İnsan faktörünü müziğe dahil etmek: LIIMA & GRIZZLY BEAR
Yeni albümlerini merakla beklediğimiz iki grup Liima ve Grizzly Bear, sonbahara nefis kayıtlarıyla damgalarını vurdu. Prodüktörlüğünü Grizzly Bear üyesi Chris Taylor’ın üstlendiği ikinci Liima albümü 1982, 4AD etiketiyle; uzunca bir aranın ardından yayınlanan yeni Grizzly Bear albümü Painted Ruins de RCA Records etiketiyle raflardaki yerini aldı. Dostlukları on beş yıl öncesine dayanan iki gruptan, Liima üyesi Casper Clausen ve Grizzly Bear üyeleri Chris Taylor ve Chris Bear, birlikte yaptıkları Avrupa turnesi sırasında Bant Mag. için müziklerinin yaratım süreçleri üzerine sohbete koyuldu.
Casper Clausen: Bir sorum var. Başta sadece seninle konuşacağımı düşünerek bir soru hazırlamıştım. Müzisyen olmanın yanı sıra bir aşçısın ve kendi yemek kitabını hazırlamaktasın. Liima olarak Finlandiya, Porvoo’daki bir stüdyoda 1982 albümümüzü kaydederken bir yemek esnasında tabak düzeninin önemi üzerine bir muhabbetimiz olmuştu. Et nereye gelir? Garnitürler nasıl yerleşir? Belki aynı mantığın bir şekilde müzik için de geçerli olduğunu düşündüm. Ne dersin?
Chris Taylor: Kesinlikle. Çünkü müzik yaparken farklı katmanlar üretiyorsun ve bu farklı katmanların her birinin farklı dokuları ve yoğunlukları var. Her biri müziği detaylandırarak ileri bir aşamaya getirmeyi amaçlıyor. Böylece seslerin hareket ettiğini hissediyoruz. Hareket ediyorlar çünkü müziğe ufak müdahalelerde bulunuyorlar. Aynı şeyleri yemek yaparken de düşünmek de mümkün. Yemeğin farklı katmanları arasında yer yer yoğunluk yaratırken, yer yer de yumuşak bir kıvam, parlaklık, iyi bir tuz oranı ya da yağ oranı yaratıyorsun. Yemekteki lezzetin seslerle benzeşen bir işlevi var. Bir seviyeden başlayarak onu başka seviyelere taşıyor. Ta ki bu ufak müdahaleler sırayla yemeği bitmiş ekşi, tatlı ya da tuzlu tadına ulaştırana kadar. Yemek yapmak ve müzik kaydetmek bu anlamda aynı sürece işaret ediyor.
C.C.: Prodüktörlük gibi. Albümün insanlar tarafından nasıl algılanacağına yönelik bir çalışma yürütüyorsun. Tüm malzemeleri bestelerde ve albümde bir araya getiriyoruz ama insanlar bir bütün olarak duydukları tınıya göre değerlendiriyorlar. Sen bizim albümümüzün prodüktörlüğünü üstlendiğinde en çok hoşuma giden bizim sound’umuza odaklanman olmuştu. Benim vokallerime ya da Rasmus’un baslarına ayrı ayrı odaklanmak yerine birlikte yarattığımız tınıya yoğunlaşmıştın. Şimdi sizinle birlikte turnedeyken şunu görüyorum ki siz de sound üzerine çok çalışıyorsunuz. Hepiniz bu bilince sahipsiniz.
C.T.: Dördümüzün kesiştiği bir alanın peşinde oluyoruz. Tıpkı Venn şeması gibi. Ve bu alan oldukça küçük bir alan. Dördümüzün de sevdiği çok farklı şeyler ve farklı fikirleri var. Herkesin fikrine aynı derecede değer veriyoruz. Şarkılara yön veren, Venn şemasının ortasında kesişen fikirlerimiz oluyor. Giderek bunu nasıl bulacağımız konusunda daha da tecrübe kazanıyoruz. Mesela Chris’e [Bear] bir şey gösteriyorum, onun hoşuna gitmiyor ve neden hoşuna gitmediğini çok iyi anlayabiliyorum. Ya da örneğin, Dan’e [Rosso] bir şey gösteriyorum ve pek hoşuna gitmiş gibi görünmüyor. Yine neden hoşuna gitmediğini tahmin edebiliyor oluyorum. Ardından şöyle bir süreç geliyor: “Sanırım şöyle olsun istiyorsun. Sana kesinlikle katılıyorum ve şu şekilde daha iyi olmasını istiyorum.” Yani ortada bir boşluk olduğu bariz şekilde görünüyor. Bence Chris müthiş bir davulcu ve Dan de gerçek bir gitar dâhisi. Böylece o boşluklar doldurulabilir. Grubundaki insanlara güvendiğinde tek başına bulabileceğinden çok daha iyi cevapları sana sağlayacaklardır.
Chris Bear: Ses üzerine konuşuyordunuz demin. Albümün tınısını bulmak üzerine… Ben bunun hep peşinde olduğumuzu düşünüyorum ama üzerine çok konuştuğumuz bir şey değil. Biraz da bu sayede büyü korunuyor. Şarkı yazma sürecinde bazı seslere, dokulara ve ritimlere yöneliyoruz ve bir süre sonra bu farklı yapıdaki kararlar birbiriyle kaynaşmaya başlıyor. “Biraz daha şu şekilde duyulmasını sağlasak çok iyi olabilir” diyoruz. Böylece karakter ortaya çıkıyor ve albümün sound’u haline geliyor.
“SOUND’UMUZU İYİ BİR EŞİTLİK VE DENGE KURMAKLA TANIMLIYORUZ. İNANDIĞIMIZ VE SAHİPLENEBİLECEĞİMİZ BİR MÜZİK YAPIYORUZ.”
C.C.: Bir yandan sizin albümlerinizle sınırlı kalmayan, daha da öte bir sound’unuz var. Sonuçta konserlerinizde Horn of Plenty’den de şarkı çalıyorsunuz. Yeni şarkılarınızı dinlerkense başka bir his oluyor. Yıllar içerisinde yaptığınız her şeyi kapsayan özel bir sound’unuz var bence. Size ait bir sound. Elbette her yeni albümde kendinize yeni alanlar da açıyorsunuz.
C.T.: Bizim kafamızda sound’umuzun ne olduğuna dair şöyle bir fikir var: sanırım biraz ucunu açık bırakıyoruz. Onu iyi bir eşitlik ve denge kurmakla tanımlıyoruz. İnandığımız ve sahiplenebileceğimiz bir müzik yapıyoruz. Farklı türlerde bir şeyler yapmaya ya da bir şeyleri ele geçirmeye çalışmıyoruz. Biz sadece yaptığımızı yapmaya devam ediyoruz.
C.C.: Yarattığınız bu evreni çok seviyoruz.
C.T.: Böyle bir evren olması çok güzel bir duygu.
Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:60’a ulaşabilirsiniz.