"Star Wars" mektupları: Fırat Yücel

“Bugünden baktığımda Star Wars’un temsil ettiği şeyi buralarda arıyorum, çocukların oyuncaklarıyla oynadığı odalarda.”

İllüstrasyon: Burak Dak

FIRAT YÜCEL

Sinemada ilk gördüğüm film, Yıldız Savaşları 6: Jedi’ın Dönüşü. İzmir’de Çınar Sineması’nda gitmiştim. Film, Türkiye’de 1986’da vizyona girdiğine göre 7 yaşında olmalıyım. Filmi izlerken neler hissettiğimi hatırlamıyorum, ‘perdedeki gösteriye bakan ben’e dair bir hatıram yok. O bakış eksik. Daha çok koskocaman bir salonun (Çınar oldukça büyüktü) içinde olma duygusu kalmış geriye. Perdedeki dünya ve filmi izleme anından çok, etrafında gelişenleri hatırlıyorum. Mesela filmin televizyondaki reklamlarını izlerken abimle birlikte ne kadar heyecanlandığımızı. Oyuncaklarıyla nasıl saatlerce, günlerce oynadığımızı… Star Wars dünyasından her karakterin küçük birer oyuncağı vardı ve biz bunları anneme zorla satın aldırıyor ve biriktiriyorduk. Daha zengin ailelerin çocukları, daha büyük oyuncaklara sahipti; Ölüm Yıldızı maketleri, uzay gemileri ya da şu dört ayaklı beyaz ayaklanma bastırma araçları… Bu ailelere yaptığımız ziyaretlerde, bu büyük oyuncakları görür ve onlara sahip oldukları için söz konusu arkadaş namzetlerini (tanıdık ailelerinin çocukları sadece potansiyel arkadaştır) kıskanırdık. Bu kıskançlığa o zaman tam adlandıramadığımız bir utanç duygusu da eşlik ederdi kuşkusuz. Bir oyuncağa sahip olmak neydi ki? Çocuk zihnimizle bunu da düşünürdük. Bunu niye bu kadar ötelenemez bir arzuyla istiyorduk? Sahip olduklarıyla başkalarını kıskandırabilen çocuklar olabilmek için mi? Yoksa başka bir sebebi de var mıydı? Bugünden baktığımda Star Wars’un temsil ettiği şeyi buralarda arıyorum, çocukların oyuncaklarıyla oynadığı odalarda. Promosyonlarla bir arzu nesnesi haline getirilen gösteri, Star Wars ile birlikte perdeden çıkıp merchandising stratejileriyle gündelik hayata uzandı. Perdedeki illüzyonun izleyicisi olmak yetmiyordu artık; onların oyuncaklarına sahip olmalı ve o karakterleri kendi zihnimizin ürettiği dünyaların içine yerleştirmeliydik. Genişletilmiş Evren (Extended Universe) dedikleri buydu. Her çocuğun kurduğu hayallerle büyüyen, ama aynı zamanda o çocukların birbirlerine karşı besledikleri kıskançlıkla da büyüyen, meta değerini ve pazar payını bu şekilde arttıran bir gösteriydi Star Wars. Yıldız Savaşları denilen şey, burjuva çocuklarının evlerinde oyuncak savaşlarına dönüşüyordu.


Olağanüstü bir hayal gücü patlaması gerçekleşirdi bu çocuk ve ergen odalarında. Abimle birlikte zihnimizde binlerce dünya yarattığımızı hatırlıyorum. Star Wars evreninden çok farklı dünyalara yerleştirirdik karakterlerin oyuncaklarını; yeri geldiğinde kafamızda kurduğumuz maceralar bütün haftaya yayılırdı, karakterler ertesi gün yolcuklarına devam ederlerdi fantezilerimizde. Yeri geldiğindeyse, onları kanepelerin girintilerine yerleştirip futbol maçı yaptırırdık. Evin içinde vuku bulan bu düş alemine koşut olarak evin dışındaysa büyük bir oyuncak pazar vardı: Alım gücüne sahip olanlar, özellikle ebeveyn ikna kabiliyeti gelişmiş çocuklar, giderek daha büyük oyuncaklar edindiler. Sadece Star Wars oyuncaklarıyla çevrili odalar yapıldı, tıpkı Han Solo gibi dondurulmuş hayaller bu özel odalarda sergilendi, başka çocukların özenme hissini tetikleyip durdular. Ailesi yeterince zengin olmayan, dolayısıyla tüm oyuncaklara sahip olamayan çocuklar ise takas pazarı stratejisine başvurdu. Takas şöyle yapılırdı: Birtakım gizemli nedenlerden belli oyuncaklara yönelik müthiş arzular besliyorduk. Örneğin abimle benim obsesif biçimde bağlandığımız karakterler vardı. Çevrenizden, sizin sahip olduğunuz başka bir karakterin oyuncağına obsesyon geliştirmiş bir çocuk tespit ettiğinizde, kendi arzunuzu onun arzusuyla takas ediyordunuz. Bazen bir karakter, bu pazarda üç-dört karakter edebiliyordu. Etrafınızdaki çocuklar hangi karaktere arzu besliyorsa onun değeri artardı bu piyasada, bazen dünyada çok da popüler olmayan karakterler beklenmedik bir pazar değerine ulaşabilirlerdi. Kısacası her şey, kapitalist dünya ilişkilerinin kusursuz bir yansıması gibiydi. Bir karakterin değeri, Jedi olması ya da karanlık taraftan olması, iyi ya da kötü olmasıyla da ölçülmüyordu. Örneğin abimle benim favori karakterimiz, imparatorluk tarafından kullanılan bir kiralık katil olan Boba Fett’ti. Niye bilmiyorum. Belki ‘arada’ olmasından (birileri tarafından kullanılmasından) dolayı, bir şekilde değişebileceğine ve iyilerin tarafına geçebileceğine dair umut duygusu uyandıran bir tarafı vardı bu karakterin. Bu kaba saba tetikçi, bir gün çıkacak ve Darth Vader’ı vuracak diye bir umut beslerdik belki. Özal Türkiye’sinde asimile edilmekte olan solcu çocuklarının, bu tür gayriihtiyari değişim fantezilerine tutulması olasıdır, diyebiliriz hadiseye bugünden baktığımızda. 20’li yaşlarıma geldiğimde Star Wars’la olan bu münasebetime, yani kendi çocukluğuma öfkeyle bakmaya başladım. Şirketlerin arzu uyandırma stratejileri tarafından kandırılmıştık, üstelik ebeveynlerimiz de, politik bilinçlerinden bağımsız olarak, çocuktur özenmiş işte deyip az ya da çok bu üçkağıda iştirak etmişti. Ama içten içe, abimle ikimizin hayal gücünü çalıştıran, başka dünyaların hayallerini fitilleyen, perdedeki (bize ait olmayan, bizim yazmadığımız) gösterileri kendimize “mal etme” duygusunu hayata geçiren Star Wars ile (yani Ernst Bloch’un “oynamak dönüştürmektir” dediği şeye tekabül eden fanteziler ile) kurutulmuş, şeyleştirilmiş, dondurulmuş düşlerin pazarı haline gelen Star Wars’u zihnimde ayrıştırmaya çalıştım. Biz hayal ediyorduk, dünyalar kuruyorduk, kötüleri iyi, iyileri kötü yapıyorduk… Diğer çocukların büyük kısmıysa ailelerinin alım güçlerini sergilere dönüştürmekle yetiniyor, hayal işleriyle pek de uğraşmıyorlardı… Bugünlerdeyse, daha çok Bloch gibi bakıyorum mevzuya. Bizim hayal gücümüz, bize özel bir şey değildi. Daha çok hayal ediyorduk çünkü bütün oyuncaklara sahip olamazdık, satın alabileceklerimizin bir sınırı vardı. Arzumuz sadece ‘edinmeye’ yönelemezdi; farklı sulara, oyunlara, maçlara, maceralara uzanmanın yollarını arayacaktı. Bloch, “küçük burjuva, proleterleşmiş ama proleter bilincine sahip değil, bu nedenle, elindekini bilen mülklü burjuvadan çok daha fazla ay sarayı rüyası görür” diyor. Bizimki de böyle bir şeydi herhalde, çok fazla Star Wars rüyası görüyorduk çünkü erişemeyeceğimiz şeyler vardı. Star Wars’ta, yani perdedeki dünyadaysa, “doğru zamanda takınamadığımız” pozları, o kahraman pozlarını buluyorduk, Bloch’un deyimiyle “vaktinde çakmamış o şimşek gibi söz”leri hayali karakterlerin ağzında yakalıyorduk. Bu da rüyalarımızı daha da kamçılıyordu; aptalca gururlanıyorduk Han Solo’nun bir anda geri dönmesinden, sanki kendi geri dönüşümüzmüş gibi. Ama bu duyguyu saklayıp çok farklı ideolojik bağlamlardaki isyan duygularının mayasına çevirmeye çalışanlarımız da oldu. Hep daha fazla oyuncağı satın almaya gücü yeten büyük burjuva ailelerinin çocuğu ise “en cesur rüyalarında bile yıkmak istemeyecekti mevcut olanı”. Çünkü “iradesini salt erişilebilir olana yöneltmek en çok onun için kolaydı” (alıntılar Umut İlkesi’nden). Star Wars oyuncaklarının sergilendiği o çocuk odaları kapatıldı. Bu odalardan kalma duygular ve bu odalarda uyanan arzular, adına yetişkinlik denilen tüketim dünyasına ve ticaret hayatına transfer edildiler. Bizim oyuncaklarsa piyasa ve takas değerlerini büyük oranda kaybetmiş biçimde, abimin evinde öylece duruyorlar, çocukluk hayallerinin “işe yaramaz” temsili olarak. Bloch şunu da söylüyor: “Müşterek gelecek yıkılırsa, yaşam ruhu çıkıp gider gençlik arkadaşlığından (…), bu nedenledir ki, okul arkadaşlarını uzun yıllar sonra görmekten daha yavan ve daha zoraki bir şey yoktur.” Yeni Star Wars filmi de biraz böyle bir duygu uyandırıyor bende, ergenlik yıllarımdan bir arkadaşla karşılaşacakmışım gibi hissediyorum. Müşterek geleceğin başka dünyalarda filizlenme umudunu kaybetmesem de.

Bant Mag. No:45’teki ‘Yıldız Savaşları’nı nasıl bilirdiniz?: Star Wars mektupları dosyasının tamamına buradan ulaşabilirsiniz.