Yas, intikam ve bolca strateji: House of The Dragon 2. sezon prömiyeri

Yazı: Zeynep Naz Günsal

Kaç senelik bestie’ler Ryan J. Condal ve George R. R. Martin’in yarattığı, Game of Thrones’un şaşırtmayan şekilde büyük ses getirmiş öncülü House of the Dragon, beklenen yeni sezonuyla sonunda geri dönmüş ve BluTV kataloğunda yerini almış durumda. 

Ekranlara dönmesi iki yılı bulmuş serinin bu sezonki hikâyesi hakkındaki spekülasyonlar daha geçen senelerden başlamış, dizinin Game of Thrones transferi favori showrunner’ı Miguel Sapochnik’in ekibe vedası bazılarımızı evhamlandırmıştı. Onun bir nevi yerini doldurmuş HBO favorisi Alan Taylor ân itibarıyla dizinin yapımcısı olmakla birlikte, sezonun bu dâhil iki bölümünün rejisini de üstlendi. Kendisinin yönettiği “A Son for a Son”, sezonu gümbür gümbür başlatırken; gidişata dair hem icra hem öykü boyutunda önemli beyanlarda bulunuyor.

Bu yazı House of the Dragon 2. sezonun ilk bölümünü izlememişler yahut diziyi takip ederken kitabına bakmamayı tercih edenler için kimi sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân

Kral Viserys öldükten ve ilk sezon finalinden iki hafta sonrası. Dragonstone’da, King’s Landing’de ve kısa bir süre de Driftmark’ta bulunuyoruz.

Nerede kalmıştık?

Kral Viserys’in ölüm döşeğinde “Aegon’un Rüyası” hakkında sayıkladıklarını cehaletinden dolayı yanlış anlayan Kraliçe Alicent, onun son dileğinin kendi oğulları II. Aegon’un kral olması olduğunu sanıp, meşru varis Rhaenyra’nın tahtını gasp etmişti. Saraydan Meleys üstünde kaçan Rhaenys’ten aynı nefeste hem babasının vefatını hem de bu durumu öğrenen Rhenyra, bu nedenle çok zorlu bir düşük yaşamış; her şeyin üstüne bir de oğlu Lucerys’e olanlarla yıkılmıştı.

İzlemeden önce bilinmesi gerekenler

*Bu sezon ilki gibi zamanda büyük sıçramalar içermiyor. Malum olayların direkt içindeyiz artık.

*Ayrıca sezon geçenkinin aksine on değil, sadece sekiz bölüm. Bu da prömiyerin 64 dakika olmasını açıklıyor gibi…

*Yapım süreci WGA (Amerikan Yazarlar Birliği) ve SAG-AFTRA (Sinema Oyuncuları Birliği) grevlerinden ötürü pek de aksamamış nadir dizilerden: Çekimler geçen yaz boyunca devam etmiş. Üçüncü sezon da çoktan, bu ay başı onaylandı. Şaşırdık mı?

*Miguel Sapochnik ayrılığını müteşekkir bir mesajla duyurup; şirkete, diziye ve oyunculara sevgilerini iletmiş olsa da olaylar o kadar da dostane şekilde gelişmemiş: Sapochnik’in seriye vedasının asıl nedeni, eşi ve ilk sezonun yapımcılarından Alexis Raben’ın -bu arada kendisi Game of Thrones’un son, House of the Dragon’un ise ilk sezonunda küçük roller canlandırmış- görevine kaldığı yerden devam etme ricasının HBO tarafından reddedilmesi. Sapochnik ve Raben’ın isteği, Raben’ın yeterince deneyim ya da uzmanlığa sahip olmadığı gerekçesiyle geri çevrilince çift gücenmiş. Yöneticiler araya arabulucu sokup yönetmeni kararından vazgeçirmeye çalışmışlar ama ne fayda…

*Birçok yeni karakter var. Şahsen en çok merak ettiklerim Alicent’ın kardeşi Ser Gwayne Hightower (“posh” / jön tipleri hep süper oynayan Freddie Fox) ve Ser Simon Strong (Penny Dreadful ve Death of Stalin’den hatırlayabileceğiniz, benim biriciğim duayen Simon Russell Beale). 

*Ayrıca tam beş yeni ejderle tanışacağız bu sezon: Vermithor (1. sezonda da vardı ama tasarımı yenilenmiş, sakalımsı dikenleri var başında), Silverwing, Sheepstealer, Moondancer, Tyraxes ve Stormcloud. Birbirlerinden ayırt edilebilsinler diye VFX tasarımına baya uğraşılmış bu sefer. 

İlk intiba

Valla gayet güçlü, sezona “Hadi bakalım!” dedirten bir başlangıç. Hem başı hem de özellikle sonuyla. Yas, intikam, sabırsızlık, havada uçuşan stratejiler, ailelerin en savunmasız üyelerini hedef alan korkunç oyunlar… Soğukkanlılık yanlısı Alicent ve Rhaenyra’ya, Rhaenys’e tüm bu erkekler tabii ki de katiyen kulak asmadı. Daha ilk bölümden çocuk katli derken, bu dünyaya tam gaz geri girdik.

Yeni intro muhteşem! Hazır aile ağaçlarına eklenecek kimse kalmamışken bu bağları bu şekilde göstermek, daha betimsel bir şekilde anlatmak çok iyi, elzem ve taze bir seçim olmuş. Bunu dokuma gibi bir stilde yaparak dizinin çekirdeğindeki dişilliği daha da bir sahiplenmeleri neredeyse gururlandırdı beni.

Tek sıkıntı, bunca farklı başlık sekansını izlerken hep aynı, artık 13 yıldır duyduğumuz ve esasında ekibin her iki sezonun pazarlamasında yineler olduğu bu “BU ŞOV BAŞKA BİR ŞEY! GAME OF THRONES DEĞİL BU ŞOV!” ısrarına tamamen ters düşen şekilde aynı Nııııııııı nıııııı nı nınııııı nııı… ezgisini duymak, tekrar tekrar. Evet, bu bir franchise ama benim için bu melodi biraz trolleşti.

Yedi Krallık’a mensup tüm yerler arasından sezona resmen Winterfell’de ve aslında Duvar’da başlamamız şaşırtıcı. Geçen sezondan beri bir sürü insan Stark Hanedanı’nın ne zaman seride yer alacağını konuşuyordu zaten. Hem dakika bir, gol bir sıkı bir fan service yapmış hem de bu sezonun geçenkine kıyasla Yedi Krallık evrenine daha etraflıca ve kapsamlı yaklaşacağını da ilan etmiş oldular.

Savaşa hazırlık hengâmesinde, her iki taraf da menfaat ve stratejiler gereği eli kolu bağlı vaziyette. Ta ki Luce’un ölümü hemen hemen doğrulanana kadar elbette. Rhaenyra’nın Luce ve ejderi Arrax’ın kalıntılarını bulması hem onun bu tür dayanılmaz bir acıyla yüzleşmesini sağlayan ve yasını resmen başlatan hem de o yastan çıkarıp doğrudan tüm bu sürecin öfke fazına getiren şey oldu.

Aemond’un -aslında Vhaegar’ın- yediği halttan sonra Aemond’un önünde iki seçenek vardı: Bunun kasıtlı gelişmemiş olduğunu annesi Alicent’a ve tüm Yeşil Hanedan’a itiraf etmek ya da bu durumu kendi yaptığı bir seçim olarak sahiplenmek. Aemond tüm egosu ve gösterişte “zero-fucks-given” tavrıyla tabii ki bunlardan ikincisini seçti ve Yeşiller’i krize soktu. On yıl içerisinde Rhaenyra’ya olan kininden hiçbir şey eksilmemiş Ser Criston Cole’la perde arkasında çirkin planlar yapma çabasındalar. 

Daemon’un zaten şu anda söz konusu sivil savaşın iki tarafına da hâkim eylemsizliğe asla katlanamadığını biliyorduk. Siyahların arkasından iş çevirip, eski metresi “Beyaz Solucan” Mysandria’yı da affedip, onu Red Keep’e ulaşmak için kullanması; hem durumda gösterdiği merhametle şaşırttı hem de bilindik kurnazlığını yine konuşturması hiç sürpriz olmadı. 

Birrr sürü yeni karakterle tanışacağımız bu sezonda ilk bölümden gördüklerimiz karşılaşabileceğimiz en pislik olanları oldu resmen. Eski “Altın Pelerin” Blood ve sarayın saklı geçitlerini iyi bilen fare yakalayıcısı Cheese’in başını çektiği suikast, tasarımından uygulanışına tüm gerginliğiyle baya uzun gelmiş bir sahne. Çok uzun ve gergin bir süreydi. 

Ayrıca neyi sevdin? / En çok hangi sahneye yükseldin? 

Helaena’nın Alicent ve Criston’ı basma biçimi gerim gerim gerildiğimiz o sekanstan komik bir çıkış oldu.

En çok neyi sevdin?

Kraliçe Alicent’ın Ser Criston Cole’da kendi damağına göre bir kaçamak bulmuş olması sevindirici. Cinselliğinden şimdiye dek sadece başkalarının cinselliği (gerek Kral Viserys’in varis derdi, gerekse topal Lord Larys’in kör göze parmak -ya da ayak?- fetişi) uyarınca faydalanabilmiş bu karakterin cinselliğin nimetlerini üç-dört çocuk yaptıktan sonra kendi adına nihayet keşfedebilmiş olması büyük bir highlight. Ama bölüm sonuna doğru bu durumun da b*ku çıkmıyor değil. 

En az neyi sevdin?

“Aegon’un Rüyası” veya “Buz ve Ateşin Şarkısı” kehanetine bu kadar sık referans verilmesi bayıyor artık. 

Modunu nasıl etkiledi?

Bölüm bittikten sonra bir beş dakika boyunca pır pır attı kalpler. 

Kimler sever? 

“Nıııı nııııı nınınıııı nııı nını nıııı….”