Duygudurum: Seda Erciyes - Bataklığımda
Yazı: İlayda Güler - Fotoğraf: Mustafa Nurdoğdu
Türkçe sözlü müziğe yeni imkânlar sunan tınıların peşinde 2019’dan bu yana R&B, caz, pop ve elektronik üslupların kendine özgü karışımlarını üreten Seda Erciyes prodüksiyonunu Arsan Salaryfar’a (Valfi), miks ve mastering işlemlerini ise Adham Farid’e emanet ettiği ilk uzunçaları Bataklığımda‘yı 15 Kasım’da yayımladı. Geçtiğimiz bir senede tadımlık olarak fırlatılan tekliler aracılığıyla bir sinekkapan ve ısırganla karşılaşmış; şarkıların evi olan bataklıkla böylece aşinalık kurarken, hikâyenin görsel katmanına gösterilen özen ve yaratıcılıkla da heyecanlanmıştık. Artık orada, çamurun içindeyiz.
Bu albümde perspektifimizi, kodlandığımızın dışında, başka bir yöne çeviriyor; zihnimize yerleştirilmiş “güzellik” ölçütlerini ilk bakışta karşılamayan, “garip” görünüşlü canlıların seslerini dinleyerek, içlerinde sakladıkları cevherleri keşfediyoruz. Onların dikenli, yabani doğasına adım adım yaklaşırken; kendi dışlanmış, kırılmış, kıskanmış hâllerimizi, güçlü olma baskısıyla oluşturduğumuz savunma mekanizmalarımızı, yaşamlarımızı oyan güvensizliklerimizi, kabuk bağlamasına izin vermediğimiz yaralarımızı, karanlığımızı, gölgemizi de kabul ediyoruz.
Seda Erciyes’in yüzleştikçe nefes aldıran bataklığında yankıladığı şarkılarının his haritasını çıkardık.
Bir bataklık perisi ya da cini, siz nasıl görmek isterseniz; albümün ilk saniyelerinde onun hipnotik sesi eşliğinde, yoğunluğuyla harekete izin vermeyen yerin çekimine teslim oluyoruz. Nefesimizi tuttuk, batıyoruz. Battığımız yerde gözlerimizi açacak kadar cesuruz. “Intro”, az sonra derinlerine bol bol dalıp çıkacağımız atmosferle bir tanışma merasimi. Önce Seda’nın tonuna, anlatıcı personasına; ardından, sanki henüz yeterince işleyemediğimiz duygularımızı temsilen hikâyenin tümünde bizi takip edecek o ham titreşimlere alıştırıyor. Sonunda bataklık radyosunda frekanslar karışıyor; yolumuz toplumsal cinsiyet normlarına, en başta kendine biçilmiş kadınlık rolüne başkaldıran “YABANİ”ye çıkıyor.
Bizler, daima memnun edici olmak zorunda değiliz; dünyaya erkeklerin egosunu devamlı tatmin etmek ya da onlara hizmet etmek için gelmedik. Bazen bizim de dikenlerimiz batabilir ve bu hiçbirimizden bir şey eksiltmez. Sevgide eşitlenebiliriz. “YABANİ”nin birbirine zıt iki melodik katmanı çakıştırarak elde edilmiş altyapısı ve oryantal nüanslarla çeşnilendirilmiş gümbür gümbür ritmik kompozisyonu; yalnız hissettirmek üzere kadınlara yapıştırılmış bu etiketin anlamını değiştirerek, onu sahiplenebileceğimizi işaret ediyor. Seda’nın “Kaçtım hep aynalardan, ne uğruna?”ya verdiği yanıt bir tür tavizsizlik, kendi değerini başkalarının sözlerinde aramamak oluyor.
“Çamur”, bataklığın hammaddesindeki şefkati fark ettiriyor; bulandığımızı sandığımız kir ya o kadar da kirli değilse, ya evimizi uzaklarda aramamıza gerek yoksa? Bu parçanın sözlerinden bir kısmı alıntılamak istemedim; bütün hâlinde o kadar güzel ve anlamlı ki; “Sevdim onları.” diyor Seda nakaratın sonunda. Onlardan kastı; kendine hata payı verebildiği anlar, zaafları, çocuklaşmaları… Karşısına geçip izleyebildiğinde, onlara kıyamıyor insan. Ve onlara kıyamadığında, başkalarına da kıyamamaya başlıyor. Böylece olgunlaşıyor; çamurda debelenmek yerine, onunla oyun oynamayı seçiyor. Burada öfke dönüşüp, odak içeri kaydıkça; prodüksiyonun hissi de hafifliyor, dümeni üflemeliler alıyor; bas yürüyüşünden çok hoşlanarak, tatlı neo soul groove’uyla akıp gidiyoruz. İki parçanın aynı ruhun çıktısı olduğu, “YABANİ”deki müzikal motifin tekrarlanmasıyla anlatılıyor bir yandan da; bu gibi imalar albüm boyunca devam ediyor.
Şimdi biraz susuyor, dinleniyor, düşünüyor Seda; o sırada mikrofonu müzisyen arkadaşlarına uzatıyor. “Çamur Interlude”, başı ve sonundaki konuşma seslerinden de anlaşılacağı gibi prova esnasında alınmış bir telefon kaydı. Ensemble kültüründe yetişmiş bir müzisyen olarak Seda Erciyes’in enstrümanistlere (Arsan Salaryfar, Dilan Balkay, Ozan Kınasakal, Ozan Öztürk, Yüce Akın) saygı duruşu. Az önce barışır gibi olduğumuz bataklığın “Intro”dakinden daha detaylı bir röntgenini çekiyor aslında. Dilan Balkay’ın, sesi bir miktar bozuma uğratılmış trompeti; böcek, mantar, yosun gibi yabani güzelliklerin gıcırtısını, pasın incelmemiş metalik tınısını taşıyor. “Çok iyi!”
Sırada bir ilişki dörtlemesi var; kaygılı bağlananlar konuyu biliyor. “Isırgan”, Seda Erciyes’in müzikal vizyonunu; deneme, çeşitlendirme, zenginleştirme hevesini en açık biçimde gösteren parçalardan biri. “Kucak açsan, buydu asıl zor olan. Kabullensen, böyle biriyim; kırılgan. Bana bir kere şans ver, zehrimi içine akıtmam. Zamanı gelir, öğrenirim ve canını acıtmam.” sözleriyle iki kişi arasındaki sıcak gerilimi, taraflardan birinin bağ kurma arzusu üzerinden anlatırken; Jülide’nin nefis yorumu ve ikilinin, yerli kayıtlarda benzerine pek rastlamadığımız vokal atışmasıyla dinleme zevkini katladıkça katlıyor.
“Gölge”, bastırılmış arzular hakkında bir parça. O’nun kalbinde güvenli bir yer bulamamaktan sebep kendine duyduğu saygıyı seçip, her şeyi uzaktan izleyen birini konuşturuyor. Başta anlatıcısının duygu durumuyla bağlantılı olarak yorgun, belki biraz mahcup seyreden vokaller, ikinci nakaratın ardından şık nüanslarla beslenerek, şarkıyı daha da lezzetlendiriyor. Bataklığın sesleri gerilerden gelmeye devam ediyor.
“Bundan Sonra Aşk Yok” itibarıyla sular çalkalanmaya başlıyor zira “Yanılsam da buna değer.” diye ifade ettiği güçlü arzuları, “Ya beni istemezsen?” diye sorduran korkularından baskın çıkmış birini dinliyoruz. Fakat aşk büyük bir risktir; sonunda anlatıcımızın, kurban rolü oynayan bir duygusal istismarcının elinden “Burada yerim yoksa, başlarım en baştan; hiç çekinmem.” sözleriyle kurtuluşuna şahit olup bir nebze rahatlıyoruz. Ritimlerin strüktürü desteklediği, sayıklama tadındaki vokallerin boşluğu süslediği prodüksiyon yaklaşımı, hem Bataklığımda’nın bir şarkıcı albümü olduğunu hatırlatıyor hem de konseptine duyarlı, tutarlı tavrıvla bir takdiri hak ediyor bu noktada.
“Sürme” ise nabzı hızla yükseltiyor; kulüp müziği elementleri giydirilmiş maksimalist altyapısı, aceleci hâliyle dinleyeni şöyle bir silkeliyor. Kimi hayal kırıklıklarının tortusu kalmış olacak ki “Kalbimi çoktan kuruttum ben.” derken, çivi çiviyi söker düsturuyla geceyi, yarın başka bir tende unutacağı biriyle uzatmak istiyor hikâyenin sahibi: “N’olur eve sürme. Hazırım, mahvet beni.” Bu kez arzu, bedenin tek hàkimi; bu da bataklığın iyice derinine indiğimizin bir işareti.
Son durak: “PAS – Outro”; albümdeki en koyu, en basık hisli, en kederli şarkı. İnsanın büyüme yolunda kendi kimliğiyle ettiği kavgaların, arayışlarının bir müsebbibi olarak da içinde yaşadığı ülkenin, yetiştiği toplumun benimsediği zehirli, baskıcı, güven hırpalayıcı zihniyetleri görüyor; onlardan kurtaramadıklarına ağıt yakıyor Seda Erciyes. İşte burası, dibin dibi. Yani bastığımız yerden güç alıp tekrar yükselmek için doğru yerdeyiz. Nitekim “Bir yanım sakin; bilirim, geçer.” sözleriyle “Intro”daki mesafeyi yeniden aşıyor; yüzeye çıkıp derin bir nefes alıyor, kuş seslerini duyuyoruz. Belki de bu döngüyü hayat boyu tekrarlıyoruz da her yeni deneyimde öğrendiklerimizle tesiri, tehlikesi azalıyor. Geçiyor, her şey geçiyor.
Seda Erciyes, dilediği gibi yaşamayı ve üretmeyi kafasına takmış biri. Bir müzisyen olarak Türkiye’de yerli üretimi pek makbul olmayan bir türün aktarıcılığını -üstelik sınırlarından taşa taşa- yapıyor; Bataklığımda ile Türkiye müzik tarihine hem tema hem de üslup bakımından çağdaşlarından ayrışan bir kayıt bırakıyor. Bu da yabaniliğinin bir başka yönü. Performanslarındaki duruşuyla, Spotify’da kadın ve kuir müzisyenleri fırsat eşitliği için buluşturduğu We’re Here listesine verdiği emekle, bugün aynı sahneleri paylaştığı çeşitli müzisyenlerle ortaklaşmaya karşı açıklığıyla ilham veren bir figür, bir renk Seda. Onu görüyor ve hikâyesinin devamını heyecanla bekliyoruz.