Gerçekçi bir peri masalı: Kazkafanın Kitabı

Yazı: Korcan Derinsu

“Bir yarım portakalla bir başka yarım portakal birleşse bir tam portakal etmez. İşte benim hikâyemin başladığı yer burası. Kendini bıçağa layık görmeyen bir portakal ve kendini bıçağa dönüştürmeyi asla hayal etmemiş bir portakal. Kesmek ve kesilmek; o zamanlar ikisi de ilgilendirmezdi beni.”

Yiyun Li’nin, 1950’lerde bir Fransız taşrasında yaşayan iki arkadaşın dünyasına mercek tuttuğu Kazkafanın Kitabı, Nuray Önoğlu çevirisi ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle Türkçede.

Ne hakkında? Hikaye ne? 

Fabienne ve Agnès, 12-13 yaşlarında, taşrada yaşayan iki arkadaştır. Dağlarda çobanlık yapan Fabienne yaşadığı ortamla son derece uyumsuzken, Agnès tüm uysallığıyla okuluna devam etmektedir. Birbirine bu denli zıt olsalar da ikilinin sadece kendilerinin bildiği oyunlarla, hayallerle dolu bir dünyası vardır. Hayat olağan akışında devam ederken, Fabienne bir gün bir karar alır; ikili birlikte bir kitap yazacak ve bu kitabı Agnès’in adıyla yayımlatacaktır. Kitabın çıkışı, ikisi için de büyük bir dönüm noktası olur. 

Zaman dilimi ve mekân 

1950’lerin hemen başında, Saint Remy isimli küçük Fransız kasabasındayız. Kısa süreliğine de Londra’ya uğruyoruz. 

Okumadan önce bilmemiz gerekenler 

Kazkafanın Kitabı, 2023 PEN/Faulker ödülünün sahibi. 

Yazar Yiyun Li, Iowa Üniversitesi’nde immünoloji okurken katıldığı bir yazarlık programı sayesinde bilim kariyerini bırakıp edebiyata odaklanıyor. İlk çıkışını öykü yazarı olarak yapsa da sonradan romana ağırlık veriyor. Kazkafanın Kitabı, yazarın beşinci romanı. 

Aslen Çinli olan Yiyun Li, eserlerini İngilizce yazıyor. A Public Space isimli Brooklyn merkezli edebiyat dergisinin editörü; aynı zamanda Princeton Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık dersi veriyor.  

Yiyun Li’nin A Thousand Years of Good Prayers adıyla basılan ilk öykü kitabından seçilen iki öykü, (A Thousand Years of Good Prayers ve The Princess of Nebraska) yazarın kendisi gibi Çinli – Amerikalı olan yönetmen Wayne Wang tarafından filme uyarlanmış. 

Kazkafanın Kitabı, yazarın Türkçe’de yayınlanan ikinci kitabı. İlki, 2022’de Sahi Kitap etiketiyle yayımlanan ve 16 yaşındaki oğlunun intiharını anlattığı Akıl Ermeyince romanıydı. 

Kitaba dair en çok neyi sevdin?

Sevdiğim birkaç şey var. İlki Fabienne karakteri. Öfkesi, zekâsı ve gerçekçiliğiyle beni kalbimden vurdu. Üstüne ayrı bir roman yazılsa, tereddütsüz alır okurum; o denli sevdim. Yazarın Fabienne’den “Bugüne dek yazdığım en otobiyografik karakterim.” diye bahsettiğini okudum. Yazarın hayat hikâyesini düşününce, (ergenlikten başlayan intihar girişimleri, ölümler, ebeveynlere karşı öfke vs.) neden böyle söylediğini daha iyi anladım. 

Sevdiğim bir diğer şey de romanın katmanlı hâli oldu. İki kızın arkadaşlığı üzerinden hayata, ölüme, çocukluğa, kurgu – gerçek zıtlığına, edebiyata, 1950’lerdeki II. Dünya Savaşı yorgunu zamanın ruhuna ve kadının toplumdaki yerine dair çok şey söylüyor yazar. 

Son olarak da romanın finalini sevdim sanırım. Genelde kitapların sonlarıyla sorun yaşayan bir okurum. (Antoni Casas Ros’un Enigma romanına selam olsun!) Yani genelde okuduğum şeylerin finallerine burun kıvırma eğilimim var. Bu defa hiç öyle olmadı. Uzun zamandır ruhuna bu kadar uygun bir finali olan başka bir roman okumamıştım. 

En az neyi sevdin?

Sevmediğim bir şey olmadı doğrusu. Belki biraz kısalabilir, o kadar.

Yazıma dair neler söyleyebilirsin? 

Yazarın dili oldukça yalın, anlatımı da aynı şekilde. İçerik olarak katmanlı metinlerin bilhassa yalın şekilde anlatılmasını çok seviyorum. Mesela Fabienne ile Agnès’in mezarlıkta yaptığı hayata ve ölüme dair çağrışımlara açık, çok farklı boyutları olan bir konuşma var. Çocukları geçtim, yetişkinlerin bile konuşmasının kolay olmadığı şeyler konuşuluyor aslında ama yazar, karakterleri öyle nokta atışı ki cümlelerle konuşturuyor ki tüm o “ağır” içerik, okuyucuya çaktırmadan nüfuz ediyor. Bu iyi yazarlığın bir göstergesi bence. 

Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi? 

Tamamını iki üç günde okudum. Kitap sürükleyici, o kısmı tartışılmaz zaten. Hatta ne olacak, nereye varacak diye merak da uyandırıyor. İkinci yarısında hikâyenin geldiği yerden ötürü bir ufak sallanıyor bu merak ama bu da yazarın bilinçli tercihi. Hikâyenin gerektirdiğini yapıyor daima. 

Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu? 

Fabienne, okuyucunun aklından uzun süre çıkmayacak bir karakter. Farkındalığı, yalnızlığı ve cesareti o kadar etkileyici ki O’nun hayata, dünyaya dair konuştuğu her bölümü birkaç kez okuma ihtiyacı duyuyorsunuz. 

Kitap, modunu nasıl etkiledi? 

Bazı metinler okuyucuya tekme tokat girişir, bazıları da durur durur bir tane tokat atar ve gider. Kazkafanın Kitabı ikinci gruba ait. Önce bir “peri masalı” okuyormuşsunuz havası yaratıyor hatta “Nasıl ya, yok artık, bu kadarı da olmaz ki!” dedirtiyor. Sonra da dünyanın acımasız gerçekliğiyle baş başa bırakıyor. Modumu kötü etkiledi mi peki, hayır etkilemedi ama bolca düşünmeye sevk etti doğrusu. 

Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu? 

Romanın büyük çoğunluğunun geçtiği Saint Remy’ye baktım özellikle. Nedense Paris’e yakın diye düşünmüştüm, değilmiş. Nostradamus’un doğduğu ve Van Gogh’un akıl hastanesinde bir senesini geçirdiği yermiş. Son derece faydalı bu bilgileri alın ne yaparsanız yapın.:)

Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?

Kitabın ismi de tıpkı kendisi gibi katmanlı. Şöyle ki Fabienne, Agnès’e zaman zaman “kazkafalı” diye hitap ediyor. Onu kendi söylediklerini anlamamakla, hayatın farkında olmamakla suçluyor. Daha sonra birlikte yazdıkları kitap, Agnès’in adıyla yayınlanıyor. Yani gerçekten de “kazkafanın” kitabı çıkıyor ve hikâye buna göre evriliyor. Diğer yandan Agnès’in yetişkin hayatında evli bir kadın olmasına rağmen çocuk yapmak yerine hayvan yetiştirmeyi seçtiğini öğreniyoruz. Agnès’in favori hayvanı kaz. Kazların en önemli özelliği ise etrafındaki diğer hayvanları da koruyabilmeleri, tehlikeye karşı uyanık hayvanlar olmaları. Fabienne ve Agnès’in hayatta vardıkları yerler düşünülünce, Agnès’in gerçek bir “kaz” olduğunu daha iyi anlıyoruz ama sürprizi kaçırmama adına ancak bu kadarını söyleyebiliyorum. Uzun lafın kısası, isim seçimi de bence çok iyi. 

Bu kitabı seven şunları da sever (Akla gelen başka kitap önerileri)  

Kitapla ilgili araştırma yaparken hemen herkesin Elena Ferrante’nin Napoli Romanları’yla bu kitap arasındaki benzerlikten bahsettiğini gördüm. Napoli Romanları’nı okumadığım için uzun uzadıya bir yorum yapamıyorum ama iki kızın arkadaşlığı üzerinden bu bağın kurulduğunu düşünüyorum. 

Bense okurken sürekli Fleur Jaeggy’nin Disiplinli Güzel Günler romanını düşündüm. İki roman da aynı zaman diliminde geçiyor; üstüne, akran ve hemcins arkadaşlığı arasındaki gerilimleri, gelgitleri ele alıyor. Birçok açıdan farkları da olmasına rağmen bu kitabı seven ona da bakabilir bence.

Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?

Yiyun Li, yazmayla derdi olan bir yazar. Bu yüzden ona buralardan bir şeyler sormak daha doğru geliyor. Başka bir yazara ait hangi romanı kendisi yazmak isterdi mesela, bunu sormak isteyebilirdim.