Hayaleti öldürmek: Mukadderat
Yazı: Zelal Buldan
Ne kadar büyük olsa da kayıplar, ölümün ardından yaşamın içindeki kahkahanın peşine düşüyor insan. Yas ani duraksamalara sebep oluyor gibi görünse de yaşam devam ediyor. İnsan devam ediyor. Etmek zorunda. Cenaze evlerinde bulunan herkes bilir o tuhaf anları. Bazen bir şeye gülersin sonra güldüğün için suçlu hissedersin. Bazen yabancı biri çok ağlar, onun senden daha çok ağlamasına anlam veremezsin. Bazen sadece durmak istersin, bir telefon hatırlatır ölenin acısını istediğin kadar yaşayamayacağını. Hayat devam eder, sen devam edersin. Bir devam etme filmi Mukadderat.
Mukadderat’ın devam ediş yolu bana yıllar önce okuduğum bir kitabı hatırlatıyor. Ölümün ardından evde yalnız kalan aile üyelerinin gülmeye başlamasına, gözlerinden yaş gelecek kadar kahkaha atmasına “sarı kahkaha” der Burhan Sönmez, İstanbul İstanbul adlı kitabında. “Ölümü unutturan kahkahaya sarı rengi yakıştırırlarmış.” Mukadderat da baştan sona bir sarı kahkaha. Bir ölüm ile başlayan film, ölümün ardından gelen hüzünle çok ilgilenmiyor. Yer yer sarsıcı cümleler ile hüznünü hissettirse de güldürmeye odaklanıyor. Erdi Işık’ın kendi ailesinden etkilenerek yazdığı filmi Nadim Güç yönetirken, başrolde izlediğimiz Nur Sürer bizi o sarı kahkahaya boğuyor.
*Bu yazı, henüz Mukadderat filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.
Konu nedir?
Recep’in ani ölümü bütün aileyi bir araya getirir. Sultan, eşinin ölümünün ertesi gününde beklenmedik bir istekle çocukları Reyhan ve Nevzat’ın tepkisini çeker. 45 yıllık evliliğinin ardından hayatına tek başına devam etmek istemeyen Sultan evlenmek istediğini söyler. Söylentiler bütün ilçeye yayılır. Küçük Cide’nin bütün gündemi Sultan olmuştur. “Elalem ne der?” ile “Bu yaştan sonra ne evliliği?” soruları Sultan’a geri adım attırmaz. Yatarken nefesini duyabileceği, yalnızlığını hafifleteceği birini bulmakta kararlıdır.
Karakterler üzerine
Eşinin ölümüyle hikâyesi başlayan Sultan, hayatı boyunca yalnız kalmamış, kalabalıklar içinde kendini unutmuş bir kadın. Bu sebeptendir ki ilk kez yalnız uyumak zorunda kaldığı gecenin sabahında evlenmek isteyerek uyanıyor. Onun için başka bir hayat mümkün değil; hiç olmamış. Bağımsız biri olmayı, yalnız başına ayakta kalma ihtimalini düşünmemiş veya düşünmesi gerekmemiş. Eşinin ölümüyle bu durumla yüzleşmektense, bu boşluğu yok sayarak tekrar bir eş arayışına düşüyor. Uyurken yanında birinin olması onun bütün sorunlarını çözecek, yalnızlık çekmeyecek ve tek başına ayakta durması gerekmeyecek. Bu sebepten büyük bir yalnızlıkla başlıyor Sultan yeni hayatının ilk gününe. Çıkış noktasını bir kenara bırakırsak, elaleme kulak tıkayıp aldığı bu karar da hiç şüphesiz cesur bir çığlık olarak yankılanıyor ilk duyuşta. Küçük bir ilçede “bu yaştan sonra” evlenmek için diretmesi, bunun için süslenip eski aşklarından yeni ihtimallere doğru kapıları çalması, ailesini ve komşularını karşısına alması çok şey öğretirken Sultan’a, içindeki boşluğun kaynağını da gösteriyor. Bunu bulmak için dış kaynaklara ihtiyaç duyuyor olsa da kendi hayatının baş kahramanı olmayı zamanla öğreniyor. İlk olarak ölen eşinin hayaletini öldürmesi gerekiyor. Recep henüz filmin başında ölmüş olsa da hayaleti bir karakter olarak film boyunca varlığını hissettiriyor. Bıraktığı mirasta dahi evlenmeme şartı koyan eşinin hayaleti oldukça canlı. Çok kolay olmuyor toplumsal baskıya dönüşen bir hayaleti öldürmek. Bazen kahvehanedekilerin dedikoduları olarak ortaya çıkıyor, bazen Sultan’ın çalışmasına engel olan birtakım engeller olarak. Kızı Reyhan, annesini zabıtaya şikayet ettiğinde; oğlu Nevzat, annesine baskı uyguladığında hayalet canlanıyor.
Sultan kendi bağımsızlığını kazandığında, boşluğunun gerçek kaynağını bulduğunda ise hayalet son nefesini veriyor. Hayalete nefes veren Sultan, hayaletin nefesini de söndürebilir elbet. Söndürürken de daha önce hiç var olmamışçasına parlıyor.
En çok nesini sevdim?
Nur Sürer’i. En çok Nur Sürer’in bütün film boyunca hasret bıraktığı içten gülüşünü finale doğru görmeyi. Bir gülüşle rahatlamayı ve o gülüşü beklerken film boyunca yaratılan doğal komediyi. Hiç bilmediğim Cide’yi de çok sık ziyaret ettiğim bir yermiş gibi hissederek filmden çıkmayı. Bir “en çok” da konusuna gelsin. Özgün konuları çok özlememiş miyiz?
En az nesini sevdim?
Filmi çok sevdiğim için “en az sevdiğim” yerleri de bol elbet. Çok sevince daha kusursuz olsun istiyorsun. Sevdikçe daha çok sevme isteği her alanda mevcut.
Reyhan ve Nevzat’ın hikâyesi miras başlığı altında şekillenirken; iki çocuğu olan Recep kız çocuğuna daha ufak bir pay bırakıyor. Reyhan’ın bu eşitsizliği dile getirişi dahi Cide’dekiler tarafından tepkiyle karşılanıyor. Kız çocuğuna miras bırakılması bile öpüp başa koyulması gereken bir durumken, ne cürretle aldığını beğenmiyor ki Reyhan! Bütün bu düşüncelerin karşısında bir kere bile geri adım atmayarak hakkını savunuyor. Buraya kadar seviyoruz Reyhan’ı, destekliyoruz. Reyhan, Cide’nin feminist karakteri. Kahvedekileri susturan, hakkının peşinde koşan, kız çocuklarına dair söyleyecek cümleleri olan biri. Bütün bunların üzerine annesi Sultan evini pansiyona dönüştürdüğünde, onu zabıtaya şikâyet eden kişi ise ne yazık ki yine Reyhan. Filmin vermek istediği mesajın aksine ve yaratından Reyhan karakteriyle çatışır hâliyle, kadının baş düşmanı yine kadına dönüşüyor bu hareket ile.
Sultan’ın ikinci baharını bulmak için motivasyonu da büyük çerçevede zayıf kalabiliyor. Bir dönüşüm geçiren Sultan için evlilikten vazgeçmesi ve kendi yolunu bulması için Refik’in tavsiyesi yeterli oluyor. Evlenmek istediği için yanına gittiği Refik, Sultan’a hayat amacını gösteren kişi oluyor. Oysa Sultan, pazarda yansıttığı karakteriyle, geri adım atmayışının tertemiz ayak iziyle kendi yolunu bulmak için yaratılmış biriydi. Bunun için Refik’in konuşmasına mı ihtiyacı vardı? Bir bilge karakter olmadan, birkaç cümleyle değil de kendi aksiyonlarının sonucuyla da elbet yolunu bulabilirdi. Sonsuz ihtimaller evreninde benim hayalim böyleydi.
Nasıl hissettirdi?
Vedaların zorlayıcı evreninde çoğunlukla kaybedilenin yerine bir başkasını koymak acıyı ertelemenin en kolay yöntemi gibi duruyor. Kayıpla yüzleşmek, o boşluğa alışmak zor geliyor. Boşluğu kendisiyle doldurmayı öğrenirken, öğretiyor da Sultan. Bazen yası tamamlamak, hayaleti öldürmek gerekiyor. Yoksa hayat ölenleriyle, gidenleriyle ve insandan da öte yitip giden eşyalarıyla, taşınılan evleriyle kocaman bir hayaletler ordusuna dönüşüyor. Film nasıl hissettirdi, tanımlaması zor ama bana şu cümleyi söyledi: Hayaletleri öldür, devam et ve bir sarı kahkaha at.