Rəhman Məmmədli ve yanık mı yanık gitarı üzerine: Azeri müziği, küresel kapitalizm ve karnımdaki kelebekler
Yazı - Röportaj: Berk Sayan
Dünyayı kavrama gayretimizin yollarından biri de kültürel yaşamı takip etmekten, ona yakından bakmaktan, hatta mercek altına almaktan geçiyor. Günümüz dünyasında kültürel hareketlilik organik, rastlantısal veyahut açıkça yönlendirilmiş biçimde gelişmiş olabilir, siyasal gündemden, toplumsal krizlerden ve dünyanın tüketim eğilimlerinden etkilenmesi kaçınılmaz bir durum. Dağlık Karabağ’da doğan Azeri gitarist Rəhman Məmmədli’nin yanık mı yanık gitar müziği de yarattığı duygusal ve nostaljik dalgalanımın yanında birçok farklı anlam taşıyor elbette. Bir başka Karabağlı müzisyen Ramiş’in açtığı yolda Rüstəm Quliyev ve Rəhman Məmmədli gibilerin farklı katmanlar kazandırdığı bu müzik, bu kültür öyle yalnızca bir estetik arayışın sonucunda doğmadı. Bongo Joe Records etiketiyle 31 Mayıs’ta yayınlanan Azerbaijani Gitara Volume 2 albümüyle kültür endüstrisinin radarına giren Məmmədli’nin kapısını çalmak ve müziğini estetik, politik ve ekonomik açılardan bakarak incelemek hiç de fena bir fikir gibi durmuyor.
Eğer bu coğrafyanın insanıysanız, daha doğrusu Kuzey Afrika çöllerinden Ortadoğu’ya, oradan Hindistan’a uzanan geniş alanda yaşamış biriyseniz veya Türki devletlerden biriyle bağınız varsa Azerbaijani Gitara Volume 2 isimli bu albümde duyduklarınızın sizi şaşkına uğratması pek olası değil. Məmmədli tabii ki çok iyi bir gitarist, makamları hissetmek ve gitarını âdeta dile getirmek konusunda usta, imzası olan gürültülü ve yankılı gitar tonu da bence imkânsızlıkların şekillendirdiği epey çekici bir unsur. Azerbaycan geleneksel müziğine bir soluk getirmesi açısından değerli olduğunu söyleyebiliriz yaptığının, yerel kültürünü yaşatma çabasını fetişize etmeden olumlayabiliriz. Fakat ortaya koyduğu şeyin ona özgü olduğunu söylersek Afganistan’dan İran’a, Hindistan’dan Suriye’ye farklı bölgelerin müzisyenlerine haksızlık etmiş oluruz. Yalnızca düğün müziklerini inceleyerek dahi Məmmədli’nin müziği kadar “çılgın” şeyler hemen bulabilirsiniz aslında. Onu farklı kılan şey tüm bunları Batı’ya özgü bir enstrümanla ve benzer örneklere kıyasla daha gürültülü efektler kullanarak yapması. Dediğim gibi enstrümanına gerçekten hâkim bir müzisyen ve onu özgün kılan unsurların da farkında: “Azerbaycan halk müziğinde distortion’ı ilk kez ben kullandım. Onun yardımıyla makamlardaki insan sesini bulabildim.”
Peki tam şu an ne oluyor da onun müziği değerleniyor? Bu müziği yeniden gündeme getiren, onu yeniden ekonomik dolaşıma sokan şey sistemi domine eden Batılı kültür endüstrisinin dünyanın keşfine yeniden çıkmış olmasıyla ilişkili. Buradan bakınca bizim zihnimizde “Amerika’nın yeniden keşfi” gibi konumlanması bu sebeple çok doğal. İyi niyetli, farklı kültürlerle tanışmak ve ortak bir dünya hayali kurmak isteyen, belki kaybettiğini bulmaya çalışan bu çaba masum olabilir ancak bir özeleştiri ve yüzleşme de muhakkak gerçekleşmeli. Neden mi özeleştiri ve yüzleşme? Çünkü yeniden keşif seferlerinin bugün gerçekleşebilmesinin sebebi, Məmmədli’nin de unsurlarından biri olduğu Doğu kültürünün yıllarca sert bir değersizleştirme ve ötekileştirme taarruzuna maruz kalmış olmasından kaynaklanıyor. Kapitalist sistemin Batı modernizmini tüm dünyaya dayattığı, medeniyete doğru yürüyüşe ayak bağı olan herkesin ve her şeyin ânında kapının önüne konduğu, düşman ilan edildiği hatta tümden bertaraf edilmek istendiği bir dünyada yaşadık, yaşıyoruz. Yıllarca Doğu kültürü bu sert politikalardan nasibini aldı. Bugün geldiğimiz noktada bu berbat sistemin takkesinin düşmesine ramak kalmış gibi bir dönemden geçiyoruz sanki, küresel kapitalizm sert bir kriz yaşıyor ve biçim değiştirmek zorunda. Bunun hayır mı şer mi olacağını zaman gösterecek fakat açık olan bir şey var. Doğu’nun yeniden keşfi ve kültürel olarak küresel pazara sunulması bu suret değişiminde önemli bir rol üstleniyor gibi görünüyor. Kültürel anlamda bunun emarelerini gördüğümüz gibi Irak, Afganistan ve Suriye savaşları da bunun bir göstergesi, Doğu yeniden keşfedilecek ve (her anlamda) işgale devam edilecek.
Aslına bakarsanız bugün küresel pazara sunulan bu müzik Doğu’ya has kültürün Batı tarafından “ehlileştirilmiş” bir versiyonu denebilir. Neo-liberal dünyaya ayak uydurmuş bir versiyonu da denebilir. Örneğin bu yazının aktörüne dönelim; Rəhman Məmmədli ilk gitarına 1970’lerin ortasında henüz 14 yaşındayken kavuşmuş. “Okulsuz, kendi kendime öğrendim çalmayı. Bir akrabamın bana akustik gitar hediye etmesiyle başladı her şey” diye hatırlıyor o zamanları. O her ne kadar bu kavuşmanın politik bir tabanı yok dese de neredeyse 50 yıl süren Soğuk Savaş atmosferinde Amerikan kapitalizmi “düşmanla” mücadelesini en çok da kültürel emperyalizm aracılığıyla yürüttü. Çekoslovak gitarları bu mücadelenin nihai sonucu olarak bölgeye girdi. Bir enstrümanı kriminalize etme girişimi tabii ki değil anlatmaya çalıştığım; tüm enstrümanlar, tüm sesler dünya halklarınındır, bununla bir sorunum yok ancak tarihsel süreci netleştirirsek buraya nasıl geldiğimizi daha iyi anlayabiliriz. Birleşik Devletler kültürel iktidarı eline geçirmek için canla başla çabalarken Batı medeniyetine ait kültür birikimini parlattı, idealize etti ve güzelce paketleyip post-modern dünyanın kapısından içeri adım atmak isteyen ülkelerin vatandaşlarına pazarladı. Məmmədli’nin örneğinde önce 1960’larda gitar, ardından ise 1970’lerde dünyayı saran psikedelik gitar müziği Azerbaycan’a girmiş oldu. Medenileşme trenini kaçırmak istemeyen biz ve bizim gibiler başına üşüştük doğal olarak. Yaşadığımız dünyayı anlamlandırırken tercihlerimizi tümüyle özgürce yaptığımızı sanmak bizi ne yazık ki kapitalizmin çıkmazlarında debelenen bireyler yapar yalnızca. Çoktan seçmeli dünya algımız bir kurgudan ibaret, seçenekler yalnızca bize sunulanlar, ortada özgürlüğe dair sadece birkaç kırıntı mevcut. Rastlantısal bir yaşam ne yazık ki artık mümkün değil, her şey kapitalizmin kitabına uygun ilerliyor.
Rəhman Məmmədli’nin Dağlık Karabağ’da doğmuş, Ermenistan-Azerbaycan savaşının ortasında büyümüş, ardından Sovyetlerin çöküşünü görmüş birisi olarak müziğe sarılması da tesadüfi değil. Kendisi de şöyle anlatıyor o günleri: “Savaş yıllarında müzikle ilgilenmek biraz zorluk yaratsa da herkes gibi ben de kendi sanatımla meşgul oldum. Sadece gitarı sevdim.” Yaşama dair temel hak ve özgürlüklerimiz üzerinde seçim şansımız elimizden alındığında insanların kendilerini tedavi etmek için sanata yönelmesi belki de en zararsız yöntemlerden biri. Tüm bu karmaşanın ve sıkışmışlığın içinde insan resimin, müziğin, sanatın “nerd”ü olmasın da ne yapsın. Zihnimizden uzaklaştırmak istediğimiz onca düşünce varken, iyi ve zararsız diye düşündüğümüz şeyleri öncelik sırasında en başa koymak ve onun müptelası olmak sanırım en bilindik eğilimlerimizden birisi. Onun müziğinin bize yeniden ulaşma serüveni de böyle bir gözle, fakat yüzleşme ve özeleştiri gibi sorumluluklar unutulmadan yorumlanabilir. Yeni kültürleri tanımanın, tanıtmanın günümüzde her birimizi saran şu politik atmosfer olmasa ne zararı olabilir ki? Məmmədli’yi Utrecht’te Le Guess Who? sahnesinde görmüştüm bir sene önce, o da seyircisi de orada olmaktan çok mutlu görünüyordu. “Avrupa’da ilk kez sahneye çıkıyorduk. İlk konserimiz çok enteresan oldu, dinleyicilerin de müziğimizi memnuniyetle karşılaması bende yüksek bir enerji yarattı; ben de onlarla buluşmaktan çok memnun kaldım.” diye özetliyor o geceyi. Məmmədli’nin besteci ve piyanist olan oğlu Tural da ona sahnede eşlik ediyordu. Aynı zamanda eğitmenlik de yapan Rəhman Məmmədli’nin kuşaklar arası aktarıma verdiği öneme şüphe yok. Oğlu hakkında “Onun müziğe bakışı daha akademik, daha uluslararası bir bakış. Çaldığım şarkılara etkisi profesyonel şekilde kendini belli ediyor.” diye bahşediyor ve ekliyor: “Ama yeni bakışlar, yeni yaklaşımlar; halk türkülerine duyduğum bağlılığı azaltamaz.”
Açıkçası ben de onu dinlemek için TivoliVredenburg’un en üst katındaki salona ulaştığımda beni karşılayan Alekber Tağıyev bestesi “Sən gəlməz oldun”u duyunca karnımda kelebekler uçuşmadı desem yalan konuşmuş olurum. Məmmədli’nin müziği duyguları harekete geçiren ve eğer bölgenin halk müziğini seviyorsanız sizi epey keyiflendirecek bir müzik. Keyif ve rahatlama ânında zihinleri kurcalamak kimse istemez ancak tam burada galiba şu soruyu da sormak gerekiyor: Hayatı sonu başından belli hazlar peşinde çekilebilir kılmak mı istiyoruz yoksa özgür ve sürdürülebilir bir dünyayı baştan inşa etmek mi derdindeyiz?