Le Guess Who? 2019’un ardından

Utrecht merkezli zihin açıcı müzik festivali Le Guess Who?, her sene genişleyen kapsama alanıyla katılımcılarına sıra dışı bir deneyim yaşatıyor. Bant Mag.’ın medya partneri olduğu ve festival kitapçığı için dört farklı çizgi hikâye hazırladığı Le Guess Who? 2019’u Berk Sayan yazdı.

Mutlak mükemmelliğe ulaşmış bir festivalin anatomisi: Le Guess Who? 2019

Yazı: Berk Sayan – Giriş görseli – fotoğraf: Erik Luyten

Le Guess Who?, 12 yıl önce harekete geçtiğinde bin kişilik katılımcı kapasitesine dahi ulaşmayan Avrupa’nın hepi topu 300.000 civarı nüfuslu minik bir kentinin mütevazı bir festivaliydi. Bugünse kent popülasyonunu neredeyse yüzde 10 oranında artıran miktarda ziyaretçi çekme kabiliyetine sahip. Üstelik katılımcıları dünyanın bambaşka yerlerinden gelen keşif meraklısı müzik severler. Bu ilginin sebebini The Line Of Best Fit şu cümleyle çok iyi özetliyor: “The most diverse open and inspiring festival out there”. (En farklı yönlere açılan ve ilham verici müzik festivali) Festival çok çeşitli bir seçki sunuyor ve unutulmaz deneyimlere açık, etkileyici, ilham verici konserlere ev sahipliği yapıyor.

Bu paragrafı festivale gitmeden hemen önce hazırladığım keşif listesinin girişinde yazmıştım. Üçüncü Utrecht ziyaretimde festival hakkındaki bu düşüncelerim değişmedi, aksine pekişti. 7-10 Kasım tarihleri arasında kiliselerden kent müzesine, kulüplerden baskı atölyelerine şehrin 40 ayrı noktasına yayılan çok sesli, bol renkli bir festival deneyimi yaşadık. 61 ayrı ülkeden 20.000’i aşkın katılımcı ağırlandı bu sene, gerçekten iddialı ve etkileyici bir rakam. Bu başarıyı formülize etmek istiyor insan. “Avrupa Kültür Başkenti dahi olmuş kentimizde ıskaladığımız tam olarak ne?” diye soruyorsunuz ister istemez kendinize.

Festival, gücünü yarattığı komüniteden ve keşfetme motivasyonundan alıyor

Büyük “gişe başarısı” elde etmesi beklenmeyen isimlerin kapısında dahi sıra olabiliyor Le Guess Who? sahnesinde. Bunu sağlayan, ziyaretçisi olan binlerce kişinin orada keşfetme motivasyonuyla bulunması. Yani meraklı bir kitle ve bu merak duygusunu kamçılayan iyi bir program Le Guess Who?’nun başarısının yapı taşı. Line-up’ını sadece kabaca incelemiş biri için dahi adım adım içine çeken, yeni deneyimlerle dönüştürücü bir etki bırakan bir festival Le Guess Who?. En önemlisi de bu; katılımcılar çoğu zaman karşılarına ne çıkacağını bilmeden o sahne senin bu sahne benim geziniyorlar. 150’yi aşkın performansın gerçekleştiği festivale katılmadan önce her bir sanatçıyı araştırmak, dinlemek, sindirmek başlı başına ciddi bir mesai zaten. Kapsama alanı epey geniş olduğu kadar nitelikli ve doyurucu olan bu programın arkasındaki itici güçse, temelde festival ekibinin ana hatlarını çizdiği perspektif. Ancak burada son birkaç yıldır alınan “küratör” desteğinin de etkisi büyük.

Le Guess Who? bu kürasyon desteğini alana dek yıllar içerisinde kendi komünitesini yarattı ve onu adım adım geliştirdi diyebiliriz. Dinleyici kitlesi artarken, temas içinde bulunduğu “sektör” insanları, müzisyenler, yayıncılar, plak şirketleri de arttı. Ekip bu gücü festivalin dinamizmini kuvvetlendirmek adına çok doğru bir hamleyle itici güce dönüştürdü. Örneğin bu yıl The Bug, Moon Duo, Patrick Higgins, Jenny Hval, Fatoumata Diawara ve Irvis van Herpen & Salvador Breed gibi isimler festival programının kürasyonunda rol oynadılar. Bu yöntem festivale yeni bakış açıları kazandırdığı gibi zamanla kaçınılmaz hale dönüşecek monotonluğun ve tıkanmanın da önüne geçiyor. The Bug sayesinde Polonya çıkışlı üçlü LOTTO’yu, Moon Duo sayesinde Prana Crafter’ı keşfedebiliyorsunuz örneğin. İkisini de canlı izleyemedim, kaçırdım gerçi ama, gitmeden önce epeyce bir vakit harcamıştım program üzerinde ve o esnada tanıdım bu iki ismi de. Festivalin tek kötü yanı da bu zaten, “Şu an ne kaçırıyorum acaba?” duygusuyla anksiyetik bir dört gün geçirmeniz.

*Festival sahnesinde izlediğim ve izlemek isteyip de kaçırdığım isimlerden derlediğim Spotify listesi yazının kalanına eşlikçi olması için hemen aşağıda.

Festivalin bir keşif rehberi işlevine kavuşmasının etkenlerinden biri de çok kültürlü ve çok dilli olması. Festival ekibinin hâlâ ilk günkü heyecanla araştırmaya ve festivali oluştururken bir yandan da ondan beslenmeye devam etmeleri. Bu heyecan Etiyopya’dan isyankar groove üstadı Ayalew Mesfin’i geleneksele sırtını yaslayarak yenilikçi bir müzik dili geliştiren Yunan ikili Xylouris White ile aynı sahnede buluşturabiliyor. Pakistanlı yaşayan son “khayál” ustası olarak anılan Ustad Saami, enstrümanların gizli potansiyelini birtakım sonik deneylerle ortaya çıkaran Sırp kökenli Hollanda doğumlu besteci Ivan Vukosavljević, Türkiye’den retro-psikedelik elektronik müzik üçlüsü Lalalar, krautrock ve new age gibi türler çerçevesinde üretim yapan Koreli grup TENGGER, Rastafaryan Sound System kültürünün önemli figürlerinden Jah Shaka ve Berlin çıkışlı elektronik müzik ikilisi Amnesia Scanner gibi isimlerin birbiriyle olan mesafe farkı, çeşitliliği anlatmaya yeter belki bir nebze.F

Fotoğraf: Tim Van Veen

Kapsama alanı geniş program bir keşif rehberi niteliğinde

Gerçekleşen 150 performanstan sadece 15’ini yakalayabilmişim bu sene, geçtiğimiz yıllarda bu sayıyı 20’nin üzerine çıkarabilmiştim aslında. İzlediğim performanslar arasında Oiseaux-Tempête tartışmasız bir şekilde ilk sıraya oturuyor. Paris çıkışlı ikili bu projeyi dünyanın farklı yerlerinden müzisyenlerin de desteğiyle bir kolektif mantığıyla ilerletiyorlar. Örneğin G. W. Sok gibi bir efsanenin yanı sıra Mondkopf ve Jerusalem In My Heart gibi isimlerle iş birliği yapıyorlar. Sahnede de bu isimlerin desteğini aldılar. Temelde rock müzik disiplini çerçevesinde şekillense de yaptıkları şey birçok farklı estetikten besleniyor. Fırtına kuşlarının (Oiseaux-Tempête bu anlama geliyor) müziğinde fırtına öncesi sessizlik de fırtınanın bizzat kendisi de mevcut. Bu performansı bir kenara koyarsak en etkileyici sahnelerden birine, hatta ikisine Patrick Higgins imza attı.F

Fotoğraf: Tim Van Veen

Festivalin küratörlerinden olan Higgins hem açılışta hem kapanışta iki nefis performansla sahnedeydi. Nicolas Jaar ile ortaklaşa harekete geçirdikleri AEAEA isimli projenin prömiyer performansı ile festivalin ilk günü sahnedeydiler. Bu performans ikilinin elektro-akustik ses evreninde ortak bir dil yaratarak hazırladıkları birkaç pasajlık bir kompozisyondu diyebiliriz. Higgins’in gitarını kucağına aldığında onu manipüle ederek neler yaptığına aşina olanlar hangi alemlerde gezindiğini üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirler, Jaar ise işin daha çok “rhythmic pattern” ayağından sorumluydu. Bu performansa ilk kez tanık olan bir salon dolusu insandan birisi olmak gerçekten değerliydi. Higgins kapanış günü ise yine aynı salonda bu kez Dossier X adını verdiği görsel-işitsel projesinin Avrupa prömiyeri için sahnedeydi. Yani aynı salonda, aynı müzisyen eşliğinde bir başka ilke tanıklık ettik. Dossier X ışık, dans ve müzik üçgeninde geleneksel müzik performansı kalıplarının sınırlarını zorlayan, kelimenin tam manasıyla avangart niteliği olan bir işti. New Yorklu genç bir müzisyen ve sanatçı arkadaşları (görsel sanatçı Matthew Schreiber ve koreograf Monica Mirabile) müzik ve sahne sanatları adına öncü bir performans sergilediler. Üstelik bunu birbirlerinin önüne geçmeden ortaklaşa bir sahne şovu ile yaptılar.

Fotoğraf: Tim Van Veen

Festivale damga vuran isim ise nam-ı diğer The Bug idi, yani Kevin Richard Martin. Küratörlerden biri olan müzisyen, birçok farklı performans sahnelemek için şehri karış karış gezdi diyebiliriz. Son işi ZONAL ve King Midas Sound gibi projelerinin yanı sıra Hatis Noit ile ve Londralı MC’ler Flowdan ve Manga Saint Hilare ile performanslar sergiledi. Onu sadece grime ve bass müziğini doruklarda yaşattığı şovunda canlı izleyebildim. Bolca sis ve duman, kırmızı bir ışık ve burnunuzun direğini sızlatan yoğun bas eşliğinde bir efsaneyi marka işlerinden biriyle sahnede gördük.

Bunların yanı sıra Mark Lanegan‘ı ihtişamlı bir kilise olan Jacobierk’te Not Waving ile Dark Mark suretine bürünmüşken izlemek, Moon Duo ile yeni görsel şovu eşliğinde bir psych-rock yolculuğuna çıkmak, Felicia Atkinson’ın dokunaklı besteleriyle zaman ve mekândan soyutlanmak, Deerhoof’u efsane albümleri Friend Opportunity’yi Tigue ile çalarken izlemek, Caspar Brötzmann’ın şairane gürültüsünün dev bir salonu doldurabildiğini görmek, The Ex enerjisine “yerli ve milli” olarak anıldığı yerde tanık olmak, DjRUM’un piyano, çello ve elektronik müziği bir araya getiren performansına şahit olmak, yeni nesil cazın en yetenekli davulcularından Makaya McCraven’ı sahnede devleşirken izlemek de değerliydi. Tabii diğer yandan Jenny Hval’ı, Michele Mercure’ü, Earth’ü, DJINN’i, Mythic Sunship’i ve Lightning Bolt’u kimi zamansızlıktan kimi salon kapasitesi dolduğu için kaçırmak üzücüydü. Dünyanın en eski halk müziği geleneklerini koruyan kadın vokal grubu Isokratisses’i de sahnede göremedim ama şehirde gezerken bir anda St. Martin katedralinin bahçesinde karşıma çıktılar. Muhtemelen mekândan etkilendiler ve katedralin bahçesinde kendi aralarında bir prova-performans gerçekleştirmeye başladılar. O sırada orada bulunan 3-4 kişiye özel bir performans sahnelediler bir nevi.

Utrecht’e yayılan 40 ayrı noktada yeni sesler ve kent kültürünü keşfetmek

Bu performansların birçoğu festivalin ana üssü olan TivoliVredenburg’de gerçekleşiyor. Burası beş ayrı salona ev sahipliği yapan devasa bir kompleks. EKKO ve De Helling gibi şehrin önemli salonları da yıllardır festivale sahnelerini açıyor. Festival müzikle zaten ilişkili mekânların yanı sıra Jacobierk ve Janskerk gibi kiliselere, Hollanda’nın en muteber tiyatro merkezlerinden Stadsschouwburg Utrecht’e, Kapitaal isimli baskı stüdyosuna ve Utrecht Centraal Museum’a dek uzandı. Mekân sayısının önceki yıllara nazaran artmasının bir sebebi de ilk kez geçtiğimiz yıl düzenlenen festivalin uydu etkinliklerinden Untitled başlığıydı. Bu başlık altında gerçekleşen konuşmalar, sergiler ve film gösterimleri festivalin kalibresini yükseltiyor. Untitled, sanat ve tasarım kavramları çerçevesinde şekilleniyor. Özellikle bu yılki programıyla sanat alanında gelişen teknolojiler özelinde de içerik sunuldu. İzlandalı sanatçı James Merry de Untitled kapsamında birkaç işi, bir minik “performansı” ve soru-cevap seansıyla şehir müzesinde festivalin bir parçası oldu. James Merry’nin katılımına da ön ayak olan Irvis van Herpen ve Salvador Breed’in davetiyle Merry’nin “ev arkadaşı” Björk de festivale sürpriz bir DJ set ile dahil oldu. Bu dev isim umarız festivali gelecek yıl daha da kalabalık bir hale getirmez. Çünkü şu an zaten salon kapasitelerinin en uç noktasına ulaşılmış vaziyette. Björk’ün bu performansı da kaçırdıklarım arasında ama James Merry’yi ve festival kapsamında Centraal Museum’da yer alan diğer işleri (Eva Spierenburg ve Luis Andriessen & Madelon Hooykas da işleriyle müzedeydi) görmek amacıyla yola koyulunca müze bir başka kapıyı daha araladı benim için.

Hollanda merkezli sanat-tasarım akımı De Stijl’in mimari açıdan öncülerinden Gerrit Rietveld’in mobilya tasarımlarından büyük ölçekli şehir planlarına birçok materyal ve bilgiye ev sahipliği ediyor bu müze. Müze ziyareti öncesinde akımın ikonik yapılarından, Unicef Dünya Mirası listesine alınmış olan Rietveld Schröder House’u ziyaret etmiştim, o sebeple bu rastlantı iki kat değerli bir hale geldi. Bir anda Le Guess Who? programının dışına da taşan bir keşif rotasında yeni bir kapı aralamış oldum. Müzede ayrıca yine kentin önde gelen tasarımcılarından olan ve meşhur tavşan Miffy’nin (bir diğer adıyla nijntje) mucidi Dick Bruna’ya da bir kat ayrılmış. Bu kata sanatçının atölyesinin bir replikasını kurmuşlar. Dick Bruna’nın el broşürlerinden kitaplarına birçok eseri sergileniyor burada. Bu müze şehrin kültür mirasına gerçekten hakkını vererek sahip çıkıyor ve bu mirası ziyaretçisine konforlu bir biçimde sunuyor.

Belirtmeden geçmek istemiyorum, festivalin bir şaşırtıcı yanı da hiçbir salonda güvenlik nedeniyle herhangi bir uygulamanın, aramanın, kısıtlamanın vs. olmaması. Bir kez festival alanından çıktıysanız bir daha giremezsiniz gibi tuhaf dayatmaları bırakın, konforunuzu ve tadınızı kaçıracak hiçbir durum söz konusu olmuyor. Sadece salonlara ulaşan giriş noktasında hızlıca bilekliğinizi göstermeniz yeterli. Ufak gibi görünebilir ama bu özgürlük de festivali benzersiz kılan detaylardan biri bence.