“Kadınlar üzerinden sınıfsal karşılaşma alanı”: Ahu Öztürk’le “Toz Bezi” üzerine

Şubat ayında gösterildiği Berlinale’nin ardından geçtiğimiz İstanbul Film Festivali’nden En İyi Film, Kadın Oyuncu ve Senaryo Ödülleriyle ayrılan Toz Bezi’ni filmin yazarı ve yönetmeni Ahu Öztürk’ün ağzından okuyunca, bu sıcak dayanışma hikâyesiyle bağınız daha da artacak.

Röp: 13 Melek, İllüstrasyon: Mert Tugen

Daha önceki çalışmalarınızdan bahsederek başlayalım. Sinema yapmaya nasıl karar verdiniz?

Üniversitede sinemayla uğraşan biri değildim, hayatımda daha sonra belirdi. Seçerek değil de eleyerek ulaştığım bir şeydi, ne yapmam gerektiğini el yordamıyla buldum. Bir tür sentez, sentezden daha fazlası benim için sinema. İlk olarak belgeselle başladım, başkalarının belgesellerinde de çalıştım. Sandık, gözaltında tecavüz meselesiyle ilgiliydi. Türkiye’de herhangi bir yerde göstermedim, yurtdışında gösterildi. Benim için ağır bir hikâyeydi, çekim öncesinden kurguya kadar olan bütün süreçte sağlam bir depresyona girdim. Sonra Açık Yara’yı yazdım. Param yoktu ve filmi nasıl çekeceğimi bilmezken Ankara Sinema Derneği tam da Kars Öyküleribaşlığı altında bir yarışma açtı. Benim hikâyem de köyde geçecek bir hikâyeydi, Karslıyım zaten. Oraya başvurdum ve seçildi, onlarla birlikte çekmiş oldum. Daha sonra başka uzun metrajlı senaryolar üzerinde çalıştım, hatta bir tanesiyle çok ilgiliyken Toz Bezi’ni yazmaya karar verdim.
Filme dair aklınıza ilk düşünce bir Kürt akrabanızın kendisini Çerkez olduğuna ikna ettiği bir hikâyeyle düşmüş. Toz Bezi ise iki gündelikçi kadının tutunma hikâyesi. Fikrin çıktığı yerle vardığı yer arasında fark var.

O hikâye, bende Hatun’un genel çerçevesini çizdiği biraz deli bir kadının ışığını yaktı aslında. Onları gündelikçi yapmam teyzemin gündelikçi olması ve ona olan vefa borcumla ilgili. Bütün yolculuklarda aslında benzeri bir süreç olur; bir yerden başlarsın, başladığın yer gitmek istediğin yer olmayabilir. Onu yolun kendisi belirler, benim sürecimde de öyle oldu. Yazarken sınıf meselesi olay örgüsünün içinde kendiliğinden belirdi. İki gündelikçi kadın orta sınıf kadınların evlerine çalışmaya gidiyorlar, dolayısıyla orada kadınlar üzerinden sınıfsal bir karşılaşma alanı oluştu. Filmin bütün ekseni de bu çerçevede belirmiş oldu.

Çekim süreci öncesinde film için fon ararken yazdığınız bir metin var. “Kendi utanç yükümden kurtulmak için bu filmi yapmak istediğimi anladım” diyorsunuz. Nedir o utanç?

Babam memurdu, biz başka bir şehirde yaşıyorduk, çocukken bir seferinde teyzemi ve diğer akrabalarımızı görmek için İstanbul’a gelmiştik. Teyzem beni temizliğe gittiği bir eve götürdü, o gün ilk defa öyle güzel bir ev gördüm. Ortada sezgisel bir duvar vardı. Aslında ev bizim gibiydi, kimse yoktu. Her şeyle oynayabilirdim, çocuğun odasındaydım ama oynamamam gerektiğini biliyordum. Bu, çocukluğu yoksullukla geçmiş birinin çok iyi bileceği bir duvardır. Ben orada teyzemin temizlikçi olduğunu anladım, annem bunu kimseye söylememen gerektiğini tembih ettiği için ben de söylememiş oldum. Tabii ki sonra lisede ve üniversitede sol tedrisattan geçtim, Toz Bezi’ni de çocukken bana devredilen bu utançtan utanmaktan yola çıkarak yazdım ve teyzeme ithaf ettim.

“Hatun anneme benzer, benim de anneme benzeyen tarafımdır. Annem Hatun gibi delidir biraz, çok komik bir kadındır, saf hayalleri vardır, normalde çok ütopik hayallerdir ama onlara inanır. Hatun’un Moda’da ev almak istemesi gibi.”

Filmde Nesrin ve Hatun arasında bir dayanışma hikâyesi var. Öte yandan filmdeki kadın karakterler arasına rekabet ve iktidar kavramları da sızıyor. Bu kadınlar arası ilişkilenme dengesini nasıl kurdunuz?

Spivak, iktidarın halkalı varlığından söz eder, filmde de durum öyle. Kendi hayatımızda da gözlemleyebileceğimiz bir şeydir, devletten babaya, babadan anneye, anneden çocuğa kadar kurulur iktidar. Kadın dayanışması kesinlikle es geçmek istemediğim bir şey, zaten yönetmenin filmde bir cümlesi varsa o da budur. Ama ördüğüm hikâye, “Kadınlar arasında, hatta alt sınıftaki kadınların kendi arasında da bir iktidar vardır” cümlesini dışlamıyor. Çünkü buna inanmıyorum. En çok ihtiyacı olanın dayanışmasıyla yıkılacak bir iktidardan bahsedebilirim. Şunu da göstermek istiyorum: Ev kadının alanı; orta sınıf için de alt sınıf için de öyle. Bir erkekle de yaşasan evde bütün yükle uğraşan kadındır. Orta sınıf kadını da uğraşır, gelecek kadını ayarlar, temizlik yapacağı yeri gösterir, oradaki o ilişkiden yükümlü olan odur. Ama bu sayede, alt sınıftan gelen bir temizlikçi kadın vasıtasıyla kendi eşiyle olan çelişkisini aza indirgemiş olur. Eğer o temizlikçi kadın arada olmasa orta sınıf kadının da kendi eşiyle olan çelişkileri artar, gündelikçi orada bu çelişkiyi kapatır. Filmde fark ediliyor mu bilmiyorum ama hikâyeyi yazarken bunun üzerine de çok düşündüm. Dolayısıyla kadınlar arasında bir dayanışma olabilmesi için orta sınıf kadının da karşı cinsle olan çelişkisinin daha görünür olması lazım. Bunu görünür kılmayan şey alt sınıftan gelen kadının o çelişkiyi kapatması olduğu için dayanışmaya ihtiyacı olan da orta sınıf kadın değil alt sınıftan gelen kadın. Bu da, Nesrin ve Hatun örneğindeki gibi, bir kendi dengiyle ya da az bir iktidar ilişkisinde olduğu diğeriyle mümkün.

İlk filmini çeken bir yönetmenin filmlerinde otobiyografik öğeler aranır, zira insan başkasının derdini anlatmadan önce kendi derdini anlatmak ister. Bu sizin için de geçerli olsa gerek, karakterlerde sizden neler var?

Hatun anneme benzer, benim de anneme benzeyen tarafımdır. Annem Hatun gibi delidir biraz, çok komik bir kadındır, saf hayalleri vardır, normalde çok ütopik hayallerdir ama onlara inanır. Hatun’un Moda’da ev almak istemesi gibi. Nesrin de biraz daha annemin altında ezilmiş olan, daha karanlık, kapalı ve zayıf bulduğum tarafım. Ben de artık o yoksul sınıftan değilim, arkadaşlarım var, filmdeki orta sınıf kadınlar da oralardan gözlemlediğim kadınlar. Toz Bezi cebimde ne varsa döktüğüm bir örgü oldu. Benim için sağaltım sürecidir aynı zamanda, filmi ilk yazmaya başladığımda nasıl büyük cümleler, öfkeler, nefretler vardı. Her versiyonda bir şeyleri ata ata, sanki bir şeyler içimden çıktığı için rahatlaya rahatlaya yazdığım bir süreçti.

Orta sınıf kadınla alt sınıf kadın arasında ablalık müessesi üzerinden görünmez kılınan bir tahakküm süreci mevcut. Filmdeki karakterlerin sınıfsal bilinç durumu ne?

Gündelikçilik gibi çocuk bakmak da dahil olmak üzere ev eksenli bütün emek süreçlerinin ne bir çerçevesi, ne de bir sınırı var. Kim kimdir, orta sınıftaki kadın işveren midir abla mıdır belli değil. Alt sınıftaki kadın “yardımcı” diye geçer, tırnak içindedir, oradaki işçi-işveren ilişkisini kapatan bir şeydir. Ya da “bize kadın geldi” denir, kadın demekten çekinen yardımcı der, orada da başka bir kapatma vardır. Dolayısıyla ilişkinin bir çerçevesi olmadığı için “abla” ismiyle hitap etme başlığı altında bir keyfe kederlik oluşur. Kimin nereyi temizleyeceği, mesai saatleri, alt sınıftaki kadının ne zaman işten atılacağı belli değildir. “Bugün ev temiz” der, tam yarı yolda çevirir. Bunun gibi bir sürü minik ayrıntıda aslında sağlam bir sömürü vardır. Filmdeki kadınlar tabii ki bu sömürüyü içten içe bilen ama bununla yüzleşmekten henüz öyle bir bilinçleri olmadığı için kaçan kadınlar.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:49’a ulaşabilirsiniz.