Kaynayan göllerin bitmeyen hüznü: Son Hasat

Yazı: Asya Yigit

Doğan Duru imzalı müzikleriyle 43. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Özgün Müzik ödülünü kazanan ve Dünya prömiyerini 48. Toronto Film Festivali’nde yapan Son Hasat, Cemil Ağacıkoğlu imzasını taşıyor. Senaryosunu Arzu Ağacıkoğlu ile yazan Cemil Ağacıkoğlu, başrolünü Hilmi Ahıska’ya emanet ettiği filmin oyuncu kadrosunda Ercan Kesal, Sevgi Temel, Erdem Şenocak ve Gökhan Yıkılkan da var. 

*Bu yazı, henüz Son Hasat filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Konu nedir?

Anadolu’nun küçük bir kasabasında geçen Son Hasat, kamış toplayıcılığı ile geçimini sağlayan Ali’nin yine bu bölgede kamış ticaretini kendi tekeline alan yerel çeteler ile mücadelesini merkezine alıyor. Eşi Aysel’in sevgisini yeniden kazanmak için çabalayan Ali, yaşadıkları ekonomik zorluklar nedeniyle bunu bir türlü başaramıyor. Kamış hasadını elinde tutan çeteye boyun eğmese de temel ihtiyaçlarını karşılayamayacak düzeydedir durumu. Yaşadıkları yoksulluktan bunalan Aysel, bu çetenin işlettiği kamış deposunda çalışmaya başlıyor; buna tahammül edemeyen Ali onu vazgeçirmek için gizli gizli topladığı hasadı köyün dışına satmaya çalışırken yakalanıyor. İnşa ettiği küçük kulübede kamışlarını biriktiren Ali, çete başına yakalanıyor ve kazara ölümüne sebep oluyor. Çete başlarının aniden ortadan kaybolması, gölün uğursuz olduğu yönündeki inanışları körüklüyor ve bütün kasaba evlerine kapanıyor.

İlk intiba?

Fotoğrafçılıktan gelen Cemil Ağacıkoğlu, mekânı oldukça etkileyici bir dil ile kullanıyor. Rekabetçi ekonomik sistemin içindeki çeteleşmeler ve onun içinde kaçınılmaz olan emeğin sömürüsü oldukça keskin bir şekilde filmin merkezine yerleştirilmiş. Bunun yanında Emre Pekçakır’ın geniş açılı planları, izleme keyfini artırıyor.

En çok neyi sevdin?

Yönetmenin mekânla ilişkisi filme dair en sevdiğim şeylerden bir oldu. Son Hasat’ın bende bıraktığı en büyük etki; etkileşime girdiği her kamışı birer karaktere dönüştürmüş olması, gölün Ali’nin sessizliğini doldurması, hislerini tercüme etmesi ve yönetmenin nesneyle ilişkisi bağlamında kamışın tek başına kamış olmanın ötesine geçen hâli. “Kazara” olan bir ölümde kamışlar da Ali’yle birlikte konuşmaya başlıyor.

En az neyi sevdin?

Çok güçlü bir sessizliğe sahip olan Ali’nin bu sessizliğin içinde kaybolması. Mikro iktidar ilişkileri üzerinden büyük resme dair önemli tespitler söylense de o ilişkilerin içinde kaybolan bir sessizliğe dönüşüyor Ali’nin varoluşu. Ölüme verdiği tepki son zamanlarda izlediğim en güçlü tepkilerden biri olsa da hızla içine girdiği alışma hâli de en başta yaratılan gücü sarsıyor.

En çok hangi sahneye yükseldin?

Ali’nin ölümle karşılaşması ânında yaşadığı delilik hâlini ve koşarak otlanan hayvanların içine kendini bıraktığı sekans oldukça etkileyiciydi. Bu hâlin uzun uzadıya irdelenmesi, Ali’nin dönüşümünün en iyi görüldüğü sahneydi sanırım.

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

İnsanları yuttuğu söylenen “kaynayan göle” sığınan Ali bu gölün dışına çıkabiliyor mu, emin değilim. İçinde bulunduğu düzene göle sığınarak başkaldıran hâlinin sessizliği o gölde kaybolmasına sebep oluyor. Gölden nasıl çıkabilir bilmiyorum ama yarın yeniden uyanabilmesi için çıkması gerekiyor. Tabii bu gölde boğulmayı da tercih edebilir ki uzun zamandır izlediğimiz taşra hikâyelerinin karakterleri doğayla iç içe geçen bir şiirselliğin içinde kaybolmuş vaziyette âdeta. Bu karakterlerin sistemin karşısında duran tavırlarının kafa karışıklığı ve diğer hikâyelerle ilişilenememe hâli gölde boğulmaya ve hüzünlü varoluşlara giden bir yolun kapısını açıyor sanki.