Suriyeli Kozmonot ve Charles Emir Richards’ın bulduğu yeni kombinasyonlar

Röportaj: Ezgi Oğraş

Uzun yıllar reklam sektöründe çalışan ve fotoğrafçı kimliğiyle de tanınan yönetmen Charles Emir Richards; uzaya çıkan ilk Suriyeli olan Muhammed Faris’i keşfe çıkarıyor Suriyeli Kozmonot adlı kısa belgeselinde. Özgür bir Suriye hakkındaki görüşleri nedeniyle hedef gösterildiği için ülkesinden kaçmak durumunda kalan bu özel insanın hikâyesi, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali seçkisinde yer alıp, 23. İzmir Uluslararası Kısa Film Festivali’nde ödüle uzanmıştı. 42. İstanbul Film Festivali’nde Mansiyon ödülü almasının ardından, 2. Kaş Uluslararası Kısa Film Festivali‘nin de programında Suriyeli Kozmonot.

Suriyeli Kozmonot‘un festival süreci devam ederken, Charles Emir Richards sorularımızı yanıtladı. Arşiv görüntüleri toplama çabasında deneyimlediklerini, belgesel üretmekle olan ilişkisini, filmde kullanılan minyatür ile ebru çalışmalarını ve çok daha fazlasını anlattı.

Muhammed Faris
Ebruyu uzay olarak filme eklemek, bizi başka bir seviyeye taşıdı. Pille çalışan yeni bir oyuncağı olan çocuklar gibiydik.”

Her şey nasıl başladı, Muhammed Faris’le tanışma sürecin nasıl ve ne zaman gerçekleşti? Faris’in hikâyesini belgesel filme taşıyan motivasyon kaynağından bahseder misin?

İlk kez Koç Üniversitesi’ndeki eski öğrencilerimden biri anlattı Muhammed Faris’i bana. Hemen ilgimi çekti. İnternette biraz araştırma yapmaya başladığımda hikâyesine inanamadım. Benim için büyüleyiciydi, aslında hâlâ öyle. Uzay yolculuğu, insanlığın göstermesi gereken en büyük bilimsel ve teknolojik ilerlemedir; yaptığı her şeyin zirvesidir. Bilmediğinizi bildiğiniz şeyleri keşfetmek için yola çıkmak şaşırtıyor beni. Birinin en yüksek noktadayken, peşine düşülen mülteciye dönüşmesi fikrini çok etkileyici buldum. Bir şeylerin fitilini yaktı. Geleneksel anlatıları düşündüğümüzde, genellikle sıfırdan gelerek kendini yükselten biri vardır. Muhammed Faris inanılmaz derecede ilerlemişti ve artık diğer uçtaydı. Hayatı bir tür ters anlatıydı. 

Filmin sonunda Muhammed Faris’in tüm kayıtlarının Suriye hükümeti ve Rusya uzay programı tarafından silindiğini öğreniyoruz. Zorlu bir arşiv çalışması olduğunu tahmin ediyorum. Yapım süreci nasıl gelişti, seni en çok zorlayan ne oldu? Görsel malzeme yetersizliği tercihlerini etkiledi mi?

Muhammed Faris’in görüntülerini bulmaya çalışmak benim için tam anlamıyla bir kâbustu. Elimizdekileri elde etmem iki yılımı aldı. Rusya dışında herhangi bir yerde arşiv görüntüleri yoktu ve Ruslar, Faris’in görüntülerini aradığımızı anladıkları anda tüm erişimi engellediler.

Görüntüleri bulmak için Interkosmos projesine katılmış olan tüm eski Sovyet uydu ülkeleriyle temasa geçtim. NASA’daki insanlar bana gerçekten yardımcı olmaya çalıştılar ancak paylaşılan uzay görüntüleri programı 1990’da başlıyordu ve Faris 1987’de uzaya çıkmıştı. Bu yüzden yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. 

Görüntüleri benim için Suriye’den kaçırmak isteyen bazı insanlar buldum ama herhangi bir içerik kanıtı vermeyi reddettiler, bu yüzden bunun biraz havaya para saçmak olduğunu hissettim. Roscomos’a hatırlayamadığım kadar çok e-posta gönderdim ve sonunda oradaki halkla ilişkiler görevlisinin telefon numarasını aldım. O da bana oldukça tatsız bir şekilde kaybolmamı, Muhammed Faris’in görüntülerini onlardan asla alamayacağımı söyledi. Sonunda filmdeki her şey biraz oradan, biraz buradan kazınarak bir araya getirildi. Herhangi bir arşiv görüntüsü bulma konusunda o kadar hayal kırıklığına uğradığım zamanlar oldu ki projeden tamamen vazgeçmeyi düşündüm.

Belgeselciliğin yanında fotoğrafçılıktan reklam yönetmenliğine uzanan geniş yelpazede başarılı bir kariyer yolculuğun da var aslında. Kariyer sürecin nasıl şekillendi? Reklam sektörünün yaratıcılığın üzerinde bir payı olduğunu düşünüyor musun? Seni sinemaya yeniden yönlendiren belgesel film için tutkun nasıl oluştu?

Bir film yönetmek, gülünç derecede pahalı bir süreç. Dijital teknolojinin bu kadar hızlı ilerlemesi bunu çok daha demokratik hâle getirdi. Dürüst olmak gerekirse müzik videoları ve reklamcılıkla kendimi yetiştirdim. Teknik olarak öğrendiğim birçok şey ve kurduğum ilişkiler bu süreç sayesinde oldu. Hem iyi hem de kötü. Yani evet, reklamcılığın üzerimde büyük bir etkisi oldu. 

Üniversitedeyken belgeselden gerçekten çok keyif alıyordum. Bu yüzden Koç Üniversitesi’nde ders vermeye başladığımda verdiğim derslerin müfredatına belgesel filmin bir kısmını dâhil etmem gerektiğini düşündüm. Bu derslere hazırlanırken çok fazla araştırma yapmak zorundasınız ve kendimi giderek belgesel tarafına daha fazla ilgi duyarken buldum. Uzun metraj film yapmam için birçok teklif almıştım ama hiçbir zaman tüm kalbimi koyabileceğim bir senaryo bulamadım. Sonunda, bu uzun metraj film projelerinden geri çekilmenin bir yolunu bulurdum. Yani içten içe kurmaca filmlerin bana göre olmadığını biliyordum. Onca yıldan sonra tekrar belgesellere dönmek ise bana gerçekten ilham verdi. Hayal edebileceğiniz her şey, anlatıyı oluşturmaya yardımcı olmak için kullanılabilirdi. Bu konuda ne kadar çok düşünürsem, önümde o kadar çok olasılık açılıyordu. Belgeselin, sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz her şeyi tek bir eserde bir araya getirmenin bir biçimi olduğunu hissettim. Mark Tansey bir “dil çarkı” yaratmıştı ve bu çarkı döndürdüğünüzde sonsuz olasılıklar ortaya çıkıyordu. Belgeseller üzerine düşünmeye başladığımda bana tam da böyle göründü, sonsuz olasılıklar barındıran bir form.

No One adlı belgesel projesi, Teoman’ın “Limanda” şarkısının klibi gibi mülteci krizi ve Suriye’ye dair anlatıların merkezde olduğu başka çalışmaların da var. Filmografinde yer edinen bu meselelerin zihnindeki karşılığını nasıl anlatırsın?

Bu gerçekten zor bir soru. Teoman’ın klibini çektiğimde her şey basit bir fikirle başladı: “Eğer o duruma düşersek bana ve aileme ne olurdu?” Suriye’deki durum yeni yeni gündeme gelmeye başlamıştı ve herkes inanılmaz derecede empati kuruyordu. Suriye’de olup bitenlere karşı ilgi duyan insanlardan inanılmaz tepkiler aldık. Zaman geçtikçe insanlar sabırlarını ya da ilgilerini kaybettiler, emin değilim. Sanırım bunu en iyi Sebastião Salgado özetliyor: “İnsanlar empati yorgunluğu yaşadıklarını söylüyorlar ama tüketici yorgunluğuna dair hiçbir belirti göstermiyorlar.”

Biçimsel olarak deneysel diyebileceğimiz türden işler yapıyorsun. İçerik ve biçim arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyorsun, yaratım sürecinde ağır basan bir taraf var mı?

Ne demek istediğini anlıyorum ama garip bir şekilde filmi hiçbir zaman deneysel olarak düşünmedik. Benim hissim her zaman daha geleneksel işler yapan pek çok insan olduğu ve film yapımına farklı yaklaşımlar denemenin daha heyecan verici olacağı yönündeydi. 

Benimsediğim araştırma ve emek yoğun bir yaklaşımdı. Bir şeyleri yeni bir şekilde düşünebilmeyi ya da en azından yeni kombinasyonlar bulmayı denemek istedim. Kurgu odasına oturmadan önce kurgunun çoğunu kâğıt üzerinde yapardım ve tüm farklı olasılıkları, bulabileceğim farklı kombinasyonları tüketmeye çalışırdım. Kurgu odasına girdiğimde ise sanki o süreç hiç yaşanmamış gibi her şeye yeniden başlardım. Her zaman, her aşamada yeniden yazmaya açık olmak istedim.

Bu proje özelinde Miles Davis benim için sürekli bir ilham kaynağıydı. Kariyeri boyunca ne zaman bir konfor alanına girse onu bir kenara atar ve kendini biraz daha zorlamaya çalışırdı. Her zaman işe yarayacağını bildiğim numaralara başvurmamam gerektiğini hatırlamama yardımcı olması için müziğinin pek çok farklı aşamasını dinledim. Filmde Muhammed Faris’in Suriye’den kaçışını anlattığı bir sekans var, bunun büyük kısmı bir Japon bilim kurgu filmi ile gösteriliyor. Filmi ilk kez izleyen pek çok arkadaşım için bu çok fazlaydı ve ben de fazla ileri gittiğimizden biraz korktum. Ama biraz ileri gitmezsek, gerçekte neyin ileri gittiğini nasıl bileceğiz? 

Yapımcı olarak Enis Özkul’un olması harikaydı. Beni gerçekten kelimelere dökemeyeceğim şekilde destekledi. Anlatıya farklı bir şekilde yaklaştığımız her seferinde bana sessizce ve düşünceli bir şekilde baktı ve sonunda “Tamam, yapıyoruz abi.” dedi.

Bir önceki işin No One’da olduğu gibi Suriyeli Kozmonot’ta da Murat Palta’nın minyatür çalışmalarıyla oluşturulmuş bir görsel dünyayla karşılaşıyoruz. Suriyeli Kozmonot’un fon tasarımında ise uzayı tasvir etmek için Garip Ay’ın ebru motiflerinden faydalanılıyor. Murat Palta ve Garip Ay ile çalışma fikri nasıl oluştu? 

No One aslında Suriyeli Kozmonot için bir çalışma olarak başladı. Palta ve ben zaten röportaj ve minyatür sanatının nasıl bir araya geleceğini konuşuyorduk. Bu yüzden belki de yapılacak en iyi şeyin, bunu tam olarak ne kadar ileri götürebileceğimizi anlamak için bir alıştırma çekmek olduğunu düşündük. Gölge kuklacısı Osman Ezgi ile çalıştık, en başından beri Osman bu formu No One’da yaptığımızdan çok daha ileri götürebileceğimizi düşünüyordu ama bizim ciddi çekincelerimiz vardı. Osman’ın haklı olduğu ortaya çıktı ve Suriyeli Kozmonot belgeseline daha deneysel bir yaklaşımın kapısını açtı. No One‘ı birkaç festivale gönderdik ve beklediğimizden çok daha iyi tepkiler aldık. Birkaç festivalden sonra bunu bir kenara bırakıp esas işimize başlamanın zamanı geldi dedik. Bu, bize işleri başlangıçta planladığımızdan daha ileri götürmek için güven verdi gerçekten.

Suriyeli Kozmonot‘u planlamaya başladığımda bunun daha iş birlikçi bir çalışma olmasını istediğimi biliyordum ve projeye dâhil ettiğim ilk kişi, filme gerçekten dokunacak son kişi olan Murat Ertel olacaktı. Murat çok özel bir sanatçı, son dokunuşu onun yapacağını bilmek bana fazlasıyla güven verdi. Müzikleri onun yapacağını bilmem, geleneksel Türk sanatlarını kucaklayan bir yola soktu beni. Çocukken gölge oyunu ve minyatürleri çok severdim, dolayısıyla bu yönde ilerlemek zor olmadı. Reklamcılık yaparken çok şeyden ödün vermek zorunda kalıyorsunuz ama bu proje için sadece gerçekten sevdiğim şeyleri koymam gerektiğini düşündüm. 

İş birliği yapabileceğim minyatür sanatçılarını araştırırken biri bana bu tür post-modern minyatürler yapan birilerinin olduğunu söyledi. Murat Palta’nın işlerine bakmaya başladığımda, Star Wars çalışmalarından bazılarını daha önce gördüğümü fark ettim ancak işlerinin tamamının ne kadar geniş olduğunu kavramamıştım. Bir belgeselin, çalışmalarını sunmak için iyi bir biçim olacağına onu ikna etmek biraz zaman aldı ancak bir kez gemiye bindiğinde, benim için inanılmaz bir ilham kaynağı oldu. Birbirimize çok yakındık, sanat ve kültüre karşı çok ortak bir bakış açımız vardı.

Palta ilk illüstrasyon setini tamamladığında animasyonu denemeye başladık ve kısa süre sonra illüstrasyon olarak uzayın bize ilham vermek istediğimiz ihtişam ve huşu duygusunu vermediğini fark ettik. İlk başta destek istemek için NASA’ya ulaştık ve o görüntüleri kullanmayı denedik. Bu da uzay yürüyüşü sekansı oldu. Sonunda daha da ileri götürmemiz gerektiğini hissettik. Ebru sanatçıları aradığımız dönem eşimin kardeşi, Garip Ay’ı arayıp onunla konuşmamızı önerdi. Garip Ay projeye hemen ilgi gösterdi ve bize bu inanılmaz çalışmaların hepsini verdi. Onları Palta’nın illüstrasyonlarıyla bir araya getirmeyi denemeden önce bile bunun kazanan kombinasyon olduğunu biliyorduk. Ebruyu uzay olarak filme eklemek, bizi başka bir seviyeye taşıdı. Pille çalışan yeni bir oyuncağı olan çocuklar gibiydik.

Gezi Parkı eylemlerine ait fotoğraflardan oluşan Barikat isimli bir koleksiyonun var, kaydedilen görüntüler yaşananların görünür kılınmasında önemli pay sahibi olmuştu. Suriyeli Kozmonot ise geçmişine dair tüm izlerin adım adım silindiği Muhammed Faris’in hikâyesini gün yüzüne çıkarıyor. Olup bitenleri duyurmak, hatırlanmasını sağlamak adına kişisel bir dürtün var mı? Seni bu çalışmalara sürükleyen duyguyu nasıl tarif edersin? 

Sanırım çoğu ailemden geliyor. Her ikisi de Vietnam Savaşı sırasında askerlerin kaçmasına yardımcı olma konusunda çok aktifti. Babam ve annem bu gençlerin savaştan çıkmalarına yardımcı olmak için gerekli her türlü yasal yolu kullanırdı ve başarısız olunduğunda Kanada veya Meksika’ya kaçmalarına yardımcı olmaya çalışırdı. 

Savaş bittikten sonra ise Siyah hakları hareketinde çok aktif oldular. Babam, Malcolm X’in San Francisco bölgesindeki pek çok destekçisinin avukatıydı. Dolayısıyla bu tür sosyal projelerin gen havuzuma işlediğini düşünüyorum.

Kişisel olarak Gezi benim için büyük bir uyanış çağrısıydı. İlk gece kameramla dışarı çıktım ve ertesi gün gazetelerde bununla ilgili hiçbir şey olmaması beni kesinlikle şok etti. Birinin olanları kaydetmesi gerektiğini hissettim ve sonra bu kişi neden ben olmayayım diye düşündüm.

Sinemada ilhâm kaynaklarını merak ediyorum. Kariyer dönüşümünde rol oynayan, belki hâlâ sinemaya dair heyecanını tazeleyen birkaç yapıtı bize söyleyebilir misin?

Ben tam bir film delisiyim. Sürekli film izliyorum, neyi sevdiğim ve neye ilgi duyduğum sürekli değişiyor. 

Şu sıralar Kirsten Johnson’ın Cameraperson filmine kafayı takmış durumdayım. Bu filmde inanılmaz bir şey var. Film yapmak, film yaparken var olmak ve seyirciyle uyum içinde olmak arasında güzel bir köprü. O kadar çok izledim ki artık başından sonuna kadar izlemiyorum bile, sadece sürekli rastgele bir döngüde ilerliyor.

Tüm zamanların favorileri ise Adam Curtis ve Errol Morris. Kızım doğduğunda odası için “Errol Morris bunu nasıl yapardı?” yazan bir dikiş çalışması yaptırmıştım. Bence bu herkes için harika bir kılavuz.

Gelecekte bizi nasıl projeler bekliyor, kurmacaya yönelmeyi düşünüyor musun? 

Suriyeli Kozmonot formunda daha fazla iş yapmaya devam etmek istiyorum. Çok eğlenceli ve bu süreçten çok şey öğreniyorum. Biraz daha tadını çıkarmak istiyorum. Miles Davis’in dediği gibi: “Dostum, kendin gibi ses çıkarmak uzun zaman alır.”