Nils Frahm ve acı çekme sanatı

Röportaj: Hikmet Demirkol - Fotoğraf: Markus Werner⁠

Alman müzisyen, besteci, prodüktör Nils Frahm 16 Haziran’da Zorlu PSM’de sahne alacak. Bir süredir posterleriyle İstanbul’un duvarlarını süsleyen bu büyülü konserin gerçekleşmesine çok az kaldı. Heyecan uyandıran isimlerle devam edecek #KeepItAlive serisinin ilk konseri Beatgate presents: Nils Frahm – Music For Istanbul’a ilişkin detaylar burada

Konser haberini aldığımdan beri Frahm’la bu söyleşiyi yapmak için fırsat kolladım ve sonunda gerçek oldu. Kendi adıma bu sohbetin heyecanı, Nils Frahm’ın mütevazı hâli ve sakinliği, ona olan hayranlığımı bir kat daha büyüttü. 

Nils Frahm gibi konser biletleri her gittiği ülkede tükenen bir sanatçının kariyerindeki kırılma noktalarını, konuşmanın en başında duymanın bu sohbeti daha yüksek bir desibelden başlatacağını düşündüm. Hiçbir şeyi dışlamadığını söyleyen müzisyen, belki de doğal bir insan açgözlülüğünden dolayı mümkün olduğunca çok şeyi dâhil etmeye çalıştığını belirtiyor. 10 sene önce çaldığı müziği şimdi çalamayacağını fark ettiğini eklese de asla stilini bozmadan devam etmenin kritik bir dönemeç olduğunu vurguluyor. 

Bir gezgin olarak Nils Frahm

Daha önceden de İstanbul’daki dinleyicileriyle buluştuğu için ve hatta belki de turist olarak şehri gezdiğini de düşündüğüm için ona özel gelen yerleri öğrenmek istedim. Daha önce iki kere daha İstanbul’a gelen Nils Frahm yemekleri, sokak kedilerini ve Türk misafirperverliğini unutmadığını belirtiyor. Sonra da onun esas etkileyen şey olan, şehirdeki sesleri anlatmaya başlıyor: Aslında hepimizin her gün tanık olduğu ama onun daha başka bir pencereden gördüğü şehrin sesini, hayatın koşturmasının yarattığı vızıltılar… Her ne kadar İstanbul’un koşturması ve telaşı bol olsa da gezmekten hep keyif aldığını ekliyor. 

Çok yoğun bir turne hayatı olduğu için bu İstanbul sorusunun başka şehirlerdeki versiyonunu da dinlemeden geçmek istemedim ve ona ilham olan durumları merak ettim. Gittiği her şehrin atmosferinden etkilenen Frahm, bir arabada otururken, dışarısı karanlık ve kimse konuşmazken, tek başına müzik dinlemeyi ilham verici bulduğunu söylüyor. Bulutlu bir havada, sanki sokakta giden tek araç onunkiymiş gibi hissettiği o an, arabadan dışarı baktığında, sokak lambalarının bir bir geçtiği o an, işte Frahm için ilhamın ta kendisi buymuş. Trende seyahat ederken, şehirde gördüğü evlerin camlarının birbiri ardına uçtuğun fark etmenin kendi dünyasında müzikal karşılığı varmış. Şehrin kendisinin müzik olduğunu, manzaranın da müzik olduğunu ama farklı parçalar barındırdığını söyleyen Frahm, bir ormana gittiğinde şehirde olduğundan farklı sesler duymanın heyecanına kapılıyormuş. Esas ilham denen şeyin bu iki uç dünya arasında olduğunu söylerken şehir yaşantısını, doğaya tercih etmediğini de belirtiyor. Ama şehirdeki karmaşanın, çok sesliliğin başka hiçbir yerde bulamayacağımız bir ilham verdiğini de göz ardı etmeden. 

Nils Frahm’ın besteleri, her dinlediğimde farklı dünyalara kapılar açıyor. Peki müziğinin duygusal  karşılığını o nasıl yorumluyor? Birçok duygu arasında bir armoniyi anlattığını düşünen müzisyen, bu gruba ismini bilmediğimiz duyguları bile dâhil edebileceğimize inanıyor. Kendisi için bir duygunun diğerine kıyasla öne çıkmadığını söyleyen Frahm, bunu yaparsa dengeyi kaybedeceği görüşünde. Duygular onun için çok hayati unsurlar; örneğin kötü veya negatif duyguları hayatından silerse pozitif duyguların değerini, önemini kavramanın zor olacağına inanıyor. Yani siyah ya da beyaz değil; duyguların hepsinin bir bütün olarak anlamlı olması. Müziğinde duygu kullanma reçetesinin, duygu ne olursa olsun onun dışarı çıkmasına izin vermek olduğunu söylerken, her duygu için de doğru bir ses olduğunu belirtiyor. Kimi zaman içindekileri yansıtacak doğru müziği bulamasa da böyle anlarda iyi hissetmediği için müzik çalıp ya da dinleyerek, her şeyin daha anlamlı olduğunu fark ediyormuş. Bu sayede depresyondan melankoliye ya da heyecandan saf neşeye geçiş yaşayabildiği için müzik yardımıyla yaşadığı duygularından korkmadığını büyük bir cesaretle paylaşıyor. 

Müziğinin daha çok melankoli ile anılmasına dair nasıl düşündüğünü sorduğumda, melankolinin bir bakıma acı çekme sanatı olduğunu söylüyor. Nils Frahm, melankolinin belki de hüzün ve depresyonun daha rafine bir biçimi olduğunu düşünüyormuş. Eğer sanat depresyonu ya da hüznü bir şekilde melankoliye dönüştürebilirse bunun doğru bir yönde ilerlemek gibi hissettirdiği yorumunu yapıyor. Hatta bunu, kendini evindeymiş gibi hissetmeye benzetiyor. Yaptığı müziğin tek bir duygu değil; deyim yerindeyse duygular yelpazesi olarak tanımlıyor Frahm. Tam olarak anlamlandıramasa da müziğinin melankolik olduğu intibasınının, depresif olmaktan iyi olduğunu düşünüyor.

Bir atölye sevdalısı olarak Nils Frahm

Nils Frahm’ın hayatında müzikten başka ne var, insan ister istemez merak ediyor. Son 25 senedir neredeyse durmadan müzik yaptığını söylerken kondisyonunun iyi olduğunu belirtiyor. Seneler geçerken yaş aldığını, stüdyoda, turnede durmadan müzik üzerine çalışırken kimi zaman gün ışığı görmediğinde, zamanın nasıl geçtiğini fark etmemenin artık eskisi kadar cezbedici olmadığını itiraf ediyor. Özellikle bunun önemini son 10 yılda fark etmiş. Müzik yapmanın yanı sıra dışarıda olmaya da çalıştığını, sekiz yıl önce eşiyle birlikte İspanya’da küçük bir arazi satın aldıklarını ve mümkün oldukça orada vakit geçirmenin keyfini büyük bir mutlulukla anlatıyor. Ev inşa etmekten, yenilemekten, mümkün olduğunca işçilik içeren işlerden ve hatta enstrümanlar yapmaktan keyif aldığını söylerken tam bir atölye sevdalısı olduğu ortaya çıkıyor. Bir şeyleri inşa etmenin, onarmanın onu rahatlattığını anlatan Nils Frahm’a spor salonuna gitmektense ormandan eve odun taşımak iyi geliyormuş. Kendiyle baş başa kalmanın, hele ki bunu doğada yapabilirse onun için bir nevi meditasyon olduğunu, bunun onu dinlendirdiğini söylüyor. 

Bence müzik de hayattaki her şey gibi bir evrim yaşıyor. Nils Frahm’ın penceresinden müzikteki yenilikler, dijital tüketimin artıları ya da eksilerini hakkındaki fikirlerini sordum. Bu sorunun kendisini yaşlı hissettirdiğini söylerken kahkahayı basıyor. 14-15 yaşlarındayken dinlediği müziğe aile büyüklerinin “bunu nasıl dinliyorsun, anlamıyorum?” dediğini anımsıyor ve gülerek ekliyor: “Ben de şu an tam olarak böyle hissediyorum!” Her gün Spotify dinlemediğini, bir nevi kendi balonunda yaşadığını; yeni neler var, gündem nasıl değişiyor ya da trend nedir, pek takip etmediğini itiraf ediyor. Bunu yapmasının esasen bir sebebi de ilham kaynaklarının azalmamasını istemesiymiş. Kendi ilham pınarının gördüklerinden geldiğini söylerken kinayeli bir şekilde kendisinden çok daha zeki insanlardan öğrendiği bir sırrı paylaşıyor: “Her sanatçı birilerinden, bir şeylerden çalıyor!” Esas olayın pek çok farklı kaynaktan çalmanın ve hatta alışılmadık kaynaklardan çalmak olduğunu vurguluyor. 

Bu ipucuna her zaman değer verdiğini belirten Nils Frahm, günümüz popüler işlerini, en yenilerini dinlemeye alışılmadık bir durum olmadığını düşünüyor. Aksine daha çok yaygın bir kaynak olduğu için kulaklarını, beynini, kalbini bugün çıkan müzikle meşgul eder ve hepsini anlamaya çalışırsa o zaman onun gibi olabileceğinden korkuyor. Ve sonunda da yaptığı müzik, dinlediği güncel müzikten ilhamla dünde kalan bir müzik olacağı endişesiyle bu tehlikeden kendisini uzaklaştırıyormuş. Bu durumu kendince bir anla özetliyor, çok acıkmış bir hâldeyken yemek yemeden önce Snickers yiyip iştahının kapanmasına benzetiyor ve gülüyor. Ben de bu benzetmeyi duyduktan sonra, iştah kapanmasını ilham kaçması şeklinde yorumlamasıyla telefonda bir süre hayranlıkla sessiz kaldım.

Berlin’in Nils Frahm müziğindeki etkisi sormak istediğim anda öncelikle kendisinin Hamburglu olmasının gururunu vurguladı. Hamburg’da yılın büyük bölümünde havanın yağmurlu olmasının müzik yapmaya oldukça elverişli olduğunu söylüyor. Her ne kadar durum böyle olsa da şimdilerde İspanya’da daha fazla zaman geçiriyormuş. Havasından, manzarasından İspanya’da müzik yapmanın Almanya’dakinden oldukça farklıymış onun için. Berlin’de olmanın üretkenlik açısından hem büyük etkisi varmış hem de oradayken dikkati neredeyse hiç dağılmıyormuş. İnsanlar Berlin’i direkt partiler ve bara gitmek olarak algılasa da 20 senedir Berlin’de yaşayan biri olarak bunları zamanında çok yaptığını şimdilerde uyanıp stüdyoya gidip, sonra da evine geri döndüğünü anlatıyor. Ayrıca Berlin’in müzik enstrümanlarından ve stüdyo elektroniğinden anlayan insanlarla dolu olduğu için karmaşık ekipmanlarla bir kayıt yapmak için eşsiz bir yer olduğunun altını çiziyor. Dolayısıyla Berlin’in müzik üretimi açısından fevkalade pozitif bir etkisinin, pek çok açıdan faydası olduğunu atlamamak gerektiğini düşünüyor. 

Ray Charles olarak Nils Frahm

Bu kadar sahnesi olan ve şehirden şehire turne için gezen bir müzisyenin mutlaka hayatında unutamadığı bir anısı vardır. Nils Frahm da anlatıyor: Bundan bir yıl önce gözünden yaralanmış. Kendi kendini iyileştirdiğini söyleyen Frahm, geçtiğimiz mart ayında aynı şikayetten tekrar rahatsızlanınca hemen hastaneye gitmiş. Tedavi tahmininden uzun sürünce, tam da turnenin ortasında olduğu için konserlere menajeri Felix’in güneş gözlükleriyle çıkmış. Ray Charles’a benzediğini hisseden Nils Frahm, bu şekilde beş konser yapmış ve neredeyse hiç görmeden bu konserleri tamamlamış. 

Peki geriye dönüp baktığında bu başarıda, eskiden yapmamayı istediği ya da iyi ki yaptığını düşündüğü şeylerin rolü ne? Nils Frahm her ikisinden de biraz olduğunu söylüyor. Hiçbir zaman uluslararası bir piyano yıldızı olmayı planlamamış; her şeyin garip ve büyüleyici bir şekilde geliştiğini anlatıyor. Başarılı olmayı bir hedef belirlememiş; tüm bunlar o üretmeye devam ettikçe kendi kendine gelmiş. Sadece iyi konserler çalmak ve iyi kayıtlar yapmak istediğini, “şu olmasaydı” ya da “iyi ki bunu yaptım” demeye kalkarsa, gökyüzündeki takım yıldızlarının büyüsüne saygısızlık etmiş olacağına inanıyor. Ona verilen bu şans ve yaşadığı tarifsiz deneyim karşısında şaşırdığını, hatta havalara uçtuğunu gizlemiyor. Neyi iyi ya da neyi kötü yaptığını hayatının sonuna kadar bilemeyeceğinden de son derece emin.

Nils Frahm gibi bir isim kimlere hayran, eminim siz de benim gibi merak ediyorsunuzdur. Kısa bir süre önce büyük hayranı olduğu yönetmenlerden biri olan Darren Aronofsky ile tanışmış. Büyük bir heyecanla nasıl bir dahi olduğunu ve bir projesinde iş birliği yaptıklarını anlatıyor. Bir başka kahramanının da besteci Steve Wright’mış. Bu kadar havalı ve çok alçakgönüllü olmasıyla ondan etkilendiğinden bahsediyor. En yakın arkadaşlarından olan F.S. Blumm’u da anmadan geçmek istemedi. Dahi bir müzisyen olarak nitelendirdiği Blumm’un hiçbir zaman hak ettiği ilgiyi görmediğinden yakınırken, onunla birkaç kayıt yapacak kadar şanslı hissettiğinin altını çiziyor ve herkesin mutlaka dinlemesini öneriyor. 

Yaklaşık 4 ton ağırlığında malzeme ile dev bir İstanbul konserine hazırlanan Nils Frahm’ı muhtemeşem performansıyla izlemeye çok az kaldı. Heyecanımın en üst seviyede olduğunu söylediğimde, kendisinin de en az benim kadar büyük bir heyecanla bu konseri beklediğini belirtti. Cuma akşamı Nils Frahm’ın kurduğu müzik evreninde, ormanlardan, sokaklardan, şehir lambalarından, uçup giden pencerelerden geçip giderken görüşmek üzere.