20 şehir 20 basket maçı: Leigh Ellis İstanbul'daydı

Röportaj: Cem Kayıran

Leigh Ellis bir basketbolsever, bir yorumcu, bir gezgin, bir podcastçi, bir şutör… Şu sıralar 20 şehirde 20 basketbol maçı yapacağı bir yolculukla meşgul. Serisinin 9. durağı olan İstanbul’da Ellis’le buluştuk, hem serüveninin ardındakileri dinledik hem de Caddebostan sahilde 3’e 3 maç yaptık.

Yıllardır masa başında buluşup basketbol hakkında konuşmayı yaşam biçimi edinmiş dört arkadaş Tas Melas, J.E. Skeets, Trey Kerby ve Leigh Ellis. Bir blog olarak 2006’da start alan, sonrasında bir podcast serisine evrilen The Basketball Jones’un bu dörtlüye ulaşması 2011’deki NBA lokavt dönemine denk geliyor. Ekibi mikrofon başından NBA TV stüdyolarına taşıyan The Starters, 2013-2019 aralığında haftada beş gün yayınını sürdürdü. TV macerasının ardından da ekip, nihayetinde bir garaja kurdukları Classic Factory stüdyosundan dilediğince yayın yapan No Dunks’a evrildi. 

Mesleği konuşmak olan bu arkadaşlar arasında konuşmayı en çok sevenin Leigh Ellis olduğuna en ufak bir şüphe yok. Çenesi düşük gibi anlaşılmasın; iyi sohbetten ve bir şeyler anlatmaktan aldığı keyfi sesinden anlamak mümkün. Nitekim ekibin takipçileri, bir No Dunks bölümünde Leigh’nin umulmadık anlarda anlatmaya koyulduğu çılgın anılarıyla, dümenin basketbol sahasından çok uzaklara kırıldığına ve uzun kahkaha molalarına sebep olduğuna aşinadır. 

Anılara, yaşadıklarına, kurduğu irili ufaklı dostluklara bu kadar fazla kıymet veren birinin, yeni anılar biriktirmek için yola çıkması; ortaya da basket potasını dikmesi pek çok açıdan akla yatıyor. Parke Gıcırtısı’ndan partnerim Cem Pekdoğru eşliğinde, İstanbul’a hafif rötarlı varışından dakikalar sonra, Ataköy’de kaldığı otelde Leigh ile buluştuk. 

Bir turistten ziyade bir konuk

Avustralyalı Leigh Ellis, bugüne kadar üç kıtada dört farklı ülkede yaşamış bir basketbol tutkunu. Bir diğer tutkusu da seyahat etmek. Bir kişinin farklı bakış açılarını deneyimleyebilmesinin en ideal yolunun ve hayatta alınabilecek en iyi eğitimin bu olduğuna inanıyor. 

20-20-20 (20 ülke, 20 şehir, 20 sokak maçı) serüveni de en yalın tanımıyla, Leigh Ellis’in iki büyük heyecanını bir araya getirme girişimi. 10 yılı aşkın süredir haftada beş-altı canlı yayın yapan bir NBA yorumcusunun aklına “bir sürü maç yapmak” için yola çıkma fikri nasıl girdi? Leigh anlatıyor:

“Her şey iki yıl önce Berlin’deyken başladı. Orada oynadığım bir maçtan klipler paylaştım. Klipler o kadar da iyi değildi aslında ama fitilini yaktığı şey, dünyanın dört bir yanından insanların bana ‘hadi şehrime gel burada da oynayalım’ minvalinde mesajlar atması oldu. ‘Bunu yapabilirim aslında’ diye düşündüm. İstanbul gibi bir şehre gelebilmeyi, buraya vardıktan kısa bir süre sonra basketbol seven yeni arkadaşlarla buluşuyor olmayı çok seviyorum. Ortak bir şey paylaşıyoruz, bu anlamda bir turistten ziyade bir konuk gibi hissediyorum. Eğer bana ulaşıp, ‘hadi buraya gel’ diyen insanlar olmasaydı bu mümkün olmazdı.”

Evet, gerçekten de Leigh’nin rotasını başka yerlerden insanların davetleri belirliyor. Bu davetlerin peşi sıra geliyor olmasında (Leigh’nin tabiriyle yüzlerce); bugüne dek parçası olduğu yayıncılık anlayışının, dinleyiciyi sohbete dâhil etmekteki yetkinliğinin rolü göz ardı edilemez. Keza Leigh Ellis’i sıradan bir yorumcudan ayıran tüm unsurların da…

Bugüne dek 2 bin 500’den fazla podcast bölümü yayımlamış birinden bahsediyoruz. Hâliyle çıktığı yeni yolculuğun, No Dunks ile eş zamanlı sürdüreceği bir yan proje olarak algılanmasını istemediğini söylüyor. Yarım yamalak bir ilgi alaka ile hedefine ulaşamayacağını düşünerek, tam zamanlı bir adanmışlıkla 20-20-20’ye start vermiş. Başka bir programın arasına sıkıştırmaya çabalamadan, yola teslim etmiş kendini. Asist Pekdoğru’dan geliyor: The Basketball Jones serüveni de benzer bir kırılmayla başlamıştı, değil mi? 

“O dönem bankalar için çalışıyor, keyif almadığım şeyler yapıyordum. Yeni evlenmiştik ve ne yapmak istediğimiz üzerine konuşuyorduk. ‘Basketbol seviyorum ve bir şeyler yazmak istiyorum’ dedim, eşim bir blog açmam konusunda ısrarcı oldu. Başladım. Spor medyası için bir okul vardı Toronto’da. Absürt derecede pahalıydı, parayı bulmanın bir yolunu beraber yarattık. Sonra bir staja girdim, ardından The Basketball Jones, sonra NBA TV… Blog yazmaya başladıktan beş yıl sonra NBA TV’deydim. İşsiz bir blogger iken Steph Curry’yle şut atıp, Shaq’la kafasında don varken dans edeceğimi söylesem ‘saçmalama’ derlerdi. Şimdi ‘dünyayı dolaşıp insanlarla basketbol oynayacağım’ demek de o kadar delice bir şey.”

“Yaşın ilerledikçe önemsediğin şeyleri daraltıyorsun. Neyi kontrol edip neyi kontrol edemeyeceğini anlıyorsun. Ve kontrol edemeyeceğimiz çok fazla şey var. Bu saplantıyı bırakman gerekiyor, hayat devam ediyor. Podcast işini ayrılmak istediğim için bırakmadım, başka bir şey yapmak istediğim için bıraktım. Bir şey yapmak istiyorsan, onu yapmalısın. Kimsenin sana gelip ‘bunu ister misin?’ diye sormasını beklemeden. Bir şeyler için doğru zamanın gelmesini beklersen, hiçbir şey yapamamış olma ihtimalin var.” 

Luka, Drazen, Giannis

Yolculuk dediğimiz, Atlanta’dan çıkıp 20 ülkede maç yapıp evine geri döneceği bir rota değil. Ailesiyle vakit geçirmek ve ziyaret ettiği yerlerden biriken kayıtları elden geçirmek için birkaç haftalık programlarla ilerleyecek. 20-20-20 hedefinin tamamlanmasının muhtemelen birkaç yıl süreceğini düşünüyor ama şu an dokuz şehir geride kaldı bile. 

Peki bu tutkulu macera nereden başlamalıydı? Leigh’nin seçimi Slovenya’nın Ljubljana şehri oldu. Her ne kadar bu sezon takımı play-off dışında kalsa da günümüz NBA’inin en heyecan verici yıldızlarından Luka Dončić’in yetiştiği topraklar. Sonraki duraklar Hırvatistan, Sırbistan ve Yunanistan. Yolculuğuna bir bağlam katması açısından da oldukça anlamlı seçimler. Sözü Leigh Ellis’e bırakayım:

“Hâlihazırda yerleşmiş bir basketbol kültürünün olduğu bir şehirden başlamak hedefimdi. Hırvatistanlı Dražen Petrović, dünya çapında ünlü ilk büyük Avrupalı yıldızlardan biriydi. Şimdi baktığında Nikola Jokić belki üçüncü kez MVP olacak. Luka Dončić ve Giannis Antetokounmpo’nun isimleri de bu ödül için anılıyor. Yapmak istediğim şey, Drazen’in mirasını günümüzün oyuncularıyla bağlamak ve aradaki devasa basketbol kültürünü odağa almak.” 

Tabii ki bu ziyaretler sahada atılan şutlarla sınırlı değil. Gittiği şehirlerin basketbol dünyasından simalarla buluşuyor, röportajlar yapıyor bir yandan. Slovenya’da Sasha Dončić’le yaptığı söyleşiden sonra çılgın bir yeme-içme deneyimi yaşadığını “muhtemelen sırf o masada 3 bin kalori almışımdır” diyerek anlatıyor. Hırvatistan’da Drazen’in annesi Biserka Petrović tarafından ağırlanmış, oğlunun oynadığı sahalarda maç yapmış. Yunanistan’da kimsenin İngilizce konuşmadığı yerlerde arkadaşlar edinmiş; “sahada herkes aynı dili konuşuyor” diyor ve ekliyor: “Sahada herhangi bir politik görüş, din, cinsiyet ayrımı yok. O saate orada mısın, oynuyorsun.” 

Bu yolculuğun birlikte basket oynayan 40 yaş üstü erkekler silsilesi olmaması konusunda da oldukça hassas. İlk uçuşunun rötar yapması sebebiyle Ljubljana’dan önce yaptığı zorunlu Frankfurt molasında da Marija isimli, çılgınca yetenekli bir kadın basketbolcuyla kesişmiş yolları. Maceranın sürpriz start noktasından, Marija’nın çılgın şutlarından bir kupleyi aşağıdan izleyebilirsiniz.

Sıradaki istasyon Afrika kıtasından üç ülke: Güney Afrika, Zambiya ve Kenya. Bu turun organizasyon aşamasında epey mesai harcamış. Nitekim manzaraların ve deneyimin hakkını verebilmek için de bölgeden bir prodüksiyon ekibiyle çalışmış, orada geçirdiği günleri bir belgesel tadında kayıt altına almış. Röportajı yaptığımız sırada söz konusu ekip kurgunun son aşamasında; izlemek için sabırsızlandığını söylüyor Leigh. Oradan şimdiye dek paylaştığı kısa videolarda ise retro NBA forması ödüllü şut yarışmaları, zorlu bir zeminde yapılan kalabalık maçlar ve büyük bir coşku ön planda. 

Ziyaret ettiği ülkelerde açık hava sahalarında maç yapmak da Leigh Ellis için bir başka öncelik. “Takip eden insanların gördüklerinde ‘ben de burada oynamak isterdim’ diyeceği sahalar olması önemli. Bir spor salonunda oynadık ve fotoğraflarını paylaştım diyelim, neresi olduğunu yazmazsam hangi şehirde olduğumu anlamana imkân yok.” diyor. Bu sebeple seçimleri hep akılda kalıcı ortamlar.

Zambiya’da bu şekilde bir açık hava maçı yaptıktan sonra aynı ekip tarafından başka bir maça, bu kez yakınlardaki bir spor salonuna davet edilmiş. Cevabı baştan belli tabii: “Ekstra bir maç, hayır denir mi!” İyi ki gitmiş! Böylece hepimiz Magic Johnson gibi estetik asistler yapan, Stephen Curry gibi üçlükler savuran 55 yaşındaki bu yetenekle tanıştık:

İstanbul, Carmen Sandiego, Kobe 

Gelelim İstanbul’a… Leigh’nin sohbetin başlarında bahsettiği “insanlardan gelen mesajlarla rota belirleniyor” durumunu şahsen deneyimledim. Yunanistan’da paylaştığı bir videonun ardından yolunun buralara düşüp düşmeyeceğini sorup, “neden olmasın?” yanıtını almamdan bu yana üç aydan biraz fazla zaman geçmiş. Arada Afrika turunu da yapıp Atlanta’ya dönmüş olsa da nihayetinde Fenerbahçe ve Anadolu Efes’in Euroleague maçı bu ziyarete vesile olunca tekrar iletişime geçtik ve bir maç yapmak için sözleştik. 

İstanbul’u çocukluk yıllarından beri görmek istediğini, 1985 yapımı ​​eğitici PC oyunu Where in the World is Carmen Sandiego’daki lokasyonlardan birinin Constantinople olmasına dayandırıyor. Allen Iverson ve Deron Williams gibi üst düzey NBA yıldızlarının da yolunun buradan geçmiş olması; Alperen Şengün, Mehmet Okur, Cedi Osman gibi isimlerin NBA’de yaptıkları da İstanbul’u onun için cazibeli kılıyor elbette.

Tabii ki gelmeden dersini çalışmış, nereye gitmesi gerektiğini iyi biliyordu: Caddebostan Kobe Bryant sahası. İhtimaller arasında Mert Tugen ve Cins’in boyadığı Yoğurtçu Parkı sahası da vardı ama yukarıda sayılan tüm beklentileri karşılayan, Kobe anısına yeniden tasarlanmış olan Caddebostan opsiyonunda karar kılındı. 

Fenerbahçe – Anadolu Efes maçının oynanacağı perşembe gününün sabahı için sözleştik. Artık bir basketbol scout’u olan eski Bant Mag. yazarı Doruk Karaca ve düzenli maçlar yaptığını bilsem de hiç beraber oynama şansı bulamadığım arkadaşım Nejat Dilbaz da ekibe katıldı. Leigh ile sosyal medya üzerinden iletişime geçen Murat ve Roman’la da bu sayede tanışmış olduk. Güneşli ama hafif esintili bir hava, 3’e 3 oynamaya yeterli bir kalabalık, göz alıcı bir saha… Önceki gün yağmur yağdığı için zeminin biraz kaygan olmasını kenara bırakacak olursak, her şey hazır!

Biraz ısındıktan sonra Leigh’nin ilk sorusu “Siz nasıl oynuyorsunuz?” oldu. Buralarda nasıl oynanıyorsa, onu deneyimlemesi önemliydi. 21’de biter, atan devam eder ve sokakta “ampül” olarak da anılan kuralın üstünden geçtikten sonra takımlara ayrıldık ve başladık. Formunu bulması biraz sürdü ama keskin bir şutör olduğunu Caddebostan sahiline de kanıtladı Leigh. Sahadan da ne kadar etkilendiğini taptaze Court Report: İstanbul videosunda anlatıyor:

Tabii insan kendi highlight’ını paylaşırken bir tuhaf hissediyor ama maçta Leigh’ye yaptığım bir asisti de buraya bırakayım, ne de olsa “very solid play”:

Leigh Ellis için turun bir sonraki durağı muhtemelen Euroleague Final Four’u sebebiyle Litvanya’nın Kaunas şehri olacak. Bu yaz ailesiyle çıkacağı Avrupa tatilinden sonra, sonbaharda Asya’ya gidecek. “O da en azından üç haftalık bir tur olmalı” diyor. Yakın gelecekte bir Güney Amerika seyahati de olacak gibi; Kosta Rika, Kolombiya, Peru… Bu yolculuğun nihayetinde 20 şehri aşacağına şüphe yok anlayacağınız.

“20 şehir kendime belirlediğim ilk hedef. Yaptığım şeye bir çatı belirlemek gibi. Eğer bir sponsor, yayın kuruluşu ya da streaming servisinden destek alır; bir editör ve prodüktörle yola çıkabilirsem bu işi götürebildiğim kadar ileri taşımak isterim. Vücudum elverdiği ve oynamaya gelecek insanlar olduğu sürece.”

En iyi seyahat 5’i

Sohbetimizin sonunda Leigh’den, bu yolculuğu birlikte yapmanın keyifli olacağı, hayalî bir ilk 5 kurmasını istedim. Sadece oyunları ve yetenekleri değil; muhabbetleri de tabii ki kadronun belirlenmesinde önemli rol oynadı. Takipçilerini şaşırtmayacak şekilde ilk tercihi, Dallas Mavericks efsanelerinden Rolando Blackman oldu:

“Nostaljik basketbol hakkında konuşabileceğim birkaç kişi olmalı mutlaka. Rolando müthiş, sohbeti çok karizmatik birisi, onu kesin yanıma alırdım. Tom Chambers iyi olabilirdi. Magic! Magic Johnson’ı sadece enerjisi ve hikâyeciliği için bile çağırmak isteyebilirsin. Perşembe sabahı bizimle maça çıktığını düşünsene… Toni Kukoč’u alırdım, hem oynaması keyifli hem de anlatacak iyi anıları olduğunu biliyorum. Steven Adams da iyi bir aday, mizahı da düşünmek gerek. Etrafında olması rahat insanları toplamak isterim ve saydıklarımın hepsi  de öyleler bence. Gregg Popovich de gelebilir.”