Borçlar ve koşullar arasında: Joyland

Yazı: Esin Çalışkan

Kısa metraj çalışmalarıyla Venedik, Toronto, SXSW gibi festivalleri arşınlamış Pakistanlı yönetmen Saim Sadiq; çocukluğunun geçtiği evin yakınlarında yaşayan trans kadın topluluğunun, sinemasının ilham kaynakları arasında olduğundan bahsediyor. Sadiq’in tanıdık temalara geri döndüğü, bol ödülü ilk uzun metrajı Joyland; 42. İstanbul Film Festivali’nin “Nerdesin Aşkım?” bölümünde Türkiye prömiyerini yaptı.

Zaman dilimi ve mekân

Günümüzde, Pakistan’ın Lahore kentindeki boğucu, ataerkil bir evdeyiz. 

Konu nedir?

Başında çarşaf, yeğenleriyle koşturup saklambaç oynayan Haider’ın, babası Abba’nın etkisi altında ezilmesiyle başlayan hikâye; içinde bulunduğu dünyada yerini bulma konusunda amansız bir mücadelede olduğunu sezdiğimiz bu kederli, sürme gözlü beyefendinin, baldızının yeni doğumu için gittiği hastanede kendisine “kayıtsızlıkla” bakan birine ilk görüşte çarpılması olarak özetlenebilir: Trans kadın dansçı Biba… Filmde sahiden bazı şimşekler çakacak çünkü Haider evli. Eşi Mumtaz, ailenin patriyarkal kodlarıyla tek başına baş etmek durumunda kalan bir kadın ve kendisinden bir erkek çocuk beklenmesi kimse için işleri kolaylaştırmıyor. Bu ev şimdiden fazlasıyla belalı.

Bu sırada arkadaşından bir iş teklifi alıyor Haider; “erotik” bir kabare için dansçı olmak, diğer bir deyişle Biba’nın baş dansçılığına terfi etmek. (Haider ve Biba arasındaki cinsel çekimin iki gezegeni bir yörüngede tutacak kadar yüksek olmasını bir kenara bırakırsak, burada erotik bir şey yok.) Film, bahsi geçen Joyland adını, gösterinin yer aldığı derme çatma merkezin hemen yanına ilişik lunaparktan alıyor.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Saim Sadiq’in yönettiği bu ilk seyirlik, Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan ilk Pakistan filmi olduğunda Belirli Bir Bakış Bölümü’nden Jüri Ödülü ve Kuir Palmiye’yi alarak evine döndü; Pakistan’ın da 95. Akademi Ödülleri için kırmızı halı yolcusuydu. Ne var ki, değişken seviyelerde zuhur etmesi kimseyi yanıltmayan, hemen her toplumun iliklerine sirayet etmiş LGBTİ+fobi gerçeği, onun yüzüne de çarptı; Joyland kendi ülkesinde “geçici” bir süre yasaklandı. 

İlk intiba?

Biba ve Haider arasında gelişen yakınlıkta yahut diğer dansçıların kokuşmuş bakışları ve kışkırtıcı tacizleri içinde filizlenen aşkta, başkalarına bu kadar tekinsiz gelen şeyin ne olduğuna dair diyeceklerinin altını epeyce kalın çizen film; merkezine yerleştirdiği kavurucu ilişkiden hassas bir içsellik yaratırken, üçgenin öteki parçası Mumtaz’a bir süreliğine köşe kapmaca oynatıyor -belki de Haider’ın oyuncu tarafını, artık ona layık görüyor. 

Sahnede bir silah varsa patlar ve aşka dair milyonlarca hikâyeden bilinir ki makûs kaderi nedeniyle üç kişilik bir ilişkide mutlaka en az bir kişi perişan olur. Joyland bu numarayı anlatısında hiç unutturmayacağı bir çakıl taşı misali taşırken, Haider’ın tabiriyle karakterlerin “borçları ve koşulları” arasında mekik dokuyor. Filmin gücüne ve inceliğine ket vuran belki de yegâne şey, Sadiq’in kamerasını zaman zaman bir ifşacı gibi kullanması ve yüzleşme anlarında bu insanların eriştikleri bilincin neyden beslendiği konusunu bir miktar açıkta bırakması.

Karakterlere dair

Mumtaz olarak Rasti Farooq, kendisine en yakın duranların dahi görmesine izin vermediği derin sorunları gizleyen, çarpıcı bir utangaçlık sergiliyor. Pakistan’ın büyük bütçeli bir filmde başrolde yer alan ilk trans oyuncusu Alina Khan’ın şahane performansı ile ete kemiğe bürünen Biba’nın ise esrarengiz bir havası, elini korkak alıştırmayan bir dürüstlüğü var ve -kesinlikle kimseden daha cesur değil. Özellikle en basit toplum kuralları bile bir imtihanken: Şehrin tren vagonları cinsiyete göre ayrılıyor ve birileri “yerin burası değil” dediğinde kaynatılan kazan, günü geldiğinde hepimizi yakıyor, hepsi bu. Haider’i (Ali Junejo) anlatan en ikonik görüntüyse; bir mobilet üstünde, Biba’nın dev baskısını taşıdığı o büyülü gece.

En çok neyi sevdin?

Baldız Nucchie ile Mumtaz arasında yaşanan, bir kamikazede tüm duyguları aşağı-yukarı yaylandırarak köpürten sahne.

Bunu seven şunları da sever

Güçlü duygular, en son nerede bıraktıysanız oradadır: Little Women, Call Me by Your Name, Fallen Angels