Dünyanın kapısında: Hiss ile sohbet

Röportaj: Eylül Ege

Azerbaycan müzik sahnesinin yeni nesil seslerinden Hiss, geride kalan üç yıldan bu yana sıra sıra dizdiği teklilerle müzikal yolculuğuna devam etmekte. 2019’a tarihlenen “Sevdim”in ardından arayı hiç açmayan Hiss, bu senenin başında, tamamı Türkçe olan ilk şarkısı “Bela”yı paylaşmıştı. Onu, hayatla bir hesaplaşma seansı olan “Şans”, “Çek”, gözlerimizin içine baktığı “Busan” ve “Unuduram” takip etti. Müzisyenin yedi şarkıyı bir araya getiren ilk albümü Mars da Warner Music Türkiye etiketiyle artık yayında.

Hiss’i daha yakından tanımak için çocukluğundan şarkı yazma deneyiminin ondaki karşılığına, müziğine yansıtmak istediği duruştan, geleceğe dair heyecanlarına uzanan bir sohbete koyulduk.

“Beni 80’lerde, 70’lerde doğanlar da seviyor, 2000’liler de. Bence onların arasında bir köprü oldum çünkü iki jenerasyonu da iyi tanıyorum.”

Röya için müzik bir çocukluk aşkı mıydı yoksa onunla ilişkin büyüdükçe mi kuvvetlendi? Bizi müzikle olan serüveninin başına götürür müsün? Keşfetme süreci senin için nasıl işliyor?

Müziğin herkeste olduğu gibi benim de hayatımda önemli bir yeri var tabii ki; her zaman müzik dinledim. Onu işe ve günlük hayata dönüştürdükten sonra ise bağlantım daha da gelişti müzikle. Samimi olmak gerekirse boşluktan başladım. Çocuklukta nerede bir müzisyen olsa hep onun yanına kaçardım hatta bir iki kişinin mikrofonunu elinden alıp şarkı söylediğim oldu. Aslında çocukluktan var içimde ama sadece müzikle uğraşayım hissi hakikaten de bir günde geldi bana; bir saatte, belki de bir dakikada geldi. İçimden bir ses “Sen müzik yapmalısın.” dedi. Altıncı hissim hep kuvvetlidir. Birden biri söyledi: “Müzik yapmalısın sen, müzik yap.” 

Aranje, miks, mastering nasıl olur? Müzik nasıl yapılır? Başlangıçta hiç bilgim yoktu. Ben araştırdım aslında. Müzisyenleri izledim, onların çalıştığı insanları izledim. Nerede ne yapıyorlar? Bir iki ayım bunu araştırmakla geçti. Daha sonra bir arkadaş buldum. Gittim stüdyosuna. Ne gibi bir şey okuyacağımı, hangi janrda, hangi stilde okuyacağımı da bilmiyordum. Ona şarkılar gösteriyordum. “Bak bunu istiyorum, böyle bir şey.” diye. İşler yavaş yavaş değişti tabii. Artık üç dört yıl geçti ve kendimi bu konuda kuvvetlendirdim. Şu anki durumu, eğilimleri de çok iyi biliyorum. İnsanlar neyi seviyor? 1995 doğumluyum; beni 80’lerde, 70’lerde doğanlar da seviyor, 2000’liler de. Bence onların arasında bir köprü oldum çünkü iki jenerasyonu da iyi tanıyorum. Yetişkinim ama kalbimde çocukluk var. O yüzden insanları anlayabiliyorum ve ne istediklerini çok iyi biliyorum.

Aslında her gün kendimi keşfediyorum, her gün bir şeyimi buluyorum, bir yeteneğimi, bir şeyle bağlantımı… Bir bakış açımı buluyorum. Kendimi analiz etmeyi çok seviyorum ve bu bir anda başlamadı bence, yavaş yavaş oturdu. Belki de bir yerde başlamış da ben hiç orasını hatırlamıyorum çünkü hiç o konularda “A nasıl oldu? Neden bunu yaptım?” diye sorgulamam. 

Ses dünyanda trap, pop, hip hop elementlerini harmanlıyorsun. Seni bu tınılara yönelten ilhamlar nelerdi? Sana “Ben de böyle bir müzik yapmayı isterdim” diye düşündüren müzisyen(ler)den bahsedebilir misin biraz?

Ben aslında her şeyi yapabilirim. Culture müzik de yapabilirim ama tabii ki kendi tarzımda; hepsini kendi tarzımda yaparım. Şu an bunları yapıyorum çünkü 2010’dan sonra bunlar yaygınlaştı. Azerbaycan kültür müziklerini yani eski müzikleri dinlerim tabii ama işte şu an yapılan hiçbir şeyi dinlemem çünkü bana hiç ilham vermiyor. Genellikle Avrupa, ABD tabanlı müzikleri dinliyorum, dünyayı araştırmayı önemsiyorum. Onlar aracılığıyla trap, pop, hip hop’u dinleyip sevdiğim için ben de bunları yapıyorum diye düşünüyorum. 

Az önce söylediğim gibi ilk stüdyoya girdiğimde, aranjör arkadaş bana “Nasıl şeyler dinliyorsun?” diye sormuştu. Ona ilk Dua Lipa’nın “Be The One”ını göstermiştim, onu çok seviyorum. French Montana’nın “Unforgettable”ı çok önde benim için. Onları göstermiştim; o zaman onları daha çok dinliyordum ama şimdilerde dünyada çok fazla müzisyeni izliyorum. No name’ler ya da daha ünlüler… Çok bilinmeyenleri daha çok izliyorum ama mesela Sia’yı da çok seviyorum, onun sanatını çok seviyorum. Rihanna da benim olmazsa olmazım.

Adın, Azerbaycan müzik sahnesinin en çok ilgi gören yeni nesil seslerinden biri olarak zikrediliyor. Köklü bir kültür etrafında tesiri yüksek müzikler üreten bir coğrafyada yaşıyorsun. Ülkendeki güncel müzikal atmosferi nasıl değerlendiriyorsun? Bu konuda seni heyecanlandıran ya da şikayetçi olduğun şeyler neler? Bize “Kesin dinlemeniz lazım.” diyeceğin birkaç öneri bırakabilir misin?

Evet, Azerbaycan’da böylesine ilgi gördüğüm için çok mutluyum ve bunu kaldırmak için daha da çok çabalıyorum ama hedefim yalnız Azerbaycan değil. Sadece kendimin bildiği planlarım var. Ben tabii ki Avrupa’da da bunu yapacağım; ABD’de de yapabilirim ama o biraz daha zor realist konuşmak gerekirse. Azerbaycan’ın çok köklü bir kültürü var, çok iyi  müzisyenleri var ama ben 2005 yılından sonra bir durgunluk olduğunu düşünüyorum. Öve öve anlatacağım müzisyenler var tabii ama çok az sayıdalar. Eğer pop ya da hip hoptan bahsedeceksek, bana ilham verecek müzisyen neredeyse yok derecesinde. Tərlan Məmmədhüseynov var mesela, onu çok seviyorum. Azerbaycanlı bir bestekâr, Türkiye’nin Tolgar Işıklı gibi bir ismi. Onun “Ümid Reqsi” şarkısını çok seviyorum. 

“Hayalim dünyaya ‘Ben de buradayım. Ben de varım.’ demek.”

Geçtiğimiz eylülde yayımladığın “Busan”, sözü ve müziği sana ait olan ilk üretimindi. Şarkı yazarlığı nasıl gidiyor? Yaratıcı süreçler iyileştiriciliğinin yanında bir miktar huzursuzluk da barındırır; bu deneyim sende nasıl karşılık buldu?

Aslında bir arkadaşımla beraber yazdık. Miro, Azerbaycan’ın çok iyi bir bestekârı. Ben ona yazdıklarımı gönderdim. “Ben bunu söylemek istiyorum, insanlara bu fikri anlatmak istiyorum” diye düşüncelerimi paylaştım. O da kafiyeleri düzeltti, “Bence burada böyle olsun” diye yorumladı. Birlikte yaptık.

Çok eğlenceli bir şey müzik yazmak. Zaten öncesinde de ben hep yazıyordum ama hiç sevmiyordum çıkanları, bence yalnız yazdığım içinmiş. Benim için ekip çok önemli ve bence bu şarkı ekip işi olduğu için çok uğurlu geldi. Ama bir yandan da telefonumda belki  yüzlerce müzik var sözünü müziğini yazıp da hiç kimseye göstermediğim. İddialı bir insan olduğum için “En iyisini yapayım, en iyisini ben yapayım, en iyisini göstereyim” diye kendime saklıyorum ve kimse yardımcı olmadan tek başıma yazmak için de çabalıyorum. Müzik yapmayı da yazmayı da hakikaten çok seviyorum. 

“Busan”, ikiyüzlülüğe bir tepki ve hakkındaki ön yargılara karşı bir meydan okumaydı. Şarkılarında temas etmeyi anlamlı bulduğun, kafayı taktığın temalar neler? Albümde ve gelecekte bizi neler bekliyor? Bu ara zihninde en çok hangi sorular dönüyor?

Benim tüm şarkılarımda güçlü kadın figürü var. Ben de öyle bir insanım ve bu benim yansımam. Ben cool’luk peşindeyim aslında! Yani güçlülük peşinde… Bana bestekârlar da şarkılar gönderiyor, “Seni seviyorum, ne olur gitme” gibi cümleler duyunca “Bana böyle böyle şarkılar göndermeyin.” diyorum. Böyle konuları hayatta da sevmem, dolayısıyla müziğime de onu yansıtmak istemiyorum. Bence önemli olan güçlü olmak ve sözünü sakınmamak. Bazen zayıf insanlar olur, sözünü söylemeye korkar, yok demeyi bilemez. Bence umursamaz olmak da gerek, her şeyi kafaya takmadan inandığını seslendirebilmek gerek. Aslında şarkılarım genel olarak bu temalarda. Tabii gündemde olan mevzular da parçalarımın konusu olabilir yani o an çok konuşulan şeyleri kendi bakış açıma göre o aktarabilirim. 

Albümümü her gün dinliyorum, sonra sıkılıyorum, “Ay yok, bu o değil.” diyorum. Aslında hiç “Ben süperim, ben iyiyim, ben şöyleyim, ben böyleyim.” diyen biri değilim. Kendi içimi biliyorum, daha iyisini yapacağımı biliyorum. Bu ilk albümüm, tabii ki kusursuz hiç kimse yok ve daha iyisini yapacağım. Ama bu albüm de çok iyi. Yani şu anki vaziyetime, şu anki bakış açıma göre albümümü çok seviyorum, tabii ilk albümüm olduğu için de. 

Tamamı Türkçe sözlere sahip “Bela” parçasının, ekibi çoğu kadın+lardan oluşan klibini de İstanbul’da, heykeltıraş Mehmet Aksoy’un Beykoz Cumhuriyet Köyü’ndeki Böcek Ev’inde çekmiştiniz. Süreç nasıl gelişti, Türkiye’ye ve buradaki dinleyiciye ulaşmaya dair düşüncelerinden bahsedebilir misin biraz?

“Bela”nın çekiliş şeklini çok sevdim. Orada çok şey öğrendim. Ekip çalışması nasıl olur; dünyada, Türkiye’de klipler nasıl çekilir orada öğrendim, bunun için çok mutluyum. Süreç Warner’ın teklifiyle gelişti. Ben de seve seve kabul ettim çünkü bu yeni bir deneyimdi ve benim için çok heyecanlıydı. Türkiye’de çekilen klipleri çok seviyorum; çok profesyonel ve başarılı buluyorum. Çok iyi arkadaşlar da edindim tabii. Azerbaycan’da benim işlerimi beğenen herkes “Senin en iyi klibin ‘Bela’. En iyi şarkın ‘Bela’.” diyor. 

Ben bir ülkeye bağlı olmak istemiyorum. Tamam, Azerbaycan’da doğdum, burada bir kitlem var ama ben dünyaya ulaşmak istiyorum. Türkçe de olabilir, Alman dilinde de okuyabilirim, İngilizce de okuyabilirim, Rusça da okuyabilirim. Müziğin dili yok. Amacım herkese herkesin kalbine doğru yol açmak yani. Türkiye’de de beni seven dinleyicilerim var, bana yazıyorlar. YouTube’da bütün videolarımın altındaki yorumların çoğu da Türkiye’den. Türkiye’yi çok seviyorum ama yine diyorum, dünyaya açılacağım ben.

Ulaştığın kitleyi genişletirken şarkılarını ana dilinde söyleyerek devam etmek konusunda ne düşünüyorsun?

Dünyaya ulaşmak için globalin dilinden konuşmak gerek. O yüzden İngilizce iki şarkı yazdık. Şimdi bunu ilk defa size söylüyorum, seneye İngilizce bir albüm olabilir. Belki giriş için bir tekli de paylaşabilirim. Şimdilik bilmiyorum ama kesinlikle ve kesinlikle 2023’te İngilizce bir şeyler gelecek ve en iyisi o olacak bence. Onun için her gün stüdyodayız.

Bizimle bir hayalini paylaşır mısın?

Hayalim Super Bowl’a çıkmak! İlk Azerbaycanlı olarak Super Bowl’da bulunmayı çok isterim tabii ama asıl hayalim daha büyük bir kitleyle tanışmak çünkü ben hayatımı müziğe dayadım. O yüzden hayalim dünyaya “Ben de buradayım. Ben de varım.” demek.