IDLES: Teenage Kicks

Röportaj: Cem Kayıran

Brutalism (2017), Joy as an Act of Resistance (2018), ULTRA MONO (2020), CRAWLER (2021) gibi albümleri ve mesajı net, enerjisi canlandırıcı parçalarıyla zamanını tanımlayan gruplardan birine dönüştü IDLES. Şu sıralar yeni albüm için geri sayımda olan Bristol çıkışlı beşli, 27 Kasım Pazartesi akşamı %100 Müzik kapsamında Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde. Nihayet! Evet, bu İstanbul’da gerçekleşecek ilk IDLES konseri. Yılın en güzel pazartesisi için biletler burada

IDLES solisti Joe Talbot ve gitarist / prodüktör Mark Bowen, müzisyenlerin büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri kurcaladığımız; ismini genç olmanın melodisini yazmış meşhur The Undertones şarkısından alan Teenage Kicks (Ergenlik Yılları / Gençlik Hevesleri) köşemizin konuğu. 13-15 yaşlarından itibaren içlerine işleyen sesleri, zevkli anılarla birlikte anlatan ikiliyle yaklaşmakta olan beşinci albüm TANGK’i konuştuk ve İstanbul konserine ilişkin bazı ipuçları da aldık.


IDLES üyeleri 13-15 yaşlarındayken neler dinlerdi?

Joe Talbot: 13 yaş. 1997. Benim için o yılın en iyi albümü Fugees’den The Score. 11 yaşından itibaren çoğunlukla hip hop dinliyordum. The Score çıktığı zaman da her şey bir tür değişimden geçiyordu; müziğin ticari boyutu anlamında. The Score da insanlar için hakkında sürekli konuşacak kadar önemli, dev bir albümdü. Lauryn Hill’in vokalleri, hooklar, sample kullanımı… Her şeyiyle mükemmel. Hip hop sevgimi sağlamlaştıran albüm. 

Sonrası biraz yokuş aşağı. Mesela 1998 daha çok mega marşlar yazmakla ilgiliydi. İyi olanlar da vardı tabii, M.O.P. ya da Jay-Z’nin yayımladığı her şey gibi. Tüm bunların öncesi ise bir tırmanıştı. Biggie Smalls, TuPac ve Bay Area’dan çıkan şeyler, A Tribe Called Quest… Her şeyin iç içe geçtiği bir noktaya gelinmişti. Bir yanda kocaman Boom Bap hip hop var, R&B var, Conscious Rap var, inanılmaz E-Coast sampling teknikleri var. Bunların hepsini tek albümde toplayabilmek, bana kalırsa hip hop’ın en iyi kısımlarını açığa çıkarıyor. Benim için The Score bunu ifade ediyor.

Mark Bowen: Ben Joe’dan biraz daha küçüğüm, o yüzden 13 yaşım birkaç yıl sonrasına denk geliyor. O zamanlar sert müzikler ve trance ile ilgileniyordum. Neden bilmiyorum, belki ebeveynlerime karşı geliştirdiğim bir tür etkin başkaldırıydı. 

Annem ve babam gerçekten cool insanlar ve havalı şeyler dinliyorlardı. 2001’de Kid A’ye, Interpol’e, tüm hip şeylere hâkimlerdi. Benim isyan şeklim de tam anlamıyla sesli çöp dinlemekti. Hard House çok çılgındı. Rachel Auburn, Intellect gibileri…

Turuncu o zamanlar en sevdiğim renkti. Turuncu bir puffer ceketim vardı, sürekli turuncu giyerdim. Hard House Euphoria CD’m vardı, turuncu kapaklı. Ah, dostum! Sonra bir gün Brit Awards törenini izliyordum. The Strokes sahnedeydi, “Last Nite” çalıyordu. O zamana dek gördüğüm en havalı şeyi anlatacağım: Albert Hammond Jr., gitarını göğsüne çekmiş şekilde çalarken tepeye tükürüyor ve balgamı kafasına düşüyor. Bunu gördüğüm an, bir grupta gitarist olmak istediğime karar vermiştim. Dünyada herhangi birinin yapabileceği en fiyakalı şeydi. 

IDLES üyeleri 16-18 yaşlarındayken neler dinlerdi?

Mark Bowen: Bu dönem daha iyi şeyler dinlemeye başlamıştım. Yenice ve avangart diyebileceğim ama gösterişçi olduğu konusunda hemfikir olabileceğimiz şeyler. Kings of Leon’dan The Velvet Underground’a kadar uzanan her şeyi keşfettiğim zamanlar. Ama arka planda dans müziği de ivmeleniyordu. Erol Alkan diye biri var. Londra’da Trash isimli kulüp gecelerini düzenliyordu. Havalı indie çocuklar bir araya geliyor, electroclash büyük mesele. Bu sayede yolun Ed Banger’a da çıkıyor. 

O zamanlar Belfast’ta da Shine isimli bir kulüp vardı. Erol Alkan orada çalardı; MANDY, Simian Mobile Disco, Dave Clarke, Underground Resistance ve benzerleri de. Sert dans müzikleri her zaman müzik dinleyişimin odak noktalarından biri oldu. Bu zamanlar da o hattın rock’la müthiş bir çarpışmasıydı benim için. Erol Alkan setlerini “Teenage Kicks” ile bitirirdi, Underground Resistance bir Laurent Garnier çalardı ve çıldırırdık. 

Joe Talbot: Benim için 2000-2002 aralığını kapsıyor bu dönem. Hâlâ çılgınca hip hop dinliyorum; 2003’e kadar The Strokes durumu yaşanmamıştı. 

16’yken UK Garage, yavaş yavaş Grime’a dönüşüyordu. Bu bizim ülkemiz için çok çok büyük bir şey. Jungle’dan bu yana belki ilk kez İngiltere’deki genç Siyahların kültürü ticari olarak da dikkate alınıyordu. Bunu görmek ve hissetmek harikaydı. Müthiş kulüp geceleri ve soundsystemler oluyordu. Ama gerçekte olan şey çok daha derinlerdeydi. Ben Devon isimli oldukça beyaz bir yerde büyüdüm, dolayısıyla çok fazla etrafımda değildi olan biten. Yine de böyle büyük bir şeye dönüştüğünü görmek çok heyecanlıydı. 

İngiltere’den çıkan en iyi müziklerin bazıları o zamandan. Karşı koymak mümkün değildi; İngiltere’yi fazlasıyla yansıtıyordu ama Jungle, Garage, UK hip hop gibi geleneklerden filizlenerek eşsiz ve canlı bir şeye dönüşmüştü. 

Dizzee Rascal’ın Boy In Da Corner’ı çıktığında konu kapanmıştı. Herkes kafayı yemişti. En iyisiydi. The Streets’in Original Pirate Material’ı muhtemelen İngiltere’de Kid A’den sonra çıkmış en sınır tanımayan albümdü. Hayır, Kid A’den de fazlasıydı. Kimse Kid A’i anlamamıştı, ticari açıdan “bu ne saçmalık” diyenler vardı. Çünkü insanlar Radiohead’e sahip olduklarını düşünüyordu. Radiohead’in, onlara dayatılan saçmalıktan fazlasını yapabileceğini kabul edemiyorlardı. 

Original Pirate Material’da ise herhangi bir peşin hüküm yoktu. Her şeyi değiştirdi. O kırılma sayesinde İngiltere yeniden anaakım müzikte bir kimliğe kavuşmuştu. Ondan sonra gelen şeyler, alışılmış anlamıyla ticari müziğin neredeyse antitezi. Yeraltı sahnesi, şiddetli bir şekilde yöneticiler ve basından saldırı görüyordu. Ama bu başarısız oldu ve İngiliz bilincine, yani Grime’a dönüştü. 

IDLES üyeleri 19-20 yaşlarındayken neler dinlerdi?

Joe Talbot: Bu en kolayı. 19 yaşındayken babam bana “hip hop’tan sıkılmış gibi görünüyorsun” demişti. Ben de “Evet baba, hip hop sıkıcı çünkü sadece ne kadar paraları olduğundan bahsediyorlar. Ama görünen o ki tüm dinleyici kitleleri işçi sınıfı. Bir milyoner tarafından bana patronluk taslanmasını istemem.” dedim. O da “Evet, ben de istemem. Bu albüm Van Morrison’dan Astral Weeks. dedi. Geri kalanını zaten anlatmaya gerek yok.

Mark Bowen: Bristol’da yaşıyorduk ve arkadaşlarımın düzenlemeye başladığı Entertainment adlı bir kulüp gecesinde DJ’lik yapıyordum. Önceden dinlediğim şeylerden uzaklaştığım zamanlardı. İnanılmaz çeşitli şeyler keşfediyordum. 

19 yaşındayken Aphex Twin benim için çok büyük bir şeydi, Neutral Milk Hotel çok büyük bir şeydi, Mr. Oizo çok büyük bir şeydi. Ama başka önemli bir şey de 19 yaşındayken Joe ile tanışmış olmam. İşte o kadar. Grubu başlatan şey o olmuştu, benim gençlik hevesim budur.

Joe Talbot: Ben senin gençlik hevesin miyim?

Mark Bowen: DJ ve promoter arkadaşımız Tom Ham gibi insanlarla tanışmak… Hahaha, beni Joe ile buluşturan oydu. Bristol’da o zamanlar gerçek bir sahne vardı. Bu kulüp gecelerini düzenleyenler arasında sıkı bir bağ oluşmuştu. Herkes partiler organize ediyor ve DJ’lik yapıyordu. Her yerde sürekli çılgın şeyler oluyordu. Dubstep’in çok erken dönemleriydi. Sürekli bir çarpışma hâli vardı ve harikaydı. Indie gecelerinde dancehall duyabiliyordunuz. Tabii Bristol böyleydi. Belfast’ta böyle şeyler olmuyordu.


TANGK: “Çak bir beşlik”lerin en güzeli

16 Şubat’ta yayımlanacak yeni IDLES albümü TANGK ile bu röportaj sayesinde vakit geçirme şansım oldu. Baştan şunu söyleyeyim, IDLES diskografisinin en ayrıksı yerde duracak kaydı yaklaşmakta. Radiohead’in altıncı elemanı olarak anılan yıldız prodüktör Nigel Godrich’in de parçası olduğu prodüksiyon ve şarkı yazım süreci, daha önce IDLES’dan duymadığımız fikir ve numaraların parçalara sızmasına vesile olmuş. 

Albümün açılışını yapan “IDEA 01”, Mark Bowen ve Nigel Godrich’in Ekim 2022’deki ilk stüdyo seansında kaydedilmiş tape loop denemeleri üzerine kurgulanmış örneğin. Bas tellerinin uzun uzun çınlamasına eşlik eden döngüsel tom tomlarıyla ensenizden tutuveren “Roy”, dramatik bir yakarışla patlayan bir yanardağ formuna dönüşüyor. Piyano ve yaylıların üstüne Joe Talbot’un yalın vokallerini duyduğumuz “A Gospel”, muhtemelen bugüne dek yazdıkları en kırılgan parça. “Hall & Oates” ve “Gift Horse” gibi kayıtlar; son sürat, tavizsiz IDLES parçalarından vazgeçmeyenlerin yeni favorileri olacak şüphesiz.

Tematik olarak kurcaladığı meseleleri gözünüze sokmakta beis görmeyen bir grup IDLES. Sevgi, beraberlik, uzlaşı, görüldüğünü hissetmek gibi konu başlıkları kulağa jenerik gelebilir. TANGK, bu konularda daha önce duyumsamadığınız şeyleri yeniden paketlemekle ilgilenmiyor; hep beraber bağırıp çağırarak zehri akıtmak için ortak bir alan yaratıyor. Bu anlamda artık beşinci albümünü dinlediğim bu grubu hiç olmadığı kadar iyi tanıdığımı, deyim yerindeyse bir olabildiğimizi idrak ettiriyor. Üstten bakarak nasihatler vermiyor; mesajı ayan beyan ortada: “Gel birbirimize ses olalım”. 

TANGK, yaratım sürecinde kişisel olarak ne gibi aydınlanmalar yaşadıklarını da merak ettiriyor. En azından grubun önceki işlerine aşinaysanız. Joe Talbot, zannettiğinden çok daha korkak biri olduğu bilincine varmış bu albümle. Diskografinin önceki aşamalarında yaşadığı tedirginlikleri Nigel ve Bowen’la Londra’daki bir odada çalışmaya başladıkklarında yine yaşamış. İşin içinden nasıl çıktığını şu sözlerle anlatıyor:

“Başka birilerine değil de kendime karşı kırılgan olmak, bazı durumlarda işleyebilmek için başkalarına yaslanmam gerektiğini kabul etmem anlamına geliyor. Bowen’ın beni taşıması gereken anlar olabiliyor ve bunda hiçbir sorun yok. Böyle anlar çok iyi hissettiriyor ve şarkıları en iyi bu zamanlarda söyleyebiliyorum.”

Bahsettiği şey, kendinden taviz vermek değil. Ortaya çıkan işe her birinin en doğru ve açık şekilde katkıda bulunmasını mümkün kılan bir anlayış. Ya da fark ediş. Mark Bowen bu ilişkilenmeyi “ying-yan tipi” olarak tanımlıyor. Beraber ilerlemeye devam ettikçe, yaratıcı insanlar olarak epey farklılaştıkları ve bunun son derece kıymetli olduğunu anladıklarından bahsediyor. Birbirlerinin eksik noktalarını tamamlayan bir mekanzimaya dönüşmüşler. Bir yandan da IDLES’ı IDLES yapan dengeleri gözeterek elbette. “A Gospel” şarkısı üzerinden detaylandırıyor:

“Joe şarkı söylemeye başlamadan önce, onun bir IDLES şarkısı olduğunu anlamak güç. Ama kattığımız küçük baharatlar, onu bir IDLES şarkısına dönüştürüyor. IDLES geleneğine ve kapsayıcı konseptine sığabilmek için birbirimize ihtiyacımız var. TANGK’i yazma süreci zordu. Ama bu zorluk, onu daha verimli bir hâle getirdi. Birbirimizden ayrı olsa da ikimiz de çok çok fazla geliştik. En güzeli aramızdaki köprüyü bulup tam ortasında ‘çak bir beşlik’ demek. Burası vardığımız yer.”  

Fotoğraf: Dave Simpson / Getty Images

“Pazartesi yapacak daha iyi bir şey düşünemiyorum. Salı olsa problemdi!” 

Sohbetin Ergenlik Yılları kısmında Joe Talbot’un 2000’lerin başları Radiohead – Kid A tasvirinde bahsini geçirdiği beklentiler, pekâla IDLES ve TANGK için de düşünülebilir. Grubun sound’u, sesleri nasıl yoğurduğu ve prodüksiyon yaklaşımı hakkında genel bir algı söz konusu. Tabii ki ULTRA MONO ve CRAWLER albümlerinde Kenny Beats’in dâhiliyeti bazı yeni kapılar aralamıştı ama TANGK ile yeni bir harita açılıyor. Ama tüm bu arayışlar, grubun kimliğini gölgelemeyecek şekilde yönlendirilmiş. Bunu kimlikleri ve kullandıkları dil hakkında doğrulanmış bir bilince sahip olmakla, sınırları zorlamak konusunda bir özgüvene sahip olmaya bağlıyor Mark Bowen:

“Beşinci kez sıfırdan bir şey yaratıyoruz. Bu zamana kadar çok kıymetli dersler öğrenildi. Sadece şarkı yazımı anlamında da değil; bir prodüktörü nasıl kullanmamız gerektiği konusunda da. Bu albüm, dışarıdan bir prodüktörü kullanmakta çıkardığımız en iyi iş muhtemelen. Kenny Beats’ten bahsetmiyorum; o bizim mobilya takımımızın bir parçası ve hep orada. Söylediğim şey Nigel özelinde. Yaptığımız şey, onun bir şarkının ne olduğuna dair ya da neyin deneysel olduğuna dair fikirlerini kendi dilimizle kullanmak oldu.” 

Bowen’ın sözlerini Joe Talbot da destekliyor; daha önceleri girmeye cesaret edemedikleri yollara yönelmelerini özgüvenle bağdaştırıyor. CRAWLER’da kendilerine albümü bitirmek için izin vermediklerini ifade edip kendilerine daha önce bu kadar inanmadıklarını anlatıyor. Yeni koleksiyonda “daha önceleri üzerlerinde durmayacağını düşündüğü için denemeye izin vermedikleri” şeylere bu sefer gözü kapalı atılmaları da bundan.

Albüm yaklaşıyor, ilk tekli “Dancer” dolaşıma girdi, yakında başkaları da onu takip edecek. Peki nihayet İstanbul’da canlı canlı IDLES deneyimleyeceğimiz konserde bu parçalardan birkaçını duyacak mıyız? Cevapları net: Hayır. Mark Bowen şu an bu şarkıların hakkını veremeyecekleri görüşünde. Ardındaki düşünceleri Joe Talbot kelimelere döküyor:

“Daha da önemlisi dinleyiciye saygısızlık olmuş olur. Çünkü daha hazır değiliz. Sahnedeyken verebileceğim en iyi performansı vermek istiyorum. Bowen da öyle. Ama sahnede düşünmeye başlıyorsan, zaten kaybediyorsun. O an hiçbir şeye kafa yormadan, fiziksel olarak müziğin içinde var olmak istiyorsun. Bunu yeterince prova yapmadan yakalamak mümkün değil. İstanbul henüz bizi hiç görmedi, biz de İstanbul’u görmedik. Bu yüzden yanımızda herhangi bir saçmalık taşımadan salona girip enerjiyi hissetmemiz gerek. Bizim için çok önemli bir şey. Hele daha önce çalmadığımız bir yerde. Yeni şarkıları şimdilik boş verebiliriz, güven bana, bok gibi olurdu. Konser için sabırsızlanıyorum. Pazartesiydi, değil mi? Pazartesi yapacak daha iyi bir şey düşünemiyorum. Salı olsa problemdi!”