Matt Wolf seçti: “Streetwise” belgeseli ve Tiny’nin hikâyesi

“1980’lerden, Streetwise isimli harika bir belgesel var. Seattle’da yaşayan bir grup evsiz punk gencin hikâyesini anlatıyor. Filmde tanıştığımız en unutulmaz karakter Tiny isimli genç bir kız. Fotoğrafçı Mary Ellen Mark, Tiny’i on yıllarca fotoğraflamış. Streetwise’ın yönetmeni 2016’da TINY: The Life of Erin Blackwell adlı bir devam filmi hazırlamıştı. Bu filmi yeni izledim ve tek kelimeyle muhteşemdi. Mary Ellen Mark ise birkaç sene önce öldü. Ama bize arkasında Tiny’nin fotoğraflarından oluşan çok etkileyici bir kitap daha bıraktı. Tiny’ye ithafen bir içerik hazırlamanız bence harika olur.”

Matt Wolf

Boşlukta süzülürken…: Streetwise ve Tiny’nin unutulmamış hikâyesi

Yazı: Ekrem Buğra Büte

Arthur Russell belgeseli Wild Combination aracılığıyla tanıştığımız New York merkezli sinemacı Matt Wolf ile 2014’te, 20. yüzyılın ilk yarısındaki gençliğin izini süren filmi Teenage yayınlandığında da röportaj yapmıştık. Kovaladığı görkemli hikâyelerle her daim kalbimize dokunan ve zihnimizi açan yönetmen, bu yıl radikal sosyalist bir aktivistin hayatını adadığı arşivleme projesini kendine konu edinen ve prömiyerini Tribeca Film Festival’da yapan Recorder: The Marion Stokes Project ile gündemimizdeydi. Kısacası Matt Wolf’tan bir konu önermesini istediğimizde bizi kendimizi kaybedeceğimiz bir dünyaya taşıyacağından emin gibiydik…

Karanlığın içinde çalan, umarsız bir ıslığın dinleyicisiyiz. Islık belirsiz bir ifadeye ve bir köprünün üzerine götürüyor bizi. Genç yüzün sahibi, tırabzanların üzerine çıkıyor ve kendini boşluğa bırakıyor. Kamera, boşluktaki bedenin süzülüşüne sabitleniyor. Bir inanç atlayışı bu. Son ana kadar düştüğü yeri görmüyoruz. Dış ses, durumu izah ediyor: “Uçmaya bayılıyorum. Huzurla ve sessizlikle baş başasın sadece, etrafında masmavi gökyüzünden başka bir şey yok. Tadını kaçıracak kimse yok. Sana ne yapacağını ya da nereye gideceğini söyleyen kimse yok. Uçmanın tek kötü yanı şu lanet dünyaya geri inmek zorunda olmak.”

1984 yapımı kült belgesel Streetwise, bu sözlerle açılıyor. Birazdan hayatlarından kesitler izleyeceğimiz evsiz, yurtsuz ve geleceği belirsiz gençlerin sonun neresi olduğunu bilmeden boşlukta süzülüşlerinin olabilecek en saf haliyle özetlendiğinin farkında değiliz henüz. Kendi boşluklarında süzülen bir grup isimsiz gencin isimlere ve suretlere kavuşturulma girişimi Streetwise.

Mary Ellen Mark – Tiny Daylon’a hamileyken, 1985 © Mary Ellen Mark

Genç Şehir Bilgeleri

Yönetmenliğini Martin Bell’in üstlendiği Streetwise, 1980’li yıllarda Seattle’ın sokaklarında yaşayan bir grup gencin yaşamlarına odaklanan bir belgesel. Büyük çoğunluğu -ABD’nin kronik toplumsal sorunlarından birisine işaret eden- işlevini kaybetmiş ailelerinden kaçıp sokaklara düşmüş, evsiz ve korunmasız çocuklar bunlar. Tamamı on sekizinden küçük. Birçoğu çocuk yaşta uyuşturucu bağımlısı olmuş, geçimlerini ufak hırsızlıklarla ya da ellerindeki tek değer olan bedenlerini satarak kazanıyor. Çalışacak ya da sosyal yardım alabilecek yaşta değiller. Mücadeleleri hayatta kalmak üzerine kurulu. 90 dakika süren film boyunca onların hayatlarına ve şehrin kıyısındaki mücadelelerine tanık oluyoruz.

Filmin hikâyesi, fotoğrafçı Mary Ellen Mark’ın gazeteci Cheryl McCall’la birlikte Life dergisi için hazırladığı bir makaleye dayanıyor. ABD’nin en yaşanılır şehri olarak nam salmış Seattle’da evlerinden kaçıp sokaklarda yaşayan evsiz çocukların hikâyesine odaklanan “Streets of the Lost” makalesinin hazırlanmasının ardından Mark ve McCall konunun peşini bırakmıyor ve Mark’ın eşi ve çalışma arkadaşı yönetmen Martin Bell’in sürece dahil olmasıyla Seattle’da, Pike Street’te yaşayan bu çocukların filmini çekmeye başlıyorlar. Aylar süren karşılıklı güven ilişkisinin kurulması ve gençlerin kamerayla beraber yaşamayı kabul etmesinin ardından belgesel çekiliyor ve Streetwise adını alıyor. Genç şehir bilgelerine adanmış ironik bir hatırat gibi.

Streetwise gösterime girdiği ilk dönemden itibaren büyük ilgi çekiyor. Kısa sürede üne kavuşuyor, en iyi belgesel dalında Oscar’a aday oluyor. Zamanla kült mertebesine erişecek film, yalnızca evsiz çocuklara değil, ABD’nin sokak ve şehir kültürüne, hatta Amerika’nın kendisine bakışına dair antropolojik bir çalışma olma özelliğine sahip ve bugün dahi değerinden bir şey kaybetmiş değil, zamanı kat etmeye devam ediyor. Filmi izlerken Safdie kardeşlerin Heaven Knows What’ını, Gus van Sant’in My Own Private Idaho’sunu, ve daha yüzlerce Amerikan filmini hatırlamamak elde değil. Martin Bell’in filmden sonra Streetwise’daki en çarpıcı hikâyelerden birisinden esinlenerek çektiği, başrolünde genç Jeff Bridges’ın parladığı American Heart da bunun en doğrudan örneği.

Yazının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:68’e ulaşabilirsiniz.