12 Eylül sonrası ilk işçi filmimiz “Çark” ve bir direnişe etkileri #kaptanzaman
80’lerin ilk yarısının geride bırakıldığı, 12 Eylül Darbesi’nin yol açtığı yıkımların hâlâ hem toplum hem devlet kurumları nezdinde hissedildiği bir dönemde; yazar Bekir Yıldız ile senarist Haşmet Zeybek, Yıldız’ın kimi öykülerinden izler taşıyan bir senaryo kaleme aldılar. Yıllar sürmüş cunta diktatörlüğü sonrasında işçi yasası, sömürü sistemi, güvencesiz ve güvenliksiz çalışma koşulları, örgütlenmenin gücü, grev kırıcılık ve polis-işçi çatışması gibi birçok önemli başlığa temas eden bu metin, risk almak istemeyen kimi yönetmenler tarafından geri çevrildi.
Teklifi kabul eden ise -başta Lütfi Ömer Akad olmak üzere- sinemamızın önemli rejisörlerine yıllarca asistanlık yapmış; ayrıca Elia Kazan, Pier Paolo Pasolini, Jules Dassin gibi yönetmenlerin Türkiye sınırlarında çektiği filmlerin setlerinde deneyim kazanmış bir isim olan Muzaffer Hiçdurmaz oldu. (Aynı zamanda, kendisinin yönetmen koltuğuna oturduğu ilk ve son yapım.) Çok geçmeden Tarık Akan’ın başını çektiği; İhsan Yüce’den Muazzez Kurtoğlu’na, Erol Demiröz’e Cezmi Baskın’a, Cihat Tamer’den Müge Akyamaç’a sayısız ismi barındıran, zengin bir oyuncu kadrosu kuruldu. Sonraları Ankara Film Festivali’nden ödülle dönecek film müzikleri ise Cem Karaca ve Cahit Berkay’dandı.
“Alın terinin karşılığı yalvararak alınmaz. Ya hep beraber ya hiç!”
İsmiyle Pîr Sultan Abdal’a ait olduğu söylenen “Bozuk düzende sağlam çark olmaz.” sözünü akıllara getiren Çark için sansür mekanizmaları, henüz izleyici karşısına çıkmadan önce işledi esasen. Orijinal adı “Direniş” olmasına rağmen, 12 Eylül Darbesi’nin etkilerinin varlığını hissettirdiği bir dönemde, denetim kurulu tarafından isminin değiştirilmesi talep edilmişti. Vizyona girdiğinde ise -kâğıt üzerinde bir sansür kararı olmasa da- İstanbul sınırlarındaki gösterimleri hukuksuz şekilde engellendi. Özellikle kolluk kuvvetlerini ele alış biçiminin bir sonucu olarak, sinema işletmecilerinin tüm çabalarına rağmen, “Bu filmi oynatmayın” mantığı kabul gördü.
Türkiye politik sinemasındaki değeri tartışılmayacak Çark; temelde, dört atölye işçisi ile ailelerinin çıkmazları üzerinden bir hayatta kalma ve mücadele öyküsü. Cam fabrikasında çalışan karakterlerimiz emeklerinin karşılığını alamayınca haklarını arıyorlar fakat sistemin çarkları aleyhlerine işliyor ve kendilerini kapı dışında buluyorlar. İş buldukları tersanede başka bir sömürü düzeni ortaya çıkıyor ve patron tarafından “grev kırıcı” olarak kullanıldıklarını fark ediyorlar. “Alın terinin karşılığı yalvararak alınmaz. Ya hep beraber ya hiç!” diyen emekçiler için son çare ise ağır kimyasalların ve ilkel makinaların kullanıldığı Kazlıçeşme deri fabrikaları oluyor.
Sinemanın gücü: Çark’ın Kazlıçeşme direnişine verdiği ilham
Çekimlerin sahiden de “diriler mezarlığı” olarak tanımlanan ve yönetmeni Hiçdurmaz’ın sözleriyle “Ortaçağ çalışma düzenine sahip” Kazlıçeşme’de gerçekleştirilmiş olması; filme kurmaca ile belgesel arasındaki sınırların belirsizleştiği bir mahiyet kazandırıyor.
Çark’ı sinema tarihimizin özel bir örneği yapan o ilginç anekdot, tam bu noktada başlıyor. Yaklaşık 500 yıl önce deri atölyelerinin kurulduğu Kazlıçeşme bölgesi, köklü bir emek hareketi deneyimine sahip. 12 Eylül döneminin ardından sendikal hak ve örgütlenme özgürlüğü kısıtlanan işçiler, yanı başlarında çekilen filmden aldıkları güç ve ilhamla, 20 gün sonra toplu greve gitmeye karar veriyor. Oldukça ağır çalışma şartlarında çalışmaları, can güvenliklerinin yok sayılması ve düşük ücret sebep gösterilerek; Deri Dokuma ve Tekstil İşçileri Sendikası önderliğinde, haklı bir isyan başlatılıyor.
Sonuç olarak grev etkili oluyor, işverenler çareyi Kazlıçeşme’yi tasfiye etmekte buluyor. Bu ayaklanma, sınıf hareketini yeniden canlandırması nedeniyle özel bir önem taşırken, kazanımları bakımından kendisinden sonra gelen hak arayışlarına da örnek teşkil ediyor. Ayrıca sinemanın kitleler üzerindeki etkisi de bir kez daha kanıtlanıyor.
Yazı: Merdan Çaba Geçer