Dört duvar arasında zihinsel esaret: The Patient üzerine

Yazı: Zelal Buldan

Başrollerini Steve Carell ve Domhnall Gleeson’ın paylaştığı The Patient, psikolojik gerilim severlerin bir solukta bitirebileceği 10 bölümden oluşuyor. Senaryosu Joe Fields ve Joe Weisberg tarafından yazılan dizinin yönetmen koltuğunu ise üç isim paylaşıyor: Gwyneth Horder- Payton (2 bölüm), Kevin Bray (3 bölüm), Chris Long (5 bölüm).

Bu yazı, The Patient dizisini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

İzlemeden önce bilmeniz gerekenler

Diziye bir kez başladıktan sonra tamamını izlemeden kapatmanın hiç de kolay olmadığını, her bölümün merak uyandıran sonu ile elin bir sonraki bölümü açmak üzere kumandaya gittiğini söylemekte fayda var. Önünüzde boş birkaç saat olduğundan emin olduktan sonra başka bir bilgiye ihtiyaç duymadan diziyi açabilirsiniz… Aksi takdirde diziye dalıp bir yerlere, bir şeylere geç kalabilirsiniz. İlk bölümü geç bir saatte açtıysanız, uykusuz kalabilirsiniz. Bizzat yaşadım, uyarayım…

Konu nedir?

Terapist Dr. Alan Strauss, danışanı Gene ile birkaç aydır düzenli seans yapmaktadır. Gene’in kendisine yeteri kadar açılmadığını düşünen Strauss, bunu Gene ile paylaşır; kendisine her şeyi anlatmasını önerir. Bu önerinin başına açacağı işlerden habersizdir. Strauss kendini yabancı bir evde, ayağı yatağa zincirlenmiş şekilde bulur. Gene, aslında söylemediği gerçek ismi ile Sam, bir seri katildir. Terapistine açılma fikrini kabul etmiştir; fakat doğruları ancak ihbar edilmeyeceğinden emin olduğu bir şekilde anlatmak ister. Dr. Strauss’u kaçırıp evinde tutsak eden Sam; bir cinayet daha işlememek, iyileşmek için terapistinden yardım ister.

Karakterlere dair

Sam, elinden düşmeyen buzlu içecekleri ve kapalı alanda taktığı güneş gözlüğü ile oldukça ilgi çekici bir karakter. Sam’i ilk gördüğümüz andan itibaren merak ederiz. Dr. Strauss’u bir yatağa zincirlemesi ile beraber Sam’in evi, hayatı, çocukluğu hakkında yavaş yavaş bilgilensek de karakter üzerindeki merakımız hiçbir zaman azalmaz. Tekinsiz biridir Sam. Ne zaman ne yapacağını bilemediğimizden her zaman şaşırmaya hazır bekletir bizi. Bu tekinsizlik hâli gerilimin dozunu oldukça artırdığından uzun diyalog sahnelerinde ve oldukça az mekânda geçen bölümlerde bile sıkılmamız söz konusu olmaz. Terapi seanslarında bahsettiği kadarıyla öğrendiğimiz çocukluğu, bize psikolojik problemlerinin gelişimine dair bilgiler sunar. Evinde hapsettiği, akıl danıştığı, güvendiği ve giderek sevmeye başladığı Alan Strauss, içindeki baba boşluğunu doldurmaya başlayınca Sam’in bu tutsaklığa son verip ondan ayrılması giderek imkânsızlaşır.

Dr. Alan Strauss, eşinin ölümü sebebiyle yas dönemindedir. Bir seri katilin evinde yatağa zincirlenince boş olduğu her anda kendi problemlerinin içine gömülür. Bir yandan bu evden nasıl çıkabileceğini düşünürken diğer bir yandan kendi hayatıyla da yüzleşir. Ayağındaki zincirler onu aynı zamanda zihnine de hapsetmiştir. Yıllarca kaçtığı sorunlar, çocuklarıyla yaşadığı çatışmalar, eşine duyduğu özlem bütün gücüyle yüzeye çıkmıştır. Dr. Strauss, Sam’in babası ile olan problemlerini dinlerken kendi oğluna yaşattıklarını düşünür. Sam’ın uğradığı fiziksel şiddeti dinlerken kendisi de oğluna yıllarca psikolojik şiddet uyguladığını fark eder. Eylemin ve sonuçlarının büyüklüğü yakın olmasa da iki farklı baba-oğul ilişkisinin ortasında buluruz kendimizi…

Sam’in annesi Candace’ı oldukça az görsek de hiç şüphesiz kilit karakterlerden biri. Sam’in çocukken babasından şiddet görmesini onaylamasa da payı oldukça fazladır, çünkü tepkisiz kalmıştır. Sam’in bir seri katil olduğunu öğrendiğinde ise yine aynı izleyici rolüne bürünür. Sam’e engel olmaya çalışsa da büyük adımlar atabilecek biri değildir. Dr. Strauss’un bütün bu tutsaklık döneminde üst katta sessizce bekler Candace… Çağrılmadıkça aşağı kata inmez. Yukarıda olduğunu bildiğimiz Candace, iki farklı anlam yaratır. Birincisi, Dr. Strauss’un tutsaklığını sonlandırmak için bir umut ışığıdır; bir değişim yaşayıp Strauss’a yardım etmesini umarız. İkincisi ise Strauss’un görünmez gardiyanıdır; Strauss’un her bir hareketini yukarıda duyan biri olduğunu bilmek Strauss’un kaçışına olan inancımızı azaltır. Bizi arada bırakır Candace… Yukarıda olmasının iyi mi yoksa kötü mü olduğuna karar vermekte zorlanırız. 

En çok nesini sevdin?

İkinci bölüm itibarıyla Dr. Strauss, kafasını toparlamak üzere meditasyon yapmaya çalışır. Strauss, kafasındaki düşünceleri atamadığından meditasyona odaklanmakta zorlanmaktadır. Meditasyon yaparken aklına gelen sahneleri izlerken Dr. Strauss’un hayatı hakkında birçok ipucu elde ederiz. Bu yaratıcı sunum biçimi ile geçmişi izlerken bile Sam’in evinde, Dr. Strauss’un kafasının içindeyizdir. Bu da dizinin bütününde hissedilen tutsaklık hissinin flashback sahnelerinde de devam etmesine sebep olur. 

Dr Strauss’un anlık ruh hâlini ise yine kafasının içinden görürüz. Strauss, zihninde hayali bir terapi seansına başlar; fakat bu kez terapist olarak değil danışan olarak izleriz onu. Strauss’un bütün kaçış planlarını, duygu durumunu, kafasından atamadığı geçmişini onun ağzından dinleriz. Son bölümlere doğru dış sahneler ile zaman zaman evin dışına çıksak da çoğunlukla bu kapalı odalarda sıkışıp kalırız. İzleyici olarak üzerimizdeki sıkışmışlık hissi en üst düzeye ulaşınca hem Sam’in evinden hem de Dr Strauss’un kafasının içinden çıkmak için tek dileğimiz bu esaretin bitmesi olur…