Cehenneme aralanan kapı: Sinners

Yazı: Beyza Yıldırım

Black Panther serisi, Creed (2015) ve Fruitvale Station (2013) ile jenerasyonunun öne çıkan yönetmenleri arasına adını yazdıran Ryan Coogler’ın son işi Sinners, 18 Nisan’da Türkiye’de vizyona girdi. ABD tarihinin karanlık zamanlarını gerçeküstü bir anlatıyla yeniden kurgulayan film; blues ile vampir miti arasında bir bağlantı kurarak kimlik meselesine eğiliyor. Oyuncu kadrosunda ise Michael B. Jordan, Hailee Steinfeld ve Jack O’Connell gibi tanıdık yüzler görmek mümkün.

*Bu yazı, henüz Sinners filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân

1932 Mississippi’sinde, Smoke ve Stack kardeşlerin yıllar sonra memleketlerine dönüşüyle başlıyor her şey.

Konu nedir?

Michael B. Jordan’ın aynı anda canlandırdığı Smoke ve Stack kardeşler, suç dünyasının içine derinlemesine daldıkları bir dönemin ardından Clarksdale’e, sadece Siyah topluluğa ait bir blues barı açmak üzere dönüyor. Müzikle harmanlanmış bir açılış gecesi için toplanılıyor ancak kuzenleri Sammie’nin müziğiyle bazı varlıkların kulağına ilişiyorlar ve davetsiz misafirler, müziğin açtığı bir boyuttan aralarına dâhil olmayı başarıyor.

İlk intiba?

Film, tarihi ve politik anlatısını dinamik bir aksiyona dönüştürmeyi çok iyi başarıyor. Bunda oyunculukların başarısı da büyük rol oynamakla beraber, Sammie’yi canlandıran Miles Caton’a ayrı bir parantez açmak lazım. 

Smokestack ikizlerinin geçmiş yaşamından detayların, film içine âdeta serpiştirilmesi de dikkat çeken noktalardan. Çocukken babalarından gördükleri şiddetin yansımaları, bugün sürdürdükleri hayatın temelini oluşturuyor. Namları kasabada yürümüş kişiler olarak yedi yıl sonra topraklarına dönmüş olmalarıyla hafızalar tazeleniyor. Bu kirli düzende söz sahibi olabilmek için kendilerine bir kimlik oluşturmuşlar belli ki. Bu arada kasabadaki baskı ve terör ortamının da çok iyi yansıtıldığını söylemeli.

En basitinden, tarihsel anlatılardan hoşlanan izleyiciler için keyifli bir izleme deneyimi sunma potansiyeline sahip Sinners.

Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?

Filmin ilk yarısı karakterlere dair net bir fikir oluşuyor; geçmişleri, birbirleriyle ilişkileri, kim oldukları… Kalabalık bir ekipte her birinin eşit derecede tanıtılması mümkün olmayacağı için hikâye büyük oranda Smoke, Stack ve Sammie etrafında dönüyor. Smoke ve Stack ikizlerini ayırt edebilmemiz için kırmızı ve mavi aksesuarlar takmaları da hoş ayrıntılar arasındaydı. 

Vampirlerin başı olan Remmick’in enstrümanlarla bağı, müziğe olan hassasiyeti; kendisi gibi mistik varlıkları müzik etrafında toplama çabasıyla sonuçlanıyor. Bu varlıkların nereden geldiği ve akıbetlerine dair soruları yanıtsız bırakmayı tercih ediyor film.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Müzik, korku, aksiyon, dram gibi unsurları bir alaşım hâline getirmesinin yanı sıra filmin 1930’lu yılların hâkim ırkçılık atmosferine ve kültürel kimlik meselelerine de değindiğini söylemek gerek. Ku Klux Klan’ın neredeyse vampirlerle aynı safta, karanlık bir güç olarak temsil edilmesi ise sembolik anlatımı zenginleştiriyor.

En çok neyi sevdin?

Filmin görsel doygunluğunu sağlayan 70mm çekimlerle, Ludwig Göransson’un bestelediği blues ve folk tınıları birbirine çok yakışmış. Ayrıca ilk yarının western havasıyla diğer yarının psikedelik tonu da seyir zevkini yüksek tutan ayrıntılardı.

En az neyi sevdin?

Mitolojik referanslar verilen ilk sahnede, müziğin geçmiş ile gelecek arasındaki perdeyi yırtarak kötücül ruhları çağırdığı söyleniyor. Hemen ardından Sammie’nin kısmen yanmış hâlde kiliseye girdiğini görüyoruz; filmin ilerleyen dakikalarında neler olacağı fısıldanıyor. Ben bu girişi unutamayıp, barın açılış gecesinde neler olacağını büyük oranda kestirebildim. Bu iyi mi, kötü mü; tartışılır…

En çok hangi sahneye yükseldin?

Sammie’nin gitarını çalarken barın alevler altında kaldığı an, duygusal etkisi çok yüksek bir sahneydi. 

Modunu nasıl etkiledi?

Yürek ağızda bir korkudan ziyade, temponun hiç düşmediği ve merak duygusunu diri tutabilen bir vampir gerilimi olarak değerlendirdim Sinners’ı. Bittiğinde ise vadettiği her şeyi karşıladığını hissettim.

Bu arada, filmin müzikal ruhuna bir saygı duruş niteliğinde şarkı önerisi de bırakalım: Los Espiritus’tan Todo bien.