PRÖMİYER: Introduction to Humanity - Hypnotic Porn

Bir süredir İspanya’da yaşayan Serkan Tosun, yaratıcılığını birçok farklı disiplinde yansıtabilen, eşine az rastlanır bir sanatçı. Filmler, yazılar ve müziklerle, kendi tabiriyle “yarım asırdır biriktirdiği” hikâyelerine farklı formlarda hayat veriyor. Zihin açıcı müzikal keşiflerini paylaşmaya başladığı Introduction to Humanity projesiyle hayatımıza giren sanatçı, önümüzdeki haftalarda birçok yeni kayıt paylaşacak.

Introduction to Humanity’nin yeni teklisi “Hypnotic Porn”, klibiyle birlikte prömiyerini Bant Mag.’da yapıyor. Kaybetme korkusu ve âşktan ilham alan parça, Serkan Tosun’un yazdığı bir senaryodan ilham alarak yaratılmış. Tosun’la bu klip vesilesiyle gerçekleştirdiğimiz sohbette de hem üretimlerinin çıkış noktalarına dair kapsamlı bir bakış hem de yakın gelecekteki planlarına ilişkin detaylı bilgiler topladık.

Röportaj: Cem Kayıran

Seni tanımayanlar için Introduction to Humanity projesinden ve nasıl ortaya çıktığından biraz bahseder misin?

2016 Ekim ayında, grubum VON ile Afrika ve Avrupa turnemizden döndükten hemen sonra Avrupa’da bir kariyer için planlı bir şekilde düşünmeye ve çalışmaya başladık. Son iki yılda yaptığımız turneler bakış açımızda önemli değişimler yaratmış, tanışma fırsatı bulduğumuz dünya çapında müzisyenler bizi bu konuda epeyce yüreklendirmişti. Uzun ve planlı çalışmamız sonucunda 2017 Haziran ayında İspanya’ya yerleştik. İspanya’daki ilk 1,5 yılımız, ayaklarımızı yaşadığımız toprağa basma, anlama ve kendimizi yeniden gerçekleştirme çabaları ile geçti. İlk dönemin sonunda, arkadaşlarım kendi hayatlarını kurmak için yaşadığımız küçük Akdeniz köyünden ayrıldılar. Ben de artık neredeyse yarım yüzyıldır biriktirdiğim hikâyelerimi ortaya çıkarma zamanının geldiğine kadar verdim. Introduction to Humanity bu sürecin bir ürünüdür. Hayatım boyunca hep iyi bir çocuk oldum ve Şirinler’i her zaman görebildim. 

“Hikâye, birbirine delicesine âşık bir çiftin, ayrılık ve kaybetme korkusu içerisinde savrulmaları üzerine. Kayıplık korkusu ruhlarımızı çürüten bir şey. Neden kaybetmekten korkarız? Hikâye felsefi olarak bunun üzerine kurulu.”

“Hypnotic Porn”, yazdığın bir senaryodan yola çıkarak kaydettiğin bir şarkı. İlgilendiğin farklı disiplinler ve üretim alanları birbirini ne oranda etkiliyor / birbirinden ne kadar besleniyor?

Benim için işin edebi, müzikal ve sinematik perspektifi her zaman birlikte oluşmaya başlıyor. Kelimeler, sesler ve görüntüler iç içe birbirinden beselenerek büyüyor ve sanatsal bir metaya dönüşüyor. Meta tanımı belki biraz rahatsız edebilir, fakat kendi üretimlerimi kaydetmeye başladığım andan itibaren yavaş yavaş metalaşmaya başladığını biliyorum. Sistemin nasıl işlediğine dair bir örnek paylaşmak istiyorum. 

Introduction to Humanitynin ilk ürünü olan ve bu seri içerisinde en son sırada yayımlamayı planladığım Diaries of FUU albümünün ilk şarkısı, “The History of Antelopes” (Antilopların Tarihçesi) daha önce birkaç kez okuduğum Haruki Murakami’nin 1Q84 eserindeki, Aomame karakterinin bir armağanı bana. Aynı dönemde ilk romanım Cennetin Güneyinde 3 Gün üzerinde çalışıyordum. Yazdığım bölüm, antilopların büyük göçü üzerinden, kader kavramını sorgulayan ve on binlerce yıldır sonuçlarını bilerek, her seferinde büyük kayıplar vererek göçü tekrarlayan antilopların bu davranışını anlamaya çalışan bir bölümdü. Aomame ise kendi etik değerleri üzerinden adaleti sağlayan fantastik bir karakter. Antilopların büyük göçü ve Aomame’nin trajik-fantastik hikâyesi; sıradan bir yaşamı olan yoga öğretmeni FUU’nun, düşlerinde katledilen kadınların acılarını hissetmesi ile başlayan, başka bir varlık düzleminde tanrılaşması ve kralı alt etmesi ile devam eden büyülü gerçekçi bir müzikal öyküye dönüştü. 7 gün içerisinde 7 şarkı kaydettim ve bu 7 şarkıya ait 7 bölümden oluşan uzun metraj bir senaryo yazdım. Parçası olduğum Kreatif Kadraj Sinema Kolektifi tarafından ilk iki bölüm çekildi. Antilopların Yazgısı ve Mediha filmlerimiz şu anda festival süreçlerine devam ediyor. Sonraki tüm müzikal, edebi ve sinematik süreçler benzer şekilde gelişti. Benim için vazgeçilmez bir üretme biçimine dönüştü. Hikâye, görüntü ve ses hep birlikte üredi.

“Hypnotic Porn” parçasını klipleştirmeye nasıl karar verdin? Klibin yaratım süreci nasıl bir deneyimdi?

“Hypnotic Porn”, pandemi öncesinde yazdığım Yeşil Göl isimli film senaryosundan doğan bir şarkı. Klip yaratım sürecinden hemen önce biraz şarkının hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Hikâye, birbirine delicesine âşık bir çiftin, ayrılık ve kaybetme korkusu içerisinde savrulmaları üzerine. Kayıplık korkusu ruhlarımızı çürüten bir şey. Neden kaybetmekten korkarız? Hikâye felsefi olarak bunun üzerine kurulu. Yeşil göle doğru, Sartre’ın akıl dehlizlerinde uzun bir yolculuğun şiirsel ve felsefi anlatımı. İki âşık insan, son sevişmelerinden hemen önce birbirlerinin bileklerini keserler. Neden? 21. yüzyılda hala âşık olabilecek bir şeyler kalmışken neden? Çünkü korkunun verdiği acı dayanılmazdır. Elimize batan çivinin acısına dayanamayıp kendimizi o çiviye asmak gibi. Fakat bu eyleme sebep olan asıl şey kaybetme korkusu değil, korkunun ardında yatan gerçeğin yarattığı hayal kırıklığıdır. Hikâye kaybetme korkusu, güç ve mülkiyet duygusu perspektifinde, mülkiyet zehrinin, içimize aktıkça kaybetme korkumuzu artırdığı, ruhumuzu kapladıkça büyüdüğü ve kaybetmekten korkan insanın, kendini ya da mülküne almak istediğin şeyi imhaya edebilecek kadar vahşileşmesinin hikâyesi.  

Yeşil Göl

Süreç öncesinde video için elimizde ana hikâyeye bağlı bazı görüntüler vardı. Şarkı benim için bittikten sonra görsel olarak nasıl ifade edebileceğim üzerinde epeyce düşünme fırsatım oldu. Art-House sinemanın handikaplarından birisi olan eserlerin dağıtım süreçlerinin sadece festivaller üzerinden ilerliyor olması ve bu sürecin neredeyse iki yıla yayılıyor olması, soundtrack videolarda elimizdeki görüntülerin kullanımı konusunda bizi her zaman zorladı. Diaries of FUU albümünün bu kadar zaman yastık altından beklemesinin temel sebebi de bu zaten. 

Yine aynı tecrübeyi yaşadığım bir dönemde Zeynep Atakan’ın bir mülakatında yaptığı değerlendirme perspektif olarak beni başka arayışlara sevk etti. Zeynep Atakan şöyle diyordu; “Yeni dönem ile birlikte sinema üretim biçimlerinde ve dağıtım kanallarında büyük değişiklikler olacak.” Bu değerlendirme oldukça önemli. Nasıl biçimler? Hangi kanallar? Bu sorulara yanıt ararken bağımsız bir müzisyen olmanın verdiği rahatlık ile Pexels üzerinde kataloglar yayınlayan Saint-Petersburg merkezli Cottonbro ile tanıştım ve onların bir seti gerçekten hikâyeyi tam olarak anlatıyordu. Bu elbette bir mucize benim açımdan. Böylece çok da düşünmeye gerek kalmadan videoyu kurguladım. Ve ortaya izlediğiniz müzik ve hikâye ile birlikte akan çok estetik bir müzik videosu çıktı. Nefis oldu. Albümün çok çarpıcı kapak fotoğrafı ise Dainis Graveris’e ait.

“Hayatımın büyük bir kısmı sadece biriktirmek ile geçti. Şimdi hiç sahip olmadığım kadar yaratım ve dağıtım olanaklarına sahibim. Pek tıkanıklık yaşadığımı söyleyemem. Bunda tabii uzun yıllardır biriktirdiğim hikâyelerimin etkisi oldukça fazla. Biçimi ne olursa olsun anlatmak ve yaşamı güzelleştirmek istediğim daha pek çok hikâyem var.”

Bahar ayları boyunca birbirinden farklı estetikte bir dizi yayın yapıyorsun.  Mayıs ayı başında yayımladığın LAS ESTRELLAS DE EURIDICE Y LAS MEMORIAS DEL AGUA etkileyici, tekinsiz bir konsept anlatı benimsemiş bir çalışma. Sıradaki yayınlarınla ilgili ne gibi ipuçları verebilirsin?

Kısa bir süre içerisinde yayımlayacağım 4 albüm ve 8 tekli daha var. Albümlerin üçü yine bir hikâye etrafında şekillenen, kendi akışı olan tek parça halinde emprovize çalınıp, bazıları ambiyans kaydedilmiş konser kayıtları ve temalardan oluşuyor. Başlayan ve biten kendi hikâyeleri, fotoğrafları ya da metinleri olan albümler.  Dördüncü albüm olan Diaries of FUU ise aynı hikâyenin 7 bölümünün anlatısı. Şarkılar yine emprovize olarak tek seferde, bazıları ambiyans olarak kaydedildi. İki şarkıda müthiş müzisyen dostlarım Özge Ürer ve Cüneyt Özkurt bana eşlik etti. Her albüm bir öncekinden farklı olarak müzisyen karakterimin gelişiminin birer göstergesi oldu diye düşüyorum. Tabii burada İspanya’da canlı performanslar gerçekleştirdiğim, İspanyol yazar Diego Patan ve dansçı Diana Sanchis’ten mutlaka bahsetmem gerekiyor. Ortak projemiz A First Day, müzikli ve danslı bir “büyüklere öyküler” projesi. Geçtiğimiz yıl boyunca onlarca performans gerçekleştirdik. Dağlarda, antik kalelerde, ormanlarda, binlerce yıldır hiç bozulmadan yaşayan sokaklarda. Ve o performanslarda karşılaştığım insanlar, ağaçlar, taşlar ve kuşlar birçok yeni öykü anlattılar bana. Birçoğu ilgi bekleyen gün yüzü görmemiş 600 saatlik kayıtlarda, güneşe çıkmayı bekliyorlar. Tekli olarak yayınlamayı planladıklarım ise yine kendi küçük hikâyeleri olan, yeni sound denemelerimin ortaya çıkardığı şarkılar. Ortak bir hikâyeleri yok. Örneğin sırada olan teklim, Bukowski ile geçirdiğim rakılı bir gecenin hikâyesini anlatan “A Big Bottle New Bukowski”. Ürkütücü, eğlenceli ve hüzünlü. 

A First Day
A First Day

Kısa bir süre önce yönetmen Cem Korkmaz ile WHY filmini çektik. O da şu anda festival sürecinde. İtalyan video-art sanatçısı Francesca Bonci ile birlikte bir proje hazırlıyoruz. Francesca’nın Purple Moon Oneironauts projesinin bir parçası olacak olan 296, Mustafa İçin Sıradan Bir Gün. Pandemi günlerinde evde kaydettiğim 57 dakikalık emprovize performans kaydı ve videosu üzerinde Francesca kendi disiplininde bir video-art hazırlıyor. Prömiyeri birkaç hafta içerisinde Francesca’nın kendi kanalında yapılacak. Francesca, post-rock festivallerinin uluslararası üne sahip video-art sanatçılarından birisi. Premierden sonra NOH Radyo, Türkiye gösterimini yapacak. 

Purple Moon Oneironauts

Pandemi öncesinde planlanmış beş konserden oluşan bir Türkiye turnem vardı. Henüz akıbeti meçhul fakat İstanbul Uluslararası Film Festivali takvimine göre şekillenecek. Benim senaryosunu yazdığım, yönetmen Hakan Abdi’nin çektiği, Gökçe Cangı ve Cem Korkmaz’ın oyuncu olarak yer aldığı; Ayşegül Astan, Cem Korkmaz ve takvimi uygun olursa İbrahim Emin Ege’nin interaktif oyuncu olarak yer alacakları ve Tamar Records koordinatörlüğünde gerçekleşecek Balina Odası interaktif sinema performansı için gün sayıyoruz. Umuyorum ekim ayında gerçekleşmiş olacak. Balina Odası üç Türkiyeli kadının (Güldünya Tören, Özgecan Aslan ve Nevin Yıldırım) zaman zaman kesişen ancak en ölümcül anda sonsuza kadar ayrılan hikâyelerini anlatan ilk uzun metraj filmimiz. Filmin Avrupa galası geçtiğimiz ekim ayında Valensiya La Bodina’da gerçekleşti. 72 dakikalık performans esnasında film bir tül perdeye yansıtılıyor ve ben perde arkasında emprovize olarak filme ses veriyorum. Oyuncu dostlarım performans içerisinde, filmle birlikte akan bir tiyatro gösterisi sergiliyorlar. Festival kapsamında Salon İKSV’de iki ayrı performans sergileyeceğiz. 

Balina Odası
Balina Odası

Şu günlerde ise yoğun olarak KRT Kültür Radyo Televizyonu’nda Kreatif Kadraj Sinema Kolektifi olarak hazırladığımız Sprinter Sinema programı ile ilgileniyorum. Şimdiye kadar iki bölüm yayınlandı. Yeni bölümleri yayına hazırlıyoruz.       

Çok yönlü ve üretken bir sanatçısın. Peki tıkanıklık yaşadığında nasıl çözümler arıyorsun? Salgın sürecinde yaratıcı anlamda zorlandığını hissettiğin oldu mu?

Yaklaşık yarım yüzyıldır yaşıyorum. Hayatımın büyük bir kısmı sadece biriktirmek ile geçti. Şimdi hiç sahip olmadığım kadar yaratım ve dağıtım olanaklarına sahibim. Pek tıkanıklık yaşadığımı söyleyemem. Bunda tabii uzun yıllardır biriktirdiğim hikâyelerimin etkisi oldukça fazla. Biçimi ne olursa olsun anlatmak ve yaşamı güzelleştirmek istediğim daha pek çok hikâyem var. Salgın süreci benim açımdan oldukça verimli geçti. Bir performans kaydı, iki yeni şarkı, bir kısa film ve televizyon programı fena sayılmaz. Tabii bu işin latifesi. Bunlar benim için harika. Ayrıca daha önce söylediğim gibi Finding Zebra Tour’un kaydedildiği büyülü geceye ait 5 saatlik ve toplamda 600 saatlik hiç dinlemediğim 1,5 yıllık kayıtlar mevcut. Eminim yaratıcılıkta ve üretimde zorluk yaşadığım zamanlarda beni motive edeceklerdir. 

Bir de tabii ben, her gün en az 3 kez kahve içmesine karşın, her kahve yapışında mutlu olan basit bir insanım. Bu beni güzelliklere karşı tamamen açık hale getiriyor. Yani hayatın ta kendisine. Zaten yarım yüzyıl yaşadıktan sonra hayattan bir şeyler öğrenmiş olmam gerek değil mi? 

Bant Mag. ile bir mülakatımın olması, benim için gerçekten müthiş. Yüzlerce sanat dehasının iz bıraktığı, yenilerinin sadece sıralarını beklediği bu sayfalarda yer alabilmek benim için değer biçilemez bir deneyim. Büyük bir mutlulukla tekrar ettiğim gibi, hayatım boyunca iyi bir çocuk oldum ve Şirinler’i bir kez daha görmeyi başardım. 

Çok teşekkür ediyorum. Bir müzisyen saygı görmekten daha başka ne isteyebilir ki?

3.500 kilometre öteden hasretle kucaklıyorum sizi.