Ozan Tekin’le ilk solo albümü “Pillars of Salt” üzerine

Bir süredir Almanya’da yaşayan müzisyen ve besteci Ozan Tekin’in şimdiye dek hem stüdyo hem sahneyi paylaştığı isimlerin kabarık listesinde Ahmed Fakroun, Can Güngör, Nilipek, Yora, Biz ve nicesine rastlamak mümkün. Uzun zamandır keşiflerini sürdürdüğü ambient aleminde ilk solo albümünü şekillendiren Ozan Tekin, Pillars of Salt isimli ilk uzunçalarını NOORDEN etiketiyle yayınladı.

1 Aralık’ta Analog Kültür’ün düzenlediği Kırım Kilisesi Konserleri kapsamında sahne alacak Ozan Tekin’le albümün hazırlık sürecini konuştuk.

“Öfkeyi ve hüsranı dışarı vurup kontrolsüzce yaşamak yerine, müziğe aktarıp kocaman bir ses duvarı oluşturmaya çalışmaya çalıştım.”

Röportaj: Cem Kayıran

Uzun yıllardır farklı müzikal projelerde farklı görevlerle yer almış bir müzisyen olarak, ilk solo albümünü hazırlama serüveni senin için nasıl bir deneyim oldu?

Şu zamana kadar farklı tarzlarda birçok grup ve müzisyenle çalışmak; tiyatro, dizi ve film için müzik üretmek beni bir çok açıdan oldukça besledi. Sound ve kompozisyon anlamında da müzik ile olan iletişimim ise yıllar içinde epey değişti. Beş senedir içimde müzikle ilgili başka alanlar ve başka arayışlar içerisindeyim. Bu zaman zarfında da bazı performanslara yaptığım müzikler, 2016 yılında sergilediğim audio-visual performans Mornings For Sale/Satılık Sabahlar ve son olarak da 2017’de Tuzdan Kaide filmi için yaptığım müzikler çoğunlukla ambient bazlı işler oldu. Bu müzikal yönelim, daha önce yaptığım işlerin epey tersinde kalan bir yerdeydi. Hem gayet kafa açıcıydı hem de beni keşfetmeye, bu alanda bir ses dünyası örmeye iten büyük bir cazibesi vardı. İki yıl önce Almanya’ya yerleştim ve küçük bir şehirde bir yıl boyunca epey izole bir şekilde sadece kendi işlerime odaklandım. Üretim açısından müthiş verimli bir zaman oldu benim için. Hem başka yönlerde işler çıkardım hem de ambient sularında da epey vakit harcadım. O dönem içerisinde, hem geçmişte yapıp bir kenara koyduğum eskizlere hem de o zaman ortaya çıkan yeni parçalara odaklanma fırsatı buldum. Eskiler, yeniler ve Tuzdan Kaide’ye yaptığım müzikleri de bir araya getirip bir ambient albüm yapmaya karar verdim. Albüm Bochum’da bir çatı katında ortaya çıksa da, içinde İstanbul’dan Almanya’ya taşıdığım birçok ses/kayıt mevcut. Albümün yapım süreci sanırım geçmişimi ve bugünümü tekrar birbirine bağlamak üzerine kurulu. Ve bunu bir ölçüde başarabildiğime inanıyorum. Kendi kişisel tarihimin tekrar üstünden geçip bugüne bağlanıp geleceğe de bir ses izi bırakmak istedim. Çok zor ama epey olgunlaştırıcı bir süreç oldu. Sound ve kompozisyon üstüne daha net kararlar verip, epey verimli ve hızlı bir üretim süreci yaşadım. Janr odaklı bir müzik olması beni bu albümü bir plak şirketi üzerinden yayınlamaya itti. Şirket arayış süreci albümü yapım sürecinden çok daha uzun ve zor oldu. Ama sonunda yolum NOORDEN ile kesişti ve geçtiğimiz ekim ayında da Pillars of Salt isimli ilk solo albümümü yayınladım.

Kaotik bir ses aleminden sesleniyor Pillars of Salt. Kimi zaman tekrarlarla yoğurulmuş bir bütünün içinde savrulurken buluyoruz kendimizi, kimi zaman da daha boşluklu, kırılgan anlar ön plana çıkıyor. Parçalar belli yapılardan ziyade bir ruh halini kovalıyor. Bu albüm özelinde şarkı yazımını şekillendiren unsurlar sence neydi?

Daha önce çalıştığım bir çok proje, bağımsız olsa da yine de popüler akımın bir parçası olan işlerdi. Bu da beni o işlerde bir prodüktör, şarkı yazarı ya da sadece bir müzisyen olarak, belli kuralları, yapıları göz önünde bulundurarak çalışmaya itti. Son yıllarda ise kafamda hep bu yapılardan, kurallardan veya kısıtlamalardan kendimi bağımsızlaştırabileceğim, daha özgür ama nerede durduğu, nereden seslendiği de net olan bir müzik yapmak istedim. Bu arayış esnasında bu albümde yaptığım müziğin temelleri atıldı. Günün sonunda kurgusallıktan kaçış olmasa da kendimi elimden geldiğince özgür bırakarak ürettiğim işler bu albümün içine girdi. Tabii albümdeki film müziklerini bu hususta ayrı bir yere koymak daha doğru olur. Sonuçta o parçalar film özelinde üretilmiş işler. Ama geri kalan dört parça ise farklı zaman ve mekânlarda üretilmiş, temelde anlık ruh hallerinin doğaçlama performanslarla müziğe aktarıldığı işler. Bu ruh halleri de çok olumlu duygular barındırmıyor genellikle. Öfkeyi ve hüsranı dışarı vurup kontrolsüzce yaşamak yerine, müziğe aktarıp kocaman bir ses duvarı oluşturmaya çalıştım. Bazı parçalar kontrolsüzce ve umursamaz bir şekilde üretildi mesela. Günün sonunda da üç ayrı yönden gelen parçalar düşündüğümden çok daha organik bir şekilde birbirine geçti ve Pillars of Salt ortaya çıktı. Albümde yedi parça olsa da bana 32 dakikalık tek bir parça yapmışım hissi veriyor.

Pillars of Salt’ın “kişisel” bir albüm olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda albümünün yaratım sürecine nasıl bir atmosfer ev sahipliği yaptı? Şarkıların arasına neler ya da kimler sızdı?

Tabii ki kişisel. Aksini söylemem çok zor olur zaten. Albümde üç ayrı dönemden parçalar var. Her dönemin de bambaşka atmosferi var. Film için yaptığım üç parça ve diğer iki parça 2014-2017 arası İstanbul’da ev stüdyomda kaydettiğim parçalar. Milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirde evde izole bir şekilde müzik yaparak geçirdiğim bir dönem. Film içinse tam Almanya’ya taşınmadan çok yoğun ve stresli bir zamanda müzik yaptım. Sanıyorum o dönemi de o parçalarda duyabiliyor, hissedebiliyorum. Diğer iki parça ise Almanya’ya taşındıktan sonra, çok daha sakin ama adaptasyon sıkıntılarıyla geçen bir dönemde ortaya çıktı. Çok insan, çok fazla anı illa ki sızdı bu parçalara. Ama bir ismi var ki, kişisel müzik tarihimde bana yıllardır büyük destek veriyor ve her zaman beraber çalışmaktan büyük mutluluk ve haz duyuyorum. Kendisi yıllar içerisinde ortaya koyduğum neredeyse her üretimin miksini ve bu albümün miks ve masteringini yapan Emre Malikler. Bu albümdeki parçaları ulaşabileceğim en iyi sound ile sunmama çok yardımcı oldu sağolsun.

Pillars of Salt, Kölnlü zihin açıcı plak şirketi NOORDEN etiketiyle yayınlandı. O katalogda yer almak senin için ne ifade ediyor?

Bu albümü başından beri ambient tabanlı bir kataloğu olan veya bu tarzı destekleyebilecek bir plak şirketinden yayınlamayı istedim. Bu açıdan yolumun NOORDEN ile kesişmesi çok güzel bir tesadüf oldu. NOORDEN, kataloğunda dediğin gibi zihin açıcı birçok ambient, IDM ve deneysel işe yer veriyor. O işlerin arasında ilk solo albümümü görmek epey mutluluk verici. Küçük ölçekli, tek bir kişi tarafından yönetilmesine rağmen çok üretken ve vizyonu çok geniş bir etiket. Albüme böyle bir plak şirketinin ev sahipliği yapması hem içimi rahatlattı hem de farklı kanallardan bir çok kapı açtı, açıyor. Umarım hep aynı kararlılıkta ve vizyonda üretime devam eder NOORDEN.

Albümün ardından ilk konserini geçtiğimiz haftalarda Köln’de verdin. Sırada İstanbul var. 1 Aralık’ta Kırım Kilisesi’nde vereceğin konserde dinleyicileri nasıl bir performans bekliyor?

Albümün ardından Köln’de iki konser verdim. Biri NOORDEN’ın showcase gecesi diğeri ise Klang U Raum Ambient festivali. İki konseri de farklı kiliselerde çaldım ve oldukça heyecanlı ve güzel geçti. Bu konserlerin üstüne İstanbul’a gelip Kırım Kilisesi’nde çalacak olmak da beni birçok açıdan heyecanlandırıyor. Bu müziği bir kilise ambiyansında çalmanın da dinlemenin de çok farklı bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Umarım dinleyiciler de gelip bu farklı deneyime benimle beraber ortak olurlar. Albümün tamamı ve yeni bir iki parçadan oluşan bir live set hazırladım. Her açıdan yüksek ve şiddetli bir performans olacak diyebilirim.

1 Aralık’ta Kırım Kilisesi Konserleri kapsamında Ozan Tekin ve Berke Can Özcan konserleriyle birlikte NOH Radio ekibinden Hasan Erginöz’ün DJ seti de dinleyicileri bekliyor. Etkinliğin detayları burada.