Tercümede kaybolan gerilim: The Creep Tapes

Yazı: Utkan Çınar

Shudder ve AMC+ kanallarında 15 Kasım’da yayına başlayan The Creep Tapes, buluntu görüntü estetiği taşıyan altı bölümlük bir korku anlatısı. Mini dizi, Patrick Brice ve Mark Duplass’ın bundan on yıl önce ilk filmi yayımlanan Creep evreninin bir uzantısı.

*Bu yazı, henüz The Creep Tapes dizisini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân

Mekânlar değişken olacak gibi. Zaman da ilk iki filmin geçtiği vakitler ve öncesi olmalı.

Konu nedir?

Bir seri katilin para karşılığı video çekme bahanesiyle kendine çektiği insanları psikolojik işkence sonunda katletmesinin found-footage stiliyle izliyoruz. İsmine de; ilk filmde Josef, ikinci filmde Aaron’ı kullandığı için ve gerçek isminden emin olamadığımız için Peachfuzz diyelim. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Yönetmen Patrick Brice ve başrol Mark Duplass’ın kaleminden çıkan Creep (2014) ve Creep 2 (2017) kanımca oldukça başarılı psikolojik gerilim ve korku örnekleriydi. Bir üçüncü film beklentisi de uzun zamandır vardı. Gecikmeli de olsa bir dizi olarak geri döndü. Yönetmenlikten aktörlüğe terfi eden Mark Duplass’ın belirleyici oyunculuk işi olduğunu söylemeli. Gerilimi çoğunlukla kurbanın bakış açısından tecrübe ettiğimiz için de seyirci olarak konuya katılımımız da oldukça interaktifti.

En çok neyi sevdin?

Stil, konu her şey kıvamında ama Mark Duplass’ın oyunculuğu olmasa ne kadar işler emin değilim. Duplass’ın fiziksel var oluşu, karaktere oldukça ikna olmuş oyunculuğu tüm franchise’ı taşıyan öğe. Sahip olduğu karanlık mizahi tonun da etkileyici bir yan olduğunu söylemeli. Kurbanların da gereğinden fazla rol kesmemesi olumlu.

En az neyi sevdin?

Kamera kullanımı çalışsa da kamerayı tutanın seyirciyi düşünerek çekim yapıyor gibi hissedilmesi işin realizmine biraz ket vuruyor. Evet öbür türlü seyredilmesi çok zor bir hâle gelebilirdi ancak yönetmenlik de bir yandan bu sorunları çözme yeri değil midir? Yer yer, ani ve hızlı panlar yersiz durmakta. Tabi bir de 20 küsür dakika cıvarı kısa bölümler nedeniyle, Creep’in yavaş yavaş kurbanının psikolojisinin bozulmasının, aklının karışmasının sağlandığı filmlere göre daha aceleye gelmiş hissi ortaya çıkıyor. Creep gerçek zamanlıya yakın bir ritimle gittiğinde daha etkileyici. 

En çok hangi sahneye yükseldin?

Peachfuzz’ın American Beauty’deki rüzgârda dans eden poşet sahnesini tekrarlamaya çalışmasına çok güldüm. Dizide film referansları var ve devam edecek gibi. Yalnız genelde toplum hafızasına kazınmış popüler işler olduğu için bu referansları isim vermeden, açıklama yapmadan vermek daha güzel olabilirdi. 

Modunu nasıl etkiledi?

Creep franchise’ının iyi ve kötü yanları olsa da Peachfuzz kesinlikle insanın ilgisini çeken, oldukça enteresan bir karakter. Ve her bölümün sonunda bir cinayet işlediğini bildiğiniz o âna ulaştığınızda hastalıklı bir katarsis yaşıyorsunuz. Ya da benim bir psikoloğa görünmem lazım!

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin? 

Peachfuzz’ın motivasyon kaynağı, neden bir katile dönüştüğü hiçbir zaman belli değil. Geçmişini anlatan bir hikâye de merak uyandırıcı olurdu. Ancak bu belirsizlik onun insan kılığında bir canavar olarak algılamamıza yardımcı da oluyor. Kurbanların Peachfuzz’ın dengesizlikleri baş göstermeye başladığında kıllanıp ortamdan uzaklaşma konusunda yavaş davranmaları her zaman çok da ikna edici değil. 

Kimler sever? 

Bu satırların yazarının korku janrı hakkında çok tecrübeli olmadığını belirtmeliyim. Ancak hem iki film hem de dizi bu türün izlediğim en iyi örnekleri arasında. Benim gibi uzaktan bakanların da benzer zevki alacağını düşünüyorum. Korku fanatiklerinin ise yorumları farklı olabilir, ona da saygı gösteririm.

Bunu seven şunları da sever 

Duplass ve Brice ilk filmden bahsederken Stephen King uyarlaması Misery, My Dinner with Andre ve Fatal Attraction gibi gerilimlerin onlar için esin kaynağı olduğunu söylüyor ki buna katılmak kolay. Tabii 1999’da çıkan ve türün big bang’i olarak nitelendirebileceğimiz The Blair Witch Project’i de es geçemeyiz. 2008’den Matt Reeves imzalı Cloverfield ve pek sevdiğim Matt Johnson’ın 2016 tarihli Operation Avalanche’ı da found-footage janrından aklıma gelen iyi örnekler.

Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?

Sanırım neden film formatında devam etmediklerini sorardım. Bu dizideki birkaç iyi bölüm bir araya getirip de gerçekleştirilebilirmiş bu sanki. Farklı bir stilde karakterin geçmişi de ele alınabilir; yakalanma süreci de yazılabilir. Gidecek çok yol varken bu mini-dizi mantığının çok da işlemediğini düşünüyorum.