Bağlayıcı bir güç olarak güven: Confidenza
Yazı: Meltem Demiraran
İtalyan sinemacı Daniele Luchetti’nin yazıp yönettiği son işi, Domenico Starnone’nin aynı adlı romanından uyarlanan Confidenza / Trust, içeriğinden çok müzik departmanında Thom Yorke’un yer almasıyla gündem olmuştu. Nisan sonunda İtalya’da seyirciyle buluşan filmin Türkiye vizyonuna dair paylaşılmış bir bilgi bulunmamakta.
Yeni heyecanı The Smile ile yoğun bir yıl geçiren Thom Yorke, Confidenza için yaptığı bestelerden oluşan albümünü geçtiğimiz ayın sonunda yayımlamıştı. Aşağıdan dinlenebilir.
Zaman dilimi ve mekân
90’lardan bugüne doğru ilerliyoruz diyelim.
Konu nedir?
Lise öğretmeni Pietro Vella ve eski öğrencisi Teresa Quadraro arasındaki ilişki yer alıyor filmin merkezinde. Çift bir akşam en karanlık sırlarını birbirlerine açınca yıllar boyu yankılanan olayların zincirleme bir reaksiyonunu başlatıyor.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
*Kitabı İtalyancadan İngilizceye çeviren Pulitzer ödüllü yazar Jhumpa Lahiri’nin çevirisi ve sonsözü çok konuşulmuştu. Kitabın insan duygularının karmaşıklığını üç farklı bakış açısı ile çok katmanlı bir biçimde ele aldığı da yapılan yorumlar arasındaydı.
*Kitap ve film arasındaki farklara dair bilmemiz gereken en keskin detay, kitapta Pietro’nun Teresa ile paylaştığı sırrın okur tarafından bilinmemesi ancak filmde daha ilk dakikadan bunun bizimle paylaşılması.
İlk intiba?
Çok sert bir giriş. Kanım daha film başlar başlamaz öyle bir çekildi, üstüne de öyle olaylar oldu ki git gel yaşamaktan bir hâl oldum. “Ben mi çok kötü niyetli biriyim? Gözüm yanlış mı gördü benim acaba?” falan dedim durdum kendi kendime.
İlginç olan şey ise bağlayıcı bir güç ve yıkıcı bir silah olarak güven kavramının masaya yatırılması. Pietro’nun hayatı itibarının zedelenmesi ihtimali ve saklı gerçeklerin yüküyle kesiştikçe film insan doğasının gölgelerini açığa çıkarıyor. Seyrederken karakterlerin hayatlarındaki katmanların ardına bakmaya ve insanları birbirine bağlayan ancak kopması an meselesi olan ipleri gözünüze gözünüze sokuyor.
En çok neyi sevdin?
Thom Yorke’un müziklerini. Üflemeliler ve vurmalıların yer yer cenaze marşlarını anımsatan tınıları anlatının gerginliğini ve talihsiz gerçekliğini epey iyi destekliyor bana kalırsa. Aslında başlarda sahneler arasındaki geçişleri pek keyifli bulmuştum ama sonra o da bitiverdi.
En az neyi sevdin?
Oyunculukları ve sinematografiyi. Umut vadederek başlayıp hüsranla devam ediyor ne yazık ki. Klişelere doyamadığımız dakikalar bekliyor bizi. Pietro’nun düğününde ansızın kanayan burun, siyah karga ve limonlar… Evet, limonlar. İnanın ben de bir anlam verebilmiş değilim.
En çok hangi sahneye yükseldin?
Filmin ilk beş ve son beş dakikasına.
Modunu nasıl etkiledi?
Asap bozdu.
Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?
Teresa’nın bir anda Pietro’nun hayatından çıkmasını çok iyi anlıyorum ancak gençliğinin baharında öğrendiği bu gerçeği başkalarıyla paylaşması için kırış kırış olmayı beklemesini ise havsalam almıyor.
Film boyunca empati yapabildiğim tek karakter Emma oldu. Attığı çığlığı öylesine haklı buluyorum ve bu o kadar hiçbir şeyi değiştirmiyor ki anlatamam. Tıpkı filmin kendisi gibi.
Bunu seven şunları da sever
Vladimir Nabokov’un Lolita’sını sever elbette. Lars Von Trier de Nymphomaniac Vol. I’da (2013) kafalara soru işaretleri ekmişti konuya dair. İlginç de bir bakıştı yalan yok. Bir de Kevin Bacon’lı The Woodsman’e (2004) şans verilebilir belki.