20 ALBÜM: Best of Ocak 2025
Yazı: Cem Kayıran, Elif Öz, Şevval Öztemur, Tuana Özcan, Utkan Çınar, Zeynep Naz Günsal
“Ne dinlesek?” diye soranlara, ocak ayından 20 albüm. Sıralama kronolojik.

9 OCAK: Brigid Mae Power – Songs For You
(BMP)
İrlandalı müzisyen Brigid Mae Power yeni albümü Songs For You’yu cover versiyonlara ayırmış. Bir önceki albümünde bir Tim Buckley yorumuyla bunu ipuçlarını veren Power; Roy Orbison, Neil Young, Cass McCombs, Bert Jansch gibi işinin ehli isimlerin şarkılarının yanı sıra bir de Television coverlıyor. Şarkılar hayatta olmayan babasının ona küçükken çaldıklarından seçilmiş. Bu da şarkılarla daha derin bir duygusal bağ kurabilmesini ve eforsuz şekilde çalıp söyleyebilmesini sağlamış. Ayrıca Ceramic Dog’dan bildiğimiz, sevdiğimiz basçı ve prodüktör Shahzad Ismaily de katkılarını sunmuş albüme. Soğuk havalarda evdeki huzur katsayınızı yukarı çekebilecek bir çalışma.

10 OCAK: Lambrini Girls – Who Let The Dogs Out
(City Slang)
Lambrini Girls’ün yeni albümü âdeta “nefes almaya kimin ihtiyacı var?” benzeri bir motto ile yazılmış. Açılış şarkısı “Bad Apple”da polis şiddetini eleştiren ve bizim adımıza da sinirini çıkaran solist Phoebe Lunny bir an bile durmuyor ve ses telleri için bir küçük endişeleniyoruz. Albüm baştan sona kadın düşmanlığı, homofobi, kapitalist sistem, patriyarka, polis teşkilatının yolsuzlukları ve vahşiliği gibi temaların eleştirilerinden daha kişisel meselelere doğru gidiyor. Lambrini Girls bağırıp gitarlarına yüklendikçe içimizin yağları eriyor. Solist ve gitarist Lunny ve basçı Lilly Macieira ikilisinden oluşan grubun debut albümü yüksek sesli ve emin adımlarla giriyor punk sahnesine. Senenin ilk ayında çoktan pas geçilmemesi gereken bir güzellikle karşı karşıyayız, bizden söylemesi.

10 OCAK: Skinner – New Wave Vaudeville
(Faction Records)
Gunge (2021), Commandeer Trainwreck (2022) ve Geek Punk (2024) EP’leri ardından baş gösteren ilk uzunçalarıyla listemize almadan edemediğimiz Skinner, Dublin menşeli multi-enstrumentalist ve prodüktör Aaron Corcoran’ın liderliğinde bir proje. Vokallerde gözlemci sözlerini yarı spoken word, yarı slogan formatında döşediği New Wave Vaudevillain, 70’ler ve 80’lerin New York’uyla özdeşleşen No Wave akımından ve bunun karakteristiklerinden fazlasıyla beslendiğini hiç gizlemiyor. Buna rağmen fazlasıyla dans odaklı olup süresince akla sıkla “indie sleaze” tamlamasını getiren işte sıkça kullanılan bongo ritimleri kulakları tazeliyor, çılgın saksafon cümleleri ise kanı kaynatıyor. Hayatın gündelik engelleri içinde farklı ve özgün kalabilmenin değerini pekiştiren eğlenceli bir kayıt.

10 OCAK: Franz Ferdinand – The Human Fear
(Domino Recording / GRGDN Müzik)
Korkuların, endişelerin, bıkkınlıkların zamanında, Glasgow merkezli grup Franz Ferdinand bütün bu sorunlara iyimserliğiyle cevap veriyor. Bu sefer daha olgun ve daha az cüretkâr hâlde. Grubun altıncı albümü The Human Fear, akışında yer verdiği 11 şarkısıyla pozitif zevkleri Britpop etkisiyle sunuyor ama parçalarda onların erken yıllarıyla özdeşleşen punk coşkusunun belirgin bir kaybı var. Solist Alex Kapranos’un yaşamayı umursayan söz yazarlığı yerli yerinde olsa bile her şey olması gerekenden biraz fazla tatlı duyuluyor bu koleksiyonda.

17 OCAK: Kele – The Singing Winds Pt. 3
(Kola)
Dört bölümden oluşacak “The Elements” albüm serisinin üçüncüsü The Singing Winds Pt. 3, Bloc Party grubundan tanışık olduğumuz Londralı müzisyen Kele Okereke’nin karantina zamanı mutfağında pişenlerin bir diğer durağı. Enstrümantal elektronik tınılardan Güney Afrika dans estetiğine uzanan atmosferi, Kele’nin aşklarını, geçmişini, bunalmışlıklarını ortaya döküyor. O anlattıkça genişleyen parçalar sırtında birikenleri dökmüş ve rahat nefes almış bir karakter katıyor yolculuğa.

17 OCAK: Ela Minus – DÍA
(Domino Recording / GRGDN Müzik)
Kolombiyalı müzisyen Ela Minus; soğuk, kararlı, mücadeleci hâlde hayatı anlamlandırmak için ne yapacağını çok iyi biliyor: Onu yıkmak. Her şeyi parça parça etmenin özgürleştirici ve ait hissettiren yanını anlatan DÍA ile yalnızlık, acı, inanç, aşk gibi tüm yaşam deneyimlerini uğultulu synthlerin, cızırdayan robotik estetiğinin içine atıyor, yakıyor ve alevleriyle dans ediyor, ettiriyor. 10 parçalık bir elektronik isyana ses veren koleksiyon gecenin, cesaretin ve sahiden bir şeyler hissetmenin gücünü yaşatıyor. “Dizlerimin üstündeyim. Bir inanç bulamadım. Yine buradayım. Her şeyi kırılıncaya kadar büküyorum.”

17 OCAK: Mac Miller – Balloonerism
(Warner Records Inc.)
Yedi yıl önce aramızdan ayrılan Mac Miller’ın Circles (2020) ardından arşivlerden çıkarılan ikinci albümü. Hayatının en karanlık dönemlerinde bile bu denli ayrı ve özel bir iş çıkartmış hâliyle öteki taraftan tekrar buruk ama emin bir selam çakan Malcolm James McCormick, Baloonerism üstünde GO:OD AM (2013) zamanları ve çoğunlukla 2014’te uğraşmış. Gişe gelirleri Pittsburgh’lü rapçinin adına şehrin genç müzisyenleri destek amaçlı kurulmuş fona gidecek aynı isimli bir kısa film eşliğinde, ölüm yıl dönümüden iki gün önce çıkan albüm, içeriği Mac’in ölümünden soyutlandığında da üzücü ve düşündürücü bir dinleti. Müzikal anlamda belki de en ruhani, “memento mori” işi. Bizi SZA, Thundercat gibilerinin on yıl öncesine götürmek işlevi de çok acayip. Buğulu ve bet yerleri olduğu kadar rahat ve havadar bir uzunçalar.

24 OCAK: FKA Twigs – EUSEXUA
(Young / GRGDN Müzik)
10 yıl kadar önceki debut albümüyle müzik âlemine tam anlamıyla bomba gibi giriş yapan Tahliah Barnett namıdiğer FKA Twigs; çok da etki yaratmayan oyunculuk kariyeri ve özel hayatıyla gündem olduğu haberlerle beraber 2019’dan beri, 2022’deki mixtape’ini saymazsak, resmî albüm işlerine ara vermişti. Geri dönüş ise gayet sağlam. Önceki albümlerden de “suç ortağı” Koreless’ın da katkılarıyla sanırız kariyerinin en sağlam işiyle karşımızda. Albüm her ne kadar pop hassasiyetleriyle kotarılmış olsa da elektronik müziğin son 30 yılından ve farklı türlerinden soundlarını alıyor ve bunu bayat tınlamadan da şarkılara yedirmeyi başarıyor. FKA Twigs olgunlaşmış, ne istediğini bilen biri gibi duyuluyor; bunu da kesinlikle 2025’de bolca duyacağımız bu şık albüme yansıtıyor. Keyifle tüketiniz.

24 OCAK: Matt Berry – Heard Noises
(Witchazel)
It Crowd ve What We Do in The Shadows gibi dizilerle tanıdığımız oyuncu ve müzisyen Matt Berry’nin psikedelik tınıların merkezde olduğu diskografisinin 11. durağı Heard Noises, 60’lar California’sının parlak renklerini Berry’nin alışılmış melodi oyunları ve dönemin ruhunu yakalayan anlatımıyla zahmetsizce birleştiriyor. Koleksiyon, tekrara düştüğü yerlerde ise The Shins’ten Eric D. Johnson, Phil Scragg, Rosie McDermott, Kitty Liv, Natasha Lyonne ve Berry’nin annesinin de içinde bulunduğu ve S. Club 60s Choir gibi konukların katkısıyla enerjisini sürdürüyor. Özellikle Kitty Liv’in yumuşak vokalleriyle ışıltılı bir 60’lar pop şarkısına dönüşen “I Gotta Limit” ve Natasha Lyonne’nun spoken-word performansıyla zenginleşen “I Entered as I Came” parçaları albümün öne çıkanlarından.

24 OCAK: Rose City Band – Sol Y Sombra
(Thrill Jockey)
Wooden Shjips ve Moon Duo’dan sonra Rose City Band ile de “ses“ getirmeye devam eden müzisyen Ripley Johnson, grupla beşinci albüm Sol Y Sombra’yı yayımladı. Fazla istikrarlı bir sounda sahip, neredeyse tek bir şarkı dinliyormuş hissine kapılmanızı sağlayabiliyor ama bu da kötü bir şey değil. Albümün yıldızı ise lap steel’deki Barry Walker. Şarkılara country rock ve Americana tadını veren en güçlü öge o albümdeki. Yolda, otobanda dinlemek için birebir. Adı gibi “güneşte de gölgede de” gideri var.

24 OCAK: Mogwai – The Bad Fire
(Rock Action Records)
Mogwai 30. yılında köklendiği yerden 11. kez bir albümle sesleniyor. İsmi Glasgow’da işçi sınıfının cehennem tanımıyla aynıThe Bad Fire, anlatım tavrını da buraya dayandırıyor. Koleksiyonun melankolik ve puslu hâli belirgin dünyası, dinleyiciyi derinlere indirmeyi görev edinmiş döngüsel synthleri, birbirine eklemlenmiş gitarları, aralara gizlenmiş vokali ile grubun yaşantısının enstrümantal bir anlatıcısı. Kapanış parçası “Fact Boy” ise umudu çağıran bir sonu ihmal etmemiş.

24 OCAK: David Allred – The Beautiful World
(Erased Tapes)
Bir aile dostu olan Lauren’in genç yaştaki intiharının ardından bünyesini saran tüm tortuları akıtmanın yolunu piyanosunun başına geçmekte bulmuş Portland’da yaşayan besteci David Allred. 11 parçalık albüm müzisyenin terapi alanındaki çalışmalarına, kendiyle uzlaşma çabalarına ve derinlere serpilmiş mizah kırıntılarına temas ediyor. Allred’in de albümün merkezi noktası olarak tanımladığı “Oh Lauren” ile kederlenip, onu takip eden “The Door”un synth sarmallarında kaybolmak tesiri yüksek bir dinleyiş deneyimini beraberinde getiriyor.

24 OCAK: Waldo’s Gift – Malcolm’s Law
(Severn Songs)
Bristol çıkışlı Waldo’s Gift, doğaçlama seanslarından filizlenen müzikal üretimlerinde progresif rock, caz, drum’n’bass, noise gibi ayrıksı yaklaşımları eforsuzca bir araya getiriyor. Gitar-bas-davul üçlüsünün, Ishmael Ensemble’ın kurucusu olduğu Severn Songs etiketiyle yayımlanan albümdeki tüm parçalar canlı kaydedilmiş. Davulcu James Vine, albüm hakkında “Hepimiz fiziksel olabilecek çalabileceğimiz şeylerin sınırında geziyoruz. Eğlence de tam olarak buradan geliyor.” demiş. Grupla geçtiğimiz yıl ODTÜ 28. Rock Şenliği’nde gerçekleşen ilk Türkiye konseri öncesinde yaptığımız röportaj da meraklısı için burada.

31 OCAK: The Weeknd – Hurry Up Tomorrow
(Republic Records)
“Ama yine de The Weeknd’i öldürmek istiyorum.” Duygusunu bu cümleden alan After Hours üçlemesinin son halkası Hurry Up Tomorrow, The Weekend personasına bir cenaze töreni niteliğinde. Bu isimle yayımladığı son albüm, şöhret olmanın gerçekliğine inmekten korkmayan, depresif ve karanlık ama aynı zamanda parıltılı synth-pop sesleri, retro R&B tonlarının, kadifemsi vokallere karıştığı kişisel bir anlatı. Florence + the Machine, Lana Del Rey, Travis Scott, Justice gibi isimlerin de parçası olduğu 22 şarkılık hikâye, günah çıkarıyor, yüzleşiyor ve Abel Tesfaye’ye yol açıyor.

31 OCAK: L.S. Dunes – Violet
(Fantasy Records)
Pandeminin ortasında, post-hardcore sahnesinin yıldızları Anthony Green, Frank Iero, Travis Stever ve Tucker Rule, yaratıcı bir çıkış yolu arayışıyla bir araya geldi. L.S. Dunes, bir süpergrup olmanın ötesine geçip, ilk albümleri Past Lives’tan sonra kendine has bir dinamik yaratmayı başarmıştı. Daha çiğ bir enerjiye sahip olan ikinci albümi Violet, epik yapısında daha pozitif ve tutkulu bir bakış açısı ediniyor kendine. “Machines” gibi parçalar, ağır ağır büyüyerek devasa nakaratlara ulaşırken, önceki albüm Old Wounds’un gergin yapısı yeni albümün tansiyonuna da karışıyor. Anthony Green’in her an patlamaya hazır sesi, Frank Iero’nun karmaşık gitarları ve ritim bölümü arasındaki uyumlu işbirliği ise grubun güçlü kimyasının bir meyvesi.

31 OCAK: Shoukran – İhtimal
(Tantana Records)
2016’dan beri Gözyaşı Çetesi’ne bahşettiği besteciliği ve şarkı söyleyişi ile tanıdığımız Şükran Pınar Balcı, solo kariyerine sakin ama emin bir adımla başladı. İki yıl önceki Bina konserinde kimi orijinallerinin ucundan tattırdığı şarkılarını, gitarı eşliğinde Dalyan deltasında üretmeye devam etmişti. Devamını Ayyuka’dan Özgür Yılmaz ve seçili işler için de kurucu-çeteci Umut Arabacı ile son şekline getirdiği İhtimal, Balcı’nın -albümün kapağıyla alakası olmasa da- en çıplak hâli. “Sır”, “Matem”, daha olmamış anıları özleten klas folk numarası “Nar Bahçesi”, albüme ismini veren hipnoz etkili şarkı… Gözyaşı Çetesi’nden “Gel”in ters köşe yorumunu da grubun sevenleri mutlaka bir dinlemeli. Akustik-elektrik, psych-folk gibi tanımlanabilecek işte Yılmaz’la birlikte bazı parçalarda Nirvana akorlarında takılıp odayı karartıyor, bazılarında ise çöllere götürüyorlar. Ilık havası, atmosferi ve yıllardır katman katman kanal içinden sıyrılarak ön cepheden seslenen birini bu kadar öz ve “tek” duymanın cazibesi albüm süresince tazeliğini yitirmiyor.

31 OCAK: Bonnie Prince Billy – The Purple Bird
(No Quarter)
Son 30 yılın en çalışkan müzisyen ve bestecilerinden biri Bonnie Prince Billy. Bu kadar sık ve kaliteli albümler yayımlayan bir isimden beklentileriniz bellidir, sizi şaşırtması zordur. Billy yine de bunu başarıyor. Yeni albümü country sularında yüzerken, aralarda Britanya folk’una da kolları çarpıyor. Genelde prodüktör kullanmazken, daha önce Johnny Cash ile de çalışmış David Ferguson’u olaya dâhil etmesi, konuk şarkı yazarları; New Spawn Ranch Singers’ın harika geri vokalleri, alıştığımız sounduna göre daha parlak ve temiz bir yaklaşım ve tabii ki harika şarkılar derken albümün müzisyenin diskografisinde kendini gösteren bir yere sahip olacağı kesin. Özellikle 1980’den bir The Clark Sisters cover’ı olan “Is My Living in Vain?”, Bonnie Prince Billy külliyatının nadide parçalarından biri oldu bile bizce şimdiden.

31 OCAK: Cymande – Renascence
(Cymande / BMG)
Londra’nın eski soul funk sahnesinden kendi içinde devasa bir müessese olan Cymande’nin kesintili de olsa 50 yıllık ömürlerindeki altıncı stüdyo albümü. Hâlen Patrick Patterson – Steve Scipio ikilisinin yönetiminde akan ekibin 2012’deki ikinci bir araya gelişlerinden beri çıkardıkları en vurucu uzunçalarla geri dönüşünü damdan çatıdan haykıran orkestra, konuklu parçaları eksik etmeyip kalan alanı gülümseten boplar, demli jamler ve balladlara bırakmış. Destansı olmayı hedeflemiş albümle muhteşem geri dönüşlerini bayadır hazırlamış ekibin seçkisi, alıştığımız tınılarına kıyasla daha ağırbaşlı: Perküsyon ve yaylıları nasıl böyle uydurdular, flütler, tüm o desenler… Hâlâ baki sorunlara dair büyük sualler sorarken groove’dan alıkoymuyorlar. Leziz. Jazzie B.’li ”How We Roll” ve “Coltrane” hepten hayret ettiren parçalarından.

31 OCAK: Fadi Tabbal – I recognize you from my sketches
(Ruptured Records)
Lübnanlı müzisyen, prodüktör ve ses teknisyeni Fadi Tabbal’ın altıncı stüdyo albümü. Gitar, synthesizer ve kaset bantlarından oluşan ses paletiyle sınırların hepten yok olduğu manzaralar inşa ediyor bu koleksiyonda Tabbal. Hafıza, kimlik ve kişisel gelişim gibi temaları kurcaladığı kompozisyonları, eşine az rastlanır bir pürüzsüzlük ile bir döngü yaratıyor. Atmosferik olduğu kadar duygusal, kişinin kendi içinde farklı köşelerle temas etmesini sağlayan bir albüm.

31 OCAK: Maribou State – Hallucinating Love
(Ninja Tune / GRGDN Müzik)
Chris Davids ve Liam Ivory ikilisi, yedi yıl aradan sonra iyileştirici yeni albümleriyle geri döndü. Tazecik, ışıl ışıl, çiçekli hâlde. Pandemi, anksiyete, kronik uykusuzluk ve Chris’in chiari malformasyonu (beyincik sarkması) teşhisi konulduğu dönemle birlikte kaygı dolu hislerin içinde pişen koleksiyonun arzusu iyi hissetmek. Yazı çağrıştıran hafif synthlerin, rol çalmayan davulların, ipeksi vokallerin funk sesler içerisinde yeşillendiği Hallucinating Love, umudu çağırabilmeyi başarmış.