde bile, genelde yan karakter olarak gördüğümüz tiyatro oyuncuları, her yapılan işi inanılmaz yükselttiler. Popüler oyuncular da bu işin asıl yerinin sahne olduğunu anladı. Seyircinin de popüler oyuncuları sahnede görme isteği bu artışı besliyor olabilir. Ama seyircinin tiyatroya gitme amacı ne olursa olsun, gidiyor olması çok önemli. Hele bir böyle bir zamanda, o pahalı bileti alıp, o trafiği çekip, o salona oturması çok değerli. 

Sence son zamanlarda tiyatro sahnesi üzerindeki reji anlayışı evrildi mi? Evrildiyse nasıl bir noktaya evrildi?

Çeşit çeşit anlayış, bakış açısı, vizyon var… Hiç aklınıza gelmeyen yepyeni bir prodüksiyon da seyredebilirsiniz, daha önce defalarca yapılmış demode bir oyuna da denk gelebilirsiniz. Türkiye’de bana bu mesleği sevdiren, hayranı olduğum çok değerli yönetmenler var. Ama özellikle son zamanlarda bu işi niye yaptığının adını doğru koyan, ne anlatmak istediğini bilen, enteresan fikirleri olan, bu işe gönül vermiş pek çok genç yönetmen de var. Hep beraber büyüyoruz. 

Sence son zamanlarda tiyatro sahnesi üzerindeki oyunculuk anlayışı evrildi mi? Evrildiyse nasıl bir noktaya evrildi?

Oyunculuk anlayışı aslında oyuncuya göre değişiyor. Oyuncu kalbiyle yolunu bulur. Dünyaya açık olan, hayatın içinde olan, pek çok şey seyreden, okuyan, gezen, meraklı oyuncu her zaman öne geçer. Hele bir de samimiyse, onun oyunculuğu her zaman zamansız olur.  

Son olarak bize biraz Londra’dan biraz da İstanbul’dan oyun tavsiye etmeni rica etsem?

Türkiye’de çok az kaldığım için önceliği kendi çevirdiğim oyunlara verdim haliyle, onları seyrettim. Hepsine de bayıldım. Craft oyunları Fotoğraf 51 ve Kalp çok iyi yönetilmiş ve çok iyi oynanıyor. Kayhan Berkin’in yönettiği Versus yapımı Lampedusa da çok güzeldi. Yücel Erten’in yönettiği, Tiyatro Pera oyunu Barakalar ve Saraylar‘ı da çok beğendim. Londra’da da şu an sahnelenmekte olan Jamie Lloyd’un yönettiği Cyrano de Bergerac‘ı tavsiye ederim. James McAvoy müthiş oynuyor.