Gerçek anlamıyla sihirli: They Call Me Magic üzerine

Apple TV+ yapımı They Call Me Magic, basketbol tarihinin ikonik figürlerinden Earvin “Magic” Johnson hakkında dört bölümlük bir belgesel. Mesele ettiği şey yalnızca saha içinde yaptıklarıyla sınırlı değil. Yönetmen koltuğunda daha önce üç The Mandalorian bölümü çekmiş, 2015 yapımı Dope filmiyle de anımsanabilecek Rick Famuyiwa var. Orijinal müzikler ise Flying Lotus imzalı.

Ne hakkında?

NBA tarihinin en özel yıldızlarından biri, Earvin “Magic” Johnson’ın hayatı odakta. Yalnızca parkede yaptıkları değil; çocukluk yılları, ailesi, özel hayatı, iş insanı olarak yaptıkları, HIV ile mücadelesi ile kapsamlı bir portre çiziliyor. 

Zaman dilimi ve mekân 

Magic Johnson’ın doğduğu 1959 yılından günümüze uzanıyor. Çoğunlukla ABD’deyiz, ülkenin kültürel dönüşümüne de bakış atıyoruz.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Kariyerinin tamamını Los Angeles Lakers formasıyla geçiren Magic, yalnızca şehrin değil basketbolun en büyük kahramanlarından biri. Sahada izlemesi bu kadar fazla keyif veren başka bir sporcu, henüz parkeye adım atmamış olabilir. Karakteri de oyunculuğuyla örtüşür şekilde oldukça renkli, hatta kendisini 32 diş gülümsemesi olmadan anımsamak mümkün değil. 

Büyük başarılarının yanı sıra 90’ların başında HIV teşhisi almasının ardından, bu hastalığa dair farkındalık yaratmak adına sorumluluk üstlenen ve bir anlamda ABD’de bu mücadelenin yüzü olan, konuya dair onlarca tabuyu parçalayan bir ikondan bahsediyoruz.

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor? 

Magic Johnson, aile fertleri, yakın dostları, iş arkadaşları, aynı dönem oynamış Larry Bird, Michael Jordan, Kurt Rambis, Kareem Abdul-Jabbar gibi NBA yıldızları, Pat Riley, Snoop Dogg, Jimmy Kimmel gibi figürlerle yapılmış bir dolu röportaj var. Yığınla arşiv görüntüsü ile birlikte tabii.

En çok neyi sevdin?

Müzik tutkusunun Magic için ne kadar büyük önem taşıdığına tanık olmak harikaydı. Özellikle Kareem Abdul-Jabbar’la ilk kez soyunma odasında bulundukları ânı, Parliament-Funkadelics eşlikli nefis bir kurguyla ekrana taşımışlar. 

Pat Riley’nin konuştuğu her an tekrar tekrar dinlemelik. Uzun yıllar koçluğunu yapan Riley, “Kimileri Michael Jordan, Oscar Robertson ya da LeBron James’in tüm zamanların en iyisi olduğunu söyleyebilir. Bence en iyisi Magic Johnson’dı” diyor belgeselde.

Ayrıca Magic’in oğlu EJ’in kuir kimliğini kabulleniş sürecini iki taraftan dinlemek de güzel bir deneyimdi. Bu konuda Magic Johnson’ın açık sözlülüğü kadar EJ’in muhteşem bir anlatıcı olması da seyir keyfini artıran detaylardan biriydi. 

En az neyi sevdin?

Son bölüm bir noktadan sonra uzun soluklu bir reklam filmi tadı bırakıyor damaklarda. Ayrıca belgeselin takip ettiği zaman çizelgesinde geriye doğru yaptığı yolculuklar zaman zaman akışı ve tempoyu olumsuz etkiliyor. Bir de Earvin Johnson ve Magic Johnson’ın aslında iki farklı birey olduğunun vurgusu, beş dakikada bir yapılıyor. “Tamam, anladık yahu.” diyesi geliyor insanın. Son olarak, dört bölüm böylesi bir kariyer için az değil mi ya?

Kimler sever? 

Özellikle 80’ler ve 90’lar NBA nostaljisi yapmayı seven herkesin iyi vakit geçireceğine şüphe yok. Yıldırıcı engellerin üstesinden gelip toplumsal hareketlere, bilinçlenmelere, zihin açılmalarına öncü olan ilham verici portrelere ilgi duyanlar da kaçırmasın. 

Bunu seven şunları da sever

Tabii ki akla gelen ilk örnek The Last Dance. ESPN’in 30 for 30 serisini ve şu sıralar çokça tartışılan Adam McKay’in yarı kurmaca dizisi Winning Time’ı da analım tabii.

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

Aktif sporculuk kariyerinin ardından bir iş insanı olarak yaptığı tüm girişimlere (sinema salonlarından talk showlara) değinilmesine rağmen Los Angeles Lakers GM’i olduğu dönem ve skandal istifasına hiç değinilmemesi dev bir soru işareti bırakıyor kucağımıza.

Formu dolduran: Cem Kayıran