Öfkelendiriyor, düşündürüyor, sürüklüyor: Kralın Laneti

Yazı: Korcan Derinsu

Jaguar Kitap etiketi ve Zeynep Enez çevirisiyle Türkçede yayımlanan Will Heinrich romanı Kralın Laneti, olayların sadece karakterler arasında değil; aynı zamanda gizliden gizliye okurla karakterlerin arasında da geçtiği kitaplardan. 

*Bu yazı, henüz Kralın Laneti kitabını okumamış olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Ne hakkında? Hikâye ne? 

Mondrian’ın resimleriyle tanışınca asla onun kadar iyi bir ressam olamayacağına karar verip resim yapmaktan vazgeçen Joseph Malderoyce, etliye sütlüye karışmadan, iyi bir insan olarak yaşamaya çalışan bir adamdır. Ailesinden yüklü bir miras kalınca, çalışmakta olduğu hukuk firmasındaki işinden istifa eder ve isimsiz bir ülkenin en kuzeyinde, adı sanı bilinmeyen bir kasabaya yerleşir. Bir sabah, evinin verandasında uyuyan, fena hâlde dövülmüş bir çocuk olan Abel’i bulur. Abel’in hayatına girmesi Joseph adına büyük bir değişimin başlangıcı olacaktır.

Zaman dilimi ve mekân 

Zaman da mekân da belirtilmiyor. Bu da bilinçli bir tercih. Romanın temel meselesi olan “iyilik-kötülük” çatışmasını anlatmak için hikâyeyi zaman / mekân bağlamından özellikle koparıyor yazar.  

Okumadan önce bilmemiz gerekenler 

Will Heinrich, Amerikalı bir romancı ve sanat eleştirmeni. New York Times’ın da kadrolu yazarlarından aynı zamanda. 

2003 yılında Kralın Laneti’ni yayımlayıp PEN/Bingham Ödülü’nü kazanan yazar daha sonra 16 senelik bir suskunluğa bürünüyor. 2019 yılında ikinci romanı The Pearls yayımlanıyor. 

Babası bir heykeltraş olan ve hayatı sanatla hep iç içe olan Will Heinrich, 1995 yılında MoMA’da gördüğü Mondrian sergisinden çok etkilenmiş. Romanın ilk ilhamı da buradan geliyor. 

Kralın Laneti, ilk olarak 2016 yılında Jaguar’ın kardeş yayınevi Olvido Yayınları’ndan çıkmış. Roman Türkçe dışında herhangi bir dile çevrilmiş değil. Yani gerçekten gizli bir cevher. 

Kitaba dair en çok neyi sevdin?

Öyle bir hikâye anlatıyor ki yazar, karakterlerden herhangi birini sevmek neredeyse imkânsız. Kim iyi kim kötü, iyilik nedir kötülük nedir vs. tüm sorular birbirine karışıyor. En çok okuyucuyu arada bırakan bu gel-git dolu hissi sevdim sanırım. Bir de uzun zamandır bir şey okurken bu kadar öfkelenmemiştim. Duygularımın harekete geçtiğini görmek çok hoşuma gitti.

En az neyi sevdin?

Sevmedim diyemem ama hikâye bir noktadan sonra tahmin edilebilir bir hâl alıyor. Belki sonu biraz daha sürprizli olabilirdi. 

Yazıma dair neler söyleyebilirsin? 

Çoğunluğu kısa cümlelerden oluşan çok akıcı bir metinle karşı karşıyayız. Yazar dili de anlatımı da oldukça sade tutmuş. Böylesine “ağır” bir hikâyeyi anlatmak için doğru tercihler bence.  Metin akıp gidiyor ama bıraktığı his öylece duruyor. 

Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi? 

Kralın Laneti merakla okunan bir roman. Acaba ne olacak, nereye gidecek gibi sorular okumaya eşlik ediyor. Bu yüzden günlere yaymak çok da mümkün değil gibi. Ben de tamamını bir günde okudum.   

Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu? 

Doğrusu olmadı. Yazarın herhangi bir şeyi güzel gösterme ya da parlatma kaygısı olmadığı gibi romanın kendisi de bence parça parça değil de bütün halinde düşünülmesi gereken romanlardan. Yani sorduğu sorular, kafada açtığı tartışmalarla; bitirdikten sonra bıraktığı tortuyla hatırlanacak türden olanlardan. 

Kitap, modunu nasıl etkiledi? 

Hem bir duygu uyandırıp hem bolca soru soran her esere saygım büyük. Burada da öyle oldu. Bir yandan ben ne yapardım diye sorgulamaya başladım kendimi, diğer yandan önce Abel’e sonra Joseph’e kızdım. Kime daha çok kızmam gerektiğine karar veremediğim için bir tur da ikisine birden kızdım (Doğrusu ikisine de ağız dolusu sövdüm). Özetle bol bol düşündüm ve öfkelendim. Sanırım olması gereken de tam buydu.  

Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu? 

Romanın hemen başında karakter Mondrian eserlerinden çok etkileniyor ve resim yapmayı bırakıyor. Bu da bende merak uyandırdı ve Mondrian’ın eserlerine tekrar bakmak istedim. Aşina olduğumu sanıyordum ama doğrusu o kadar da aşina değilmişim. Sadece birkaç eserini biliyormuşum. Özellikle ilk dönemi beni oldukça şaşırttı. 

Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?

Joseph tüberküloza takıntılı bir karakter. Hastalığın kendi içerisindeki çelişkilerinden evrimine kadar her şeye hayran. Kitabın orijinal adı da burada geliyor: “King’s Evil”, 18. yüzyıla kadar özellikle İngiltere’de hastalığın yaygın adıymış ve kralın bir dokunuşla hastalığı iyileştirebildiğine inanılıyormuş. Romanda da benzer bir durum var -sürprizi kaçırmamak için çok detaylandıramıyorum ama- Joseph, Abel’i iyileştirebileceğini düşünüyor. Tabii işler düşündüğü gibi gitmiyor. Zaten Joseph de sonra fikrinin neden değiştiğini güzelce açıklıyor. Özetlemek gerekirse hem merak uyandıran hem de doğrudan olmayan bir isim olduğu için ben çok sevdim. 

Bu kitabı seven şunları da sever

Özellikle insanın içindeki kötülüğü, kötülüğün farklı yüzlerini ele aldıkları için ilk aklıma gelenler Otomatik Portakal (Anthony Burgess), Sineklerin Tanrısı (William Golding), Karanlığın Yüreği  (Joseph Conrad) ve Fareler ve İnsanlar (John Steinbeck) oldu. 

Kötülüğü daha felsefi bir yerden, farklı edebiyat eserlerini ve mitolojiyi işin içine katarak inceleyen Terry Eagleton’ın Kötülük Üzerine Bir Deneme kitabı da konu hakkında derinleşmek isteyenleri kesinlikle memnun edecektir.

Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?

İki roman arasının (16 sene) bu kadar açılmasının özel bir sebebi var mı onu sorardım sanırım.