"Star Wars" mektupları: Kutlukhan Kutlu

17 Aralık 2015 olarak belirlenmiş vizyon tarihi gelip çatan Star Wars 7: Güç Uyanıyor (The Force Awakens) vesilesiyle farklı disiplinlerden yazar, eleştirmen ve müzik insanlarından Star Wars mektupları.

İllüstrasyon: Burak Dak

“Mart 1980… Uzay operaları bir tür kaçışsa, o günlerin geriliminden ve 12 Eylül’le gelecek muazzam korku ve kasvetten bir çocuk için en âlâ kaçıştı herhâlde bu filmin zihnime kazınan izi.”

KUTLUKHAN KUTLU

Ben, Star Wars’u gösterime girdiğinde izleyen kuşaktanım. Bu da Türkiye için filmin ABD gösterim yılı olan 1977 değil, 1980 demek. Mart 1980. O yıl Türkiye’de başka ne olduğu düşünülünce, ilginç bir tesadüf diyebilirsiniz buna. Uzay operaları bir tür kaçışsa, o günlerin geriliminden ve 12 Eylül’le gelecek muazzam korku ve kasvetten bir çocuk için en âlâ kaçıştı herhalde bu filmin zihnime kazınan izi.

O zamanlar böyle önemli filmler Türkiye’ye epey geç geldiği için önce taklitlerini izlemek olağan bir durumdu, mesela Yıldız Savaşları adıyla gösterime giren Star Wars’dan önce bir Yıldızlar Savaşı gelmişti. Yani bu filme ziyadesiyle hazır, hattâ fazla pişmeye yüz tutmuş olmalıydık. Oysa değilmişiz: Star Wars’la ilk göz temasımda küçük beynimin körpe köşeleri resmen infilak etti. Televizyon vasıtasıyla gerçekleşti bu ilk temas: Film gösterime girecekti ve tek TRT kanalında reklamları dönüyordu. Reklamda gösterilen sahne de tam Luke’un Leia’yla birlikte Ölüm Yıldızı’ndaki boşluğun karşı tarafına sallandığı sahneydi. Böyle görkem, yapaylıkta böyle sahicilik hiç görmemiştim. Bu filme hemen (ama hemen!) gitmeliydim.

Hemen gittim de: Kızıltoprak Kent sinemasında. Çocukluğuma dair en canlı anılardan bir kısmı bugün var olmayan o salonda o gün gördüklerim ve duyduklarımdan geliyor desem inanın abartmış olmam. Bir kere, sesler. Sonra, filmin daha ilk ânında beliren uzay gemileri. Derken, Darth Vader: Sekiz senelik uzuuun ömrümde karanlığın böylesine heybetli bir şekilde cisimlendirilişine hiç tanık olmamıştım. Ama tüm bunların ötesinde, Star Wars benim için özgürlük demekti. Han Solo demekti. Biliyorum, yaşıtım çoğu çocuk filmi izleyip eve döndüğünde ışın kılıcını alıp galaksiyi kurtarmanın, Jedi olmanın düşlerini kuruyordu. “Büyük bir şey” olmanın. Luke gibi. Benim hayalim ise Tatooine’de çift güneş batarken Jawalarla pazarlık etmek, Mos Eisley’deki barda bir şeyler içmek ve uzay gemime atlayıp galakside nereye istersem oraya gidebilmekti. Haa, bir de mümkün mertebe kahrolası İmparatorluk askerlerinden uzak durmak! Kısaca, “büyük” değil, sadece “özgür” olmak. O yaşta ve bu topraklarda nadide bir şey.

Hâlâ da Star Wars deyince aklıma ilk gelen budur. Özgürlük. Sınırları aşmak. Yaşadığın mekânın sınırlarını, büründüğün ve normallik olarak algıladığın suretin sınırlarını ve döşediğin hayalhanenin sınırlarını. Her türden tahakkümün getirdiği sınırları. Tüm bunlar için sekiz yaşımdan beri Star Wars’a minnettarım. Elbette bu minnettarlık onu tekrar tekrar ziyaret etmeyi de cazip kılıyor. Doğrusu Abrams’ın yeni bölümünden tek beklentim de beni tekrar o dünyalara götürmesi. Yani dünyaları resmetme işini berbat etmesin yeter. Onun ötesinde, benim için anlatıcısı gittiğinde “öykü” de bitmiş bulunuyor. George Lucas‘sız bir Star Wars’a biraz “genişletilmiş evren” muamelesi etme meylindeyim.

R2D2_-_3PO

Dosyanın tamamına ulaşmak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:45’e ulaşabilirsiniz.