Teşekkürler ve iyi geceler!: The Marvelous Mrs. Maisel

Yazı - İllüstrasyon: Sezen Sayınalp

Bu yazıyı hem kafamda endişenin dolaştığı hem de dayanışmanın sarıp sarmaladığı bir günde yazıyorum. O yüzden de hiç olmadığı kadar kelimelerde alıyorum soluğu. Kadınların, LGBTİ+ların varlıklarının reddedildiği söylemler, nefret dili, başarıları yuhalanan kadınlara kötücül bir köşeden bağıran erk, bir kesimin vazgeçilmezi olmuşken; birçoğumuz mücadelenin ve umudun ne demek olduğunu bilerek bir arada duruyoruz. Birbirimizden güç alarak…

Sinema da tiyatro da televizyon da hâliyle yaşantımızın çoğu dönemecine eşlik ediyor. Hâl böyle olunca yakından takip ettiğim diziler ya da filmler yaşadığım anlarla bağlantı kurarken, bir taraftan da benim iç dökmeme zemin hazırlıyorlar. O yüzden bu yazı hem bu iç dökmenin hem de The Marvelous Mrs. Maisel’a veda etmenin yazısı olacak. Bu, dizi hakkında yazdığım ikinci yazı. Dizinin geneliyle ilgili kurduğum cümlelerin sayısını ise henüz bilmiyorum. Evet, sevdiğim yapımlara bu sevginin coşkusu da eşlik ediyor ama bir yazar olarak sevdim/sevmedim ikiliğinden seslenmiyorum. Miriam -Midge- Maisel’ın (yazı boyunca ondan bazen Miriam, bazen Midge diye bahsedeceğim) yol arkadaşlığı ve son sezonun final dönemecini nasıl inşa ettiğinden söz edeceğim.

Uyarı: Bu yazı, The Marvelous Mrs. Maisel final bölümünü izlememiş olanlar için kimi sürprizleri bozabilir.

2017 yılında başlayan The Marvelous Mrs. Maisel’ın açılış sahnesi geliyor aklıma hemen. Miriam Maisel’la tanıştığım sahne. Düğün gibi olmayan bir düğün sahnesi bu. Mikrofonun başında Midge kendi düğün konuşmasını yapıyor, tüm geleneklere inat. Evliliği kutsamayan, aileyi allayıp pullamayan, konukların kafasını olabildiğince karıştıran, neşesi eksik olmayan ve kendi özne hâlini asla unutmayan bir konuşmayla hem Midge’e hem de diziye merhaba diyoruz. Amy Sherman-Palladino’nun tasarladığı yapımda hem 1950’lerin Amerika’sına hem de evde, ailesi için didinen kadınların “mutlu” dünyasına giriş yapıyoruz. (Burada aklıma hemen Fleishman Is in Trouble’da Tony’nin iş yoğunluğu yüzünden eve geç gelen ve evdekilere zaman ayıramayan eşi Rachel’a 50’lerin Amerikan kocaları/babaları gibi olduğunu söylemesini hatırlıyorum. Toby bunu söylerken çok öfkeli çünkü rolleri değişmekten hiç memnun olmadığı bir tartışmanın ortasında. 2020’lerde cinsiyet rolünü kaptıran cis-hetero erkeğin hezeyanını yansıtan mükemmel bir sahneydi bu. Midge’in dizi boyunca yıktığı kurallar bana bu sahneyi de hatırlattı.) Midge’in mutlu dünyası öncelikle iyi bir eş, iyi bir ev hanımı ve iyi bir anne olmaya ayarlı. Böyle olduğunu düşünüyor çünkü böyle olduğu öğretilmiş. Halbuki bu düzenin tek taraflılığının, başka ihtimallerin olduğunun içten içe farkında olacak ki yıllar öncesinden yıllar sonrasındaki Midge’e bir not bırakmış. Bu notu son sezonun “The Princess and the Plea” adlı bölümünde görüyoruz. Not çok kısa ve çok net: “Don’t”. Ne anlamalıyız derseniz, seni hapseden duvarların arasında kalma da diyebilir bu not; anlatmamayı seçme de diyebilir. Ya da yine aynı bölümde Hedy Ford’un ona dediği gibi gereksiz alçakgönüllülük yapmamayı da… “Övgüyü hak etsen de etmesen de kabul et. Erkekler öyle yapıyor.”

Evet erkekler öyle yapıyordu. En başta da Miriam’ın eşi Joel. Başka komedyenlerden çaldığı esprilerle hazırladığı setlerle The Gaslight Cafe’de stand-up yapıyor, Midge de onun gösterileri için komedi malzemesi olabilecek notlar alıyordu defterine. Ama iyi bir anlatıcı ve komedyen olmayan Joel iş gerçekten orijinal bir espriyi sahnelemeye gelince çuvallıyor, kırılgan erkekliği devreye giriyor, suçu hemen kendi esprilerini yapmasını söyleyen eşine atıp Miriam’ı aldattığını söyleyerek evi terk ediyordu. Mutlu mesut aile kurumunun erkeğin egosu etrafında dönen yapısının sonuna geldik. Ama bir dakika… Evet, bu yapının sonuna geldik ama sistemin mutluluğu için çalışan kurumların kullandığı cinsiyet rollerini farkına varıp, yolculuğuna başlayan Miriam’ın hikâyesinin başlangıcına da merhaba diyoruz aslında. Bu hikâyede merkezde Miriam vardı. En baştan beri sahnede o vardı. Düğün konuşmasında, aldığı notlarda, The Gaslight Cafe’de Joel’in sırasını belirlerken, dünyaya baktığı pencerede… Ve Miriam’ın -artık Matrixvari bir gerçek dünyaya uyanışı mı dersiniz, kahraman yolculuğunda maceraya çağrı mı dersiniz- kendini keşfediş ânındayız. Son sezondaki The Testi-Roastial bölümünde o keşfedişe atıf yaptığı üzere “bir sinir krizinden bir kariyer, hatta bir hayat inşa eden” o anda. Elinde şarap şişesi, haklı şaşkınlığı, sahte mutluluklar inşa edercesine ezberletilenlerin ters yüz oluşuna şahit oluşuyla The Gaslight Cafe’nin sahnesinde hikâyesini anlatmaya başlıyor Midge. Yeteneği de o an içinden taşıyor işte. Nüktedanlığı, hayatın gerçekliğinden çıkardığı mizahı ve tüm bunları bir araya getirmedeki yeteneği… O gece, o sahnede parlıyor. Ve bu parlayışı ilk olarak Susie Myerson keşfediyor. Susie, sonrasında Midge’in menajeri olacak, kendi menajerlik imparatorluğu Susie Myerson and Associates’i kuracak, komedi dünyasının dev isimlerinden biri olarak anılacak. Yukarıdaki alıntıladığım replik de Midge’in ağzından Susie’ye sarf edilecek: “Bir sinir krizini görüp kariyere dönüştürdü. Hayır. Bir hayata.” Bu vesileyle 1958 yılında kurulan ve dizinin final bölümü “Four Minutes”da gördüğümüz kadarıyla 2000’li yıllara kadar uzanan bir yol arkadaşlığı bu. Susie’nin yetenekleri keşfetmedeki yeteneği ve Midge’in mizahı bir oyun hamuru gibi kendi üslubunca biçimlendiren zekâsı, 50’lerin sonuna yaklaşırken Amerika’daki neredeyse tüm komedi kulüplerini tek tipleştirmiş erkek komedyenlerin tahtlarını sarsıyor. Çünkü cinsiyet eşitsizliğini olumlarcasına yapılan naftalinli şakaların sahneden süpürülme vakti geldi de geçiyor.

Roxane Gay’in başucu kitabı gibi bellediğim Kötü Feminist’indeki* bir paragrafta şu cümleler var – paragrafta erkek yazarlar ve okurlardan bahsediliyor ama bence gösteri sanatlarına da oldukça uygun:

“Erkekler ne zaman ölçüt oldu? Erkekler tarafından ele alındığında yazın eserlerinin daha değerli olduğu inancına ne zaman saplandık?”

“Hedeflediğimiz ölçüt, erkek okurlar olmamalıdır. Ölçüt mükemmellikte olmalıdır ve erkekler ve kurum bu mükemmelliği tanıyamıyorsa (ya da tanımayacaksa) kendimiz taşımak yerine suçu üstlenmeyi onlara bırakmalıyız. Erkek okurları amaç olarak gördüğümüz sürece, hiçbir yere ulaşamayız.” 

Cinsiyetçi şakalarla bezenmiş cinsiyetçi erkeklerin cinsiyetçi izleyicileri güldürmesi bir kıstas değildir ve olmamalıdır da. Bu cümleler beni yine The Marvelous Mrs. Maisel’ın final bölümüne ve bölümün adını veren dört dakikaya götürüyor: Miriam’ın büyük çıkışını yapacağı, yazar olarak çalıştığı The Gordon Ford Show’daki sahnesine. Gordon Ford’un yıkılmaz kuralları ve kırılan egosu yüzünden Miriam’ın canlı yayında gerçekleşecek stand-up gösterisini son dakika iptal ettiği, onun yerine “program yazarlarından” sıfatıyla Miriam’la yapılacak öylesine bir kısa röportaja çevirdiği bir sahne bu. “Kurallara uymakta hiçbir zaman harika olmadım.” diyerek hem hikâyesini anlatıyor hem dizinin beş sezonun özetini sunuyor hem de eşitliğin olmadığı bir sektörde (heteronormatif, eril düzenin sürdüğü her sektörde) yıktığı kuralları mizahıyla bütünleştiriyor. Sahne kameralara alınan bir şov programının tasarımıyla bütünleşse de Miriam mikrofunu eline aldığı andan itibaren onun etrafında dönen bir dünyayı andırmaya başlıyor. Benmerkezci bir yerden değil bu söylediğim. Kamera hareketiyle Miriam’ın çevresinde dönerken, onun inşa ettiği başarıya da tanık olduğumuz bir yönetmenliği izliyoruz bu sahnede. Amy Sherman Palladino’nun rejisine de selam gönderelim böylelikle. Kameralara, kameraların arkasındaki seyircilere seslenen Midge’i izlerken ışıklar ona odaklanıyor. Spot ışığının altında parlayan bir anlatıcı olarak karşımızda duruyor şimdi. En baştan anlatıyor her şeyi. Atladığı eşiklerden, hayalini kurduğu kariyere kadar… Her şeyi. Yüzünde işini severek yaptığının en büyük kanıtı olan gülümsemesiyle. Fleishman Is in Trouble’daki sahnede bahsi geçtiği gibi Miriam da kendini 50’lerin çalışan erkek figürüyle eşleştirerek, sektöründe ve çevresinde yıktığı roller üzerinden esprilerinin yapısını oluşturuyor. Hayatındaki erkeklerin artık aşık ya da sevgili olmadığından bahsederek hepsinin artık küçük bir parça, bir espri malzemesi olduğunu belirtiyor. Roxane Gay’in cümlelerinde belirttiği gibi: Bir amaç değiller. Özne hâlini çalan bir konumda olamayacaklar. Çünkü her dönem, her yerde kurallara uymakta çok da harika olmayan bir Midge mutlaka olacak!

Alkışlar eşliğinde biten dört dakikanın ardından Miriam Maisel’i alkışlayan izleyicinin arasında onun en yakınları da var. Mükemmellik geninin ailenin erkeklerinde olduğu algısını henüz yıkan babası Abe gibi. Kızının kendi başına, her şeye ve herkese inat bir kariyer inşa ettiğini ama ona sadece “iyi bir eş ve iyi bir anne” olmasını öğretmekten başka hiçbir şey yapmadıklarını, ezberleri değil kendi olmasını destekleseler belki karşılaştığı zorluklarla hiç karşılaşmayacağını fark eden Abe. Gözleri dolu dolu alkışlıyor Miriam’ı. Kızının gösterisini izlemekten hep kaçınan çünkü ezberinin bozulmasından korkan annesi Rose da orada. Annesine dört sezondur ulaşamayan Midge ile bu kariyerin onun için ne kadar önemli olduğunu ısrarla duymak istemeyen Rose’un anne-kız ilişkisi (ve ortaya çıkardığı trajikomik tablo), final bölümündeki mükemmel bir sahneyle özetleniyor. Akşam gösterisinin olduğunu annesine haber vermek ve onu çağırmak için evi arayan Midge, telefon açık kaldığı için bir türlü Rose’a sesini duyuramayınca etrafındaki herkesi annesine haber vermesi için arıyor. Rose inatla telefonun açık kalmadığını söylerken tam da öyle olduğunu fark edince arka arkaya ona ulaşamayan aramalar gelmeye başlıyor. Midge’in annesine ulaştığı bu sahnenin ardından onu sahnede merakla izleyen Rose’un ezberinin bozuluşuna ve alkışlarına şahit oluyoruz. Miriam’ın eski eşi ve sahneyle bağının “kazara” sebebi Joel de orada. Artık çok iyi iki arkadaş olan Miriam ve Joel’in geleneği ve kuralları önemsemeyen, karı-koca olmayı reddeden arkadaşlığı da o sahnede. Ve ona gözleri dolu dolu gururla bakıp teşekkür eden Susie de orada. Bu kariyerin diğer yanındaki Susie Myerson.

İllüstrasyon: Sezen Sayınalp

Susie gözlemci bir karakter. Gören, hisseden, harekete geçen ve yoldaşlığını hiç sakınmayan bir kahraman. Dizinin kuir kahramanı aynı zamanda. O anlatmak istediği, paylaşmaya izin verdiği ölçüde biliyoruz ama bunu. Hayatını, yaşadığı zorlukları, hayallerini ve kalp kırıklıklarını kendi dünyasında saklıyor çünkü Susie. Hem kendisi hem de çevresindekiler için bir hayat kurabilecek bir güçte, her an her yerde olabilecek bir hızda, herkesi tanıyacak, herkesin de onu tanıyabileceği bir kesinlikte. Kendisi olmayı ilk başta hatırlatanlardan biriydi Miriam’a. Cesaretli ol derken, komediden vazgeçmemesini ona söylerken, sahneye çıkmadan önce Miriam’la birbirlerine “Tits up!” (Memeler yukarı!) diye gaz verirlerken… Tuşları eksik daktilosunda aslında hayalini yazdığı bir kartvizitle kendi kariyerini de inşa etti Susie: Susie Myerson and Associates’i. Takım elbiseler içinde birbirlerini yüreklendiren hetero erkek menajerler dünyasına “normal”in, ikili cinsiyet rollerinin, kabul edilen yargıların dışından seslendi. Ezberleri bozmaksa Susie oradaydı ve göreve hazırdı. Çok kişiyi izlemişti, çok komedyen görmüştü ve cevherin kimde olduğunu çok iyi anlayabilecek hisleri vardı. Korkuyu da korkusuzluğu da aynı anda yaşayabilen bir kahraman Susie. Onu The Gaslight Cafe’nin bar kısmından sahnelerin dev isimlerinin menajerliğine götüren de bu. Midge’in dört dakikalık gösterisi sonrası onun dolu gözlerinde ve yüzündeki o gururlu ifadede tüm bunları görmek mümkün.

The Marvelous Mrs. Maisel’ın bir başarısı da ana karakterlerinin var olduğu yılların gerçek hayatla kurduğu referanslarda yatıyor. Mesela The Gordon Ford Show’un referans aldığı dönemin gece yarısı şovları. Erkek komedyenlerin, erkek mizah yazarlarının başı çektiği şovlar. Ya da mekân referansları. The Gaslight Cafe gibi mekânlar mesela. 50’li, 60’lı yılların Beat Kuşağı’nın uğrak mekânı. Şu anda çalışmayan bir pub olsa da döneminin ruhuyla çevrelenmiş bir yer. Ve bu referanslara bir örnek de dizide The Gaslight Cafe’de de gördüğümüz Lenny Bruce. Kural tanımaz, sistemin çarklarına çomakları bir bir fırlatan ünlü komedyen Lenny Bruce. Gerçek hayattan alınan tek karakter. Gerçek Lenny Bruce, Miriam Maisel’la tanışmadı belki ama o dönemde Miriam’ı bize anımsatacak Belle Barth vardı mesela. Gösterileri toplum normlarına uymayan, “ayıp” kaçan konuları mizahıyla anlatabilme cesareti göstermiş, hatta bu yüzden tutuklanmış, sahnede anlatmak istediklerinden vazgeçmemiş bir komedyen. Tanıdık geldi mi? Miriam’la çok iyi arkadaş olabilecekleri gün gibi aşikâr.

Yazının başında da belirttiğim gibi bu yazı benim The Marvelous Mrs. Maisel hakkında ikinci yazım. Bıraksanız üzerine kitap da yazarım (belki de yazarım, kim bilir?). Çünkü her sezon ve her bölüm söyleyeceklerimin bitmediğini fark ediyorum. Miriam’ın anlatacaklarının bitmeyişi gibi… Görünmez gibi kaldığın bir sektör portresi, birçoğumuza olduğu gibi bana da hiç uzak değil. Cevaplar alamadığımı, ciddiye alındığımdan emin olamadığımı, destek mi oluyor “gaslighting”e mi maruz kalıyorum dediğim figürlerle çevrili olduğumu düşündüm çoğu zaman. Ama anlatmaktan ve yazmaktan hiç vazgeçmedim. Miriam kendi olmaktan nasıl vazgeçmiyorsa ben de öyle yaptım. Nasıl ki görünüşünü, tavrını, tarzını, sevdiği elbiseleri, şapkaları, ayakkabıları “erkek dünyası” için değiştirmiyorsa, çünkü tam da öyle olmayı ve öyle anlatmayı seviyorsa, nasıl ki aldığı notlarda esprilerini tasarlarken hayal kırıklıklarını da cebine koyup yapmak istediklerini cesaretle dile getiriyorsa, nasıl ki sahne ışıklarını ve kendi yıldızının üzerinde özne olmayı çok istiyorsa ben de kendime hep bunları hatırlattım. Tam böyle bir yerde karşılaştık Miriam ve Susie’yle. Kendi yolumda ilerlerken adım atmam gereken eşiklerde, “Tits up!” diyerek bana da cesaret verdiler sanki. 

Dizinin final bölümünün gösteriminde önce Miriam Maisel için Hollywood Walk of Fame’de sembolik bir tören düzenlendi. Miriam’a sembolik bir yıldız verdiler. Gerçek dünyayla böylesine temas kurabilen bir karakterin yıldızıydı bu. Miriam ve Susie bana öyle muhteşem yol arkadaşları oldular ki aynı o yıldızla birlikte gerçek dünyayla kurulan temas gibi… Hayali karakterler olduklarına kimse ikna edemez beni. Teşekkür ederim The Marvelous Mrs. Maisel. Muhteşemliğin için teşekkür ederim!

*Gay, R. (2019). Kötü Feminist (S. Yeniçeri, çev.). İstanbul: Martı Yayıncılık.