Teftiş: Melt! Festival 2014

Senenin en iyi line-uplarından birisine sahip olan Melt! Festival, bu sene 18-19-20 Temmuz tarihlerinde Ferropolis, Almanyada gerçekleşti. Kadrosunda Portishead, Moderat, Darkside, Four Tet, Dixon, Breach, Gesaffelstein, Ellen Allien, Metronomy gibi isimleri barındıran festival gelenlere unutamayacakları 3 gün yaşattı.

Dışarıdan bakıldığında post apokaliptik bir endüstriyel sanayi bölgesine kurulmuş gibi gözüken festival, içerisinde 5 tane devasa büyüklükte kömür çıkarma aracını barındırıyor. Özellikle havanın kararmasıyla birlikte bu 5 aracın ışıklandırılması ve projektörler yardımı ile üzerine görseller yansıtılması festivalcilere görsel bir şölen sunuyor.

Birçok farklı elektronik müzik türüne ev sahipliği yapan bu orta büyüklükteki (20.000 kişilik bir kapasite) müzik festivali daha çok techno ve house türleri üzerine yoğunlaşıyor. Ancak elektronik müzikten sıkılanlar veya nefes alıp biraz olsun organik müzik dinlemek isteyenleri organizatörler yine unutmamıştı. Line up’ın arasına serpiştirilen farklı türlerdeki gruplar festivalde kilit bir rol oynadı.

6 farklı sahneye sahip olan festivalin benim açımdan en iyi sahnesi Desperados Melt! Selektor sahnesiydi. İsminden de anlaşılabileceği gibi bu sahnenin kuratörlüğünü Modeselektor üstleniyor. Sahnenin festival alanını çevreleyen gölün hemen dibinde olması sebebiyle müziği ayaklarınızı göle sokarken ya da gölde yüzerken dinleyebilmenin de keyfine erişebiliyorsunuz. Bu sahne festivalin üçüncü günü açık olmasasına karşın ilk iki gün ev sahipliği yaptığı isimler ile bizleri kendisine hayran bıraktı.

3 gün boyunca 6 farklı sahnede, 129 sanatçıyı ağırlayan Melt! Festival organizasyon açısından ise kusursuza yakın bir iş çıkardı. Hemen hemen her şeyin düşünüldüğü festivalin organizatörlerini bir kere de buradan kutlamak istiyorum. Gerek sahne düzenleri ve ses sistemleri, gerek çalışanların dostça tavırları, gerekse işlerin kötü gitmeye başlamasında kriz yönetimi açısından çok iyi bir not aldı Melt.

Performanslara geçmeden önce kamp alanı hakkında iletmem gereken bazı önemli bilgiler var. Öncelikle kamp alanı epey büyükçe bir alana yayılmış durumda. Çadırım çıkış kapısına, göle, gölgeye, yemek bölgesine, tuvaletlere veya duşlara yakın olsun diyorsanız, Perşembe gününden alana gidip çadırınızı stratejik bir noktayı kurmak isteyebilirsiniz. Aksi takdirde çadır kurma işini Cuma gününe bırakırsanız öğle güneşinin altında hiç de hoş olmayan bir sıcakta uzun süre yer arayıp sonra boş bulduğunuz ilk yere çadırınızı kurmanız gerekecektir. Ben bu hatayı yaptım siz yapmayın. Aynı zamanda, Perşembe gününden kamp alanına giderseniz 10€ karşılığında Pre-Partye katılabilirsiniz ve insanlarla festival başlamadan kaynaşmaya başlayabilirsiniz.

Kamp ve festival alanını çevreleyen göl gerçekten büyük rahatlık. Üç günü neredeyse tamamen bulutsuz ve ağır sıcaklar altında geçirdiğimiz festivalde, çadıra sabah 7.30ta gelen güneş ile ter içinde kalkmak zorunda kaldığınızdan öğle saaatlerinde göle girip serinleyip sonrasında göl kenarında bulunan ağaçların gölgelerinde yer edinip kestirmek gerçekten çok keyif verici. O sırada Sleepless Floorda (24 saat açık olan tek sahne) neler kaçırıyorum diye üzülmenize ise hiç gerek yok çünkü portatif müzik sistemlerini yannında getiren Almanlar ve Hollandalılar göl kenarını ayrı bir parti sahnesine dönüştürmekte çok başarılar.

Tuvalet konsunda ise şunları söyleyebilirim. Kamp alanında birçok portatif tuvalet bulunuyor ancak malumunuz festivallerde hepsi birbirinden pis bir durumda oluyorlar. Organzatörler bu durumu da düşünürek daha temiz bir tuvalet isteyenler için 0.50 € ödeyerek girebilcekleri temiz bir tuvalet alternatifi de koymuş. Bunun yanında 1.5 Euroya aldığınız jetonlarla banyoya girebiliyorsunuz. Festival’in geri dönüşüme verdiği önem ise ders niteliğinde. Kamp alanında farklı bölgelere konulan geri dönüşüm kutuları ve festivalcilerin çöplerini atarken bunlara olabildiğince özen göstermesi gözümüzden kaçmayan detaylardan birisiydi. Aynı zamanda kamp alanına ilk girşinizi yaparken aldığınız çöp poşetini ayrılırken dolu bir şekilde görevlilere teslim ettiğiniz takdirde 5 € veya Melt! çantası kazanıyorsunuz.

1. Gün

Kapıların 3te açıldığı ilk gün, güneşin altında çadırımızı kurmanında yorgunluğuyla birlikte alana anca 7 gibi gelebildik. Hızlı bir şekilde alanı tanıma turundan sonra 19:30da Big Wheel Stagede sahneye çıkan Pantha Du Prince ile festivale başladık. Fena olmayan bir performans sergileyen Panta Du Prince izleyenleri 3 gün 3 gece sürecek olan Melt çılgınlığına yavaştan hazırladı. Hemen arkasından bir süredir canlı performanslarını merak ettiğim Amerikalı grup Haim ana sahnede yerini aldı. Kendilerinin birçok farklı platform tarafından şişirilerek bizlere servis edildiğini düşünsem de, canlı performanslarının belki bu konuda düşüncelerimi değiştirebileceğini ümit ediyordum. Ancak sonuç yine hüsrandı. Geçtiğimiz yıl yayınladıkları ilk albümleri Days Are Gonedan birçok parçayı seslendiren grup vasat bir performans sergiledi.

Haim sonrasında gecenin tek üzücü haberi Fuck Buttonsdan geldi. İngiliz grup, Melt! ve Dour festivallerindeki konserlerini Ben Power’ın geçirdiği sırt rahatsızlığı nedeniyle iptal etmek zorunda kalmıştı. İzlemeyi dört gözle beklediğim gruplardan olan Fuck Bottons başka bahara kaldı ama gecenin devamında Âme (DJ-Set) ve Erol Alkan B2B Daniel Averynin müthiş performansları Fuck Buttons iptalini hemen unutturdu.

Festivalde izlemek istediğim grupların en başında yer alan Darkside, Intro Zelt adında büyük bir çadır sahnesinde gece 1de yerini aldı. Darkside’ın müziğinin kapalı bir mekanda daha farklı hisler uyandırabileceğine inananlar arasındayım. Bu nedenle grubun, festivalin tek kapalı sahnesi olan Intro Zelti özellikle seçtiğini düşünüyorum ancak bu devasa çadırın içinin tamamen dolması ve havalandırma sisteminin eksikliği izleyenleri epey zor durumda bıraktı. Festival boyunca organizasyonu olumsuz olarak eleştirebileceğim tek konu da bu oldu. Daha konser başlamadan terlemeye başlayan festivalciler, konserin başlamasıyla birlikte çadırın içindeki oksijeni neredeyse tamamıyla tüketti. Sahneye çok yakın olmamama rağmen nefes almakta oldukça güçlük çektiğimi hissettiğimde kendimi en arkalara doğru attım. Ben insanların toplu bir şekilde bayılmasından endişe ederken, Nicolas Jaar ve Dave Harrington alkışlar eşliğinde müthiş bir konsere imza atıyordu. Bu kadar zorluk içerisinde izlememe rağmen Darkside’ın canlı performansları sırasında kesinlikle farklı bir şekle büründüğünü söyleyebilirim. Ancak bu ikiliyi daha rahat ve sakin bir ortamda tekrardan izlemek şart. (bkz: Darkside Live in the Boiler Room NYC)

Darkside’ın bitmesiyle birlikte raverların favori sahnelerinden birisi olan Big Wheel Stageda sahne alan Recondite’ı izlemek üzere yola koyuldum. Recondite, Alman melodik technosunun son yıllarda dikkat çeken isimlerinden birisi. Oldukça hızlı bir bpme sahip olan seti bizleri dur durak bilmeden dans ettirmeyi son derece güzel bir şekilde başardı. Hemen arkasından, geçtiğimiz yaz Suma Beachteki inanılmaz performansı ile akıllarımıza kazınan Dixon, yine güzel bir set ile karşımızdaydı. 2 saate yakın süren Dixon’ın seti benim için ilk günü noktalayan performans oldu.

2. Gün

Festivalin ikinci günü Akkord ile Melt! Selektor sahnesinde başladı. Gecenin geri kalanın çoğu da yine bu müthiş sahnede devam etti. Sırasıyla Akkord, Addison Groove ve Four Teti izlediğim bu sahnenin dans pistinin tamamen kum olması, ayakkabılarımızı çıkarıp çıplak ayaklarımızla gönlümüzce dans edebilmemizi sağladı. Hiçbir zaman bunlatlıcı bir kalabalığın toplanmadığı bir alan olan bu sahne birçok sürpriz performansa da ev ev sahipliği yaptı.

Addison Groove’un setinden sonra sıra Four Tet’e gelmişti. Four Tet hep saygı duyduğum ancak bir türlü canlı dinleme fırsatı bulamadığım isimlerden birisiydi. Beklentilerimizin epey yüksek olduğu Four Tet, tatmin edici bir set ile Melt halkını selamladı. Four Tet sonrası Omar Souleyman’ın çıkacak olması sebebiyle favori sahnemi bir süreliğine olsun terk etmek zorunda kaldım. Omar Souleyman’ın Haim gibi şişirilen başka bir isim olduğunu düşünüyorum ve bu konu hakkında düşüncelerimi başka bir yazıya bırakıyorum.

Festivalin en büyük sürprizi benim için Breachti. Çaldığı sahnenin önünden geçerken setine kulak misafiri olmamla birlikte başlayan olaylar zinciri, kendimi sahnenin yakınlarında bulmam ve orada tanıştığım Alman bir ekiple hunharca dans etmemle sonuçlandı. Uzun süredir duyduğum en iyi setlerden birisine imza attı Breach. Ne kadar minnettar olduğumu söylesem azdır.

Breachin beni dağıtan setinden sonra Jeff Mills, Modeselektor B2B Patrick Pulsinger ve Tiga B2B Seth Troxler setleri beni bir güzel toparladı. Sabah 7 gibi çadırıma dönmeden önce Sleepless Floorda neler yaşandığına bir süre baktım ve göl kenarından kısa süren bir yürüyüş ile kamp alanına geri döndüm.

3. Gün

Festivalin son günü dinlemek için kendime 4 farklı isim belirledim. Sırasıyla Moderat, Portishead, John Talabot (DJ-Set) ve Ellen Allien ile son gün kendime güzel bir müzik ziyafeti çektiğim söylenebilir. Saatlerimiz 21.45i gösterdiğinde Gernot Bronsert, Sascha Ring ve Sebastian Szaryden oluşan Moderat, alkışlar ve ıslıklar eşliğinde sahnedeki yerlerini aldılar. One Love Festivalda izleme şansı bulduğum Moderat’ı bir de Alman seyircisiyle izlemeyi ve seyirci/mekan farkının grubu ne kadar etkiledğini gözlemlemek istedim. Daha enerjik, daha iyi iletişime sahip bir Moderatla karşılaştım. Tam anlamıyla kusursuz bir performans sonrası, Portisheadi beklemeye koyulduk.

Portishead konseri öncesinde konseri izlemek için alana gelenlerin Moderat kalabalğınından çok daha az olduğunu görmek biraz olsun beni üzdü. Dans etmek için gelenlerin Portisheadi izlememeleri pek tabii normal bir durum. Ancak nedense bu durumu saygı duyulması gereken bir gruba yapılan bir ayıp gibi kabul ettim. Neyse ki Beth Gibbons’ın mikrafona yaklaşıp söylediği ilk şarkı ile bunların hiç öneminin kalmadığını anladım.

Yaklaşık 1.30 saat süren konser boyunca öfke, özlem, sevinç ve hüzün gibi birçok yoğun duyguyu tek bir konser içerisinde hissettirdi bize Portishead. O kadar kırılgan ve aynı zamanda bir o kadar da kuvvetli bir sese sahip ki Beth Gibbons, akıl almaz bu güzellik karşısından donup kalmaktan başka bir şey yapamıyorsunuz. Arka plana yansıtılan görsellere de değinemeden edemeyeceğim. Oldukça sade olan bu görseller konser ile muhteşem bir uyum içerisinde ilerledi. Zaman zaman animasyonlar gördük, zaman zaman da Beth Gibbons’ın canlı çekilen görüntülerinin sesle birlikte ekranda süzülüşünü. “Machine Gun” ve “Roads” parçaları konserin zirve yaptığı anlardı. Seyircinin grupla bir bütün haline geldiği bu anlar Portisheadi benim adıma bir ilaha dönüştürdü. Son yıllarda izlediğim açık ara en iyi konser olan Portishead, 20 Ağustosta İstanbulda olacak. Siz siz olun böyle bir fırsatı kaçırmayın.

Aşağıda benim çekmediğim ama bir fikir versin diye koyduğum Portishead Melt! Festival performanslarını izleyebilirsiniz.

Festivali John Talabot (DJ-Set) ve ardından Ellen Allien’ın Sleepless Floordaki 4 saatlik perfermonsı ile tamamladık. Tadı damağımızda kalan Melt! Festival 2014 gerek performanslar, gerekse organizasyon açısından tam puan aldı bizlerden.

Yazı: Emre Berberoğlu

Fotoğraflar: Emre-Kerem Berberoğlu