İstanbul fonunda oyunbaz bir anlatı: Kalabalık Duası üzerine

Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın güncel ve gelenekseli, akılcıl ve mistik olanı, delilik ve bilgeliği İstanbul fonunda merkeze alan oyunu Kalabalık Duası; adını bilmediğimiz birinden ölüm, rüyalar ve şehre dair bir hikâye.

Konu nedir?

“Sen anlattıkça oldu bu dünya, sen yoksan o da yok. Hikâyen varsa yaşarsın, hikâyen yok, sen de yok.”

Volkan Çıkıntoğlu’nun kaleminden efsunlar akıttığı, Tolga İskit’in ise o efsunların yegâne anlatıcısına büründüğü Kalabalık Duası; Güray Dinçol’un yönetmenliğiyle birleşince 70 dakikalık, tadından yenmez şiirsel bir yolculuğa dönüşmüş.

Bu yolculukta akıllı veya meczup oluşu hakkında kuşku uyandıran anlatıcımız, bize İstanbul’u mesken edinen efsunlu bir hikâye anlatmaya koyuluyor. Balat’ın ara sokaklarından girip Eminönü’nün keşmekeşinden çıktığımız, Cihangir’deki ıssız bir parktan İstanbul’un dört bir yanına yayıldığımız hikâye, şehrin sırrını çözmeye kendini adamış karakterin gözünden büyülü bir İstanbul’a kapı aralıyor. Bu kapının ardında anlatıcımızın mekânla kurduğu ilişki üzerinden yola çıkarak, varoluşumuza dair türlü sorular yöneltiyoruz.

İlk intiba?

Tüm varoluşuyla absürt bir karakterle karşılaşıyoruz Kalabalık Duası’nda. Abartılı kıyafetlerinden mimiklerine, hareketlerinden durumlara verdiği tepkilere kadar taşıdığı her öge ile izleyicisini bambaşka bir bakış açısına çekiyor. Gerçek ile rüyanın iç içe geçtiği, uydurma bir masal dillendiriyor. Bunu yaparken zaman zaman cevaplanamaz varoluşsal sorular ortaya atıyor, zaman zaman aralara muziplikler sıkıştırmayı ihmal etmiyor. Tam derinlere dalıp düşüncelerle baş başa kaldığımız sırada içimizde kocaman bir kahkaha patlatıyor, tüm duyguları dengeyle yaşatan bir deneyim alanı açıyor seyircisine.

En çok neyi sevdin?

Oldukça gündelik olan birçok eylemin, duygunun ve mekânın böylesine grotesk bir üslupla ele alınmış olması oyunun en cezbedici özelliklerinden biri. İkonik duvar yazılarından tarikat ayinlerine, tasavvuftan “carpe diem” kültürüne kadar şehrin her tonunu gördüğümüz, her çeşit insanını andığımız bu dünya, İstanbul’u ve yaşamın kendisini olabilecek en oyunbaz yerden yeniden ele alıyor. Bu da Volkan Çıkıntoğlu’nun neyi nasıl anlatmak istediğini çok iyi bilen metniyle başarılıyor.

Ambiyans / ortam / mekân / kurgu / dekor için neler söyleyebilirsin?

Niyetine uygun kurulmuş ışıklar ve oyun içerisinde rolünü yerine getirmek üzere sırasını bekleyen objeler dışında sahnede pek bir dekor görmüyoruz. Anlatıya göre değişen ışıklandırma, ses tasarımının da desteğiyle yeri geliyor rüya ile gerçeği ayıran bir araç, yeri geliyor bambaşka bir mekânın habercisi oluyor. Bu minimal düzen oyuncunun kurduğu dünyayla bir araya gelince sahne, en boş alanının dahi zihnimizde tıka basa dolduğu, yaşayan bir boşluğa dönüşüyor.

Oyunculuk için neler söyleyebilirsin?

Tolga İskit’in tek kişilik performansı, içine onlarca semt, insan ve kültür sığdıran derin bir havuz hissi yaratıyor. Performansı, gerek ses ve beden kullanımındaki becerisiyle gerek bu kadar biçimle öne çıkan bir yaklaşımı biçimden öteye taşıyıp yaşayan bir hâle getirebilmesiyle, oyunun en can alıcı noktalarından biri olarak karşımıza çıkıyor.

Bunu seven şunları da sever

Benzer formlarda işler izlemek isteyen ve grotesk üslubun muzipliğinden hoşlananlara, yönetmenin bir diğer oyunu tavsiye edilebilir. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları ekibinin ortak yaratımı olan Şatonun Altında, William Shakespeare’in Macbeth’inin serbest bir uyarlaması olarak yola çıkmış. Oyuncu kadrosunda Gülden Arsal ve Pınar Akkuzu’nun yer aldığı prodüksiyon; fiziksel hikâye anlatıcılığı ve clown, bufon gibi farklı oyunculuk tekniklerini kullanarak Macbeth’in hikâyesini yüzyıllardır yaşayan iki çamaşırcı kadının gözünden aktarmayı amaçlıyor.

Formu dolduran: Senay Arslan