Spekülatif kurguda güç ve kimlik: Tohumdan Hasada

Yazı: Meltem Demiraran

Bilim kurgularında inşa ettiği karmaşık dünyalarda tarihin acımasız gerçeklerini yankılayan, Hugo ve Nebula ödüllerini alan ilk Siyah kadın yazar Octavia Estelle Butler’ın Türkçe baskısı ilk kez bu yıl İthaki Yayınları tarafından basılan Tohumdan Hasada kitabına yakından bakıyoruz. Tohumdan Hasada, Butler’ın Örüntücüler Dörtlemesi olarak bilinen spekülatif kurgu serisinin tek kitaplık bir baskısı aslında. 

*Bu yazı, Tohumdan Hasada kitabını henüz okumamış olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Neler oluyor?

Serinin ilk kitabı Yabani Tohum’da Doro ve Anyanwu’nun hikâyelerine odaklanıyoruz. Doro, bilincini diğer bedenlere aktarabilen, özel yeteneklere sahip kişileri arayan ölümsüz bir varlık. Şeytan’ın o kadar da kötü olmayan kuzeni falan gibi biri yani. Anyanwu ise etkileyici manipülasyon yeteneklerine sahip bir şekil değiştirici. Herkül yanında bir spor salonu çömezi gibi kalıyor desek yeri. Anlatı, Doro ve Anyanwu’nun 17. yüzyıl Afrikasındaki tanışmalarından New Amsterdam’a yolcuklarını ve süper güçlü bir ailenin yaratılmasını merkezine alıyor. 

Serinin ikinci kitabı Zihnimin Zihni’nde California’ya hızlı bir geçiş yapıyoruz. Doğaüstü bir Silikon Vadisi’ndeyiz. Psişik yeteneklerini keşfeden Mary’ye odaklanıyoruz. Kendisi Doro’nun kızı. Mary telepatlardan oluşan bir topluluk kuruyor. Bu topluluktaki kişilerin güçlerinin gelişimini ve topluluk içindeki kontrol ve liderlik mücadelelerini takip ediyoruz. Bu sırada Doro, kendi arka bahçesinde Tanrı’yı (veya Şeytan’ı) oynamaya devam ediyor diyebiliriz. Emma, eski adıyla Anyanwu ise bir kimlik krizinin ortasında. Örüntü ufak ufak netleşmeye başlıyor. Ancak bir boncuk veya tığ işi olmadığı kesin. Karşımızda psişik bir aile ağı var.

Clay’s Ark ise serinin üçüncü parçası ancak aynı zamanda Butler’ın henüz dilimize çevrilmemiş bir başka serisi Parable ile de bağlantılı. Ve hoş geldik 23. yüzyıla, Clay’s Ark uzay gemisi Dünya’ya çakılıvermiş. Uzaylılar, hastalıklar ve mutasyonlardan oluşan bir kokteyl Dünya’yı kozmik bir petri kabına çevirmiş durumda. Enfekte astronotların hayatta kalma içgüdülerine odaklanan etik ikilemler arasında seyrediyoruz.

Serinin son kitabı Örüntübaşı’nda ise düşmanlıklarla dolu bir dünyada hiyerarşik bir yapıya sahip bir grup telepat olan Örüntücüler ile telepatik ağ üzerindeki kontrolünü sürdürmeye çalışan gizemli Örüntübaşı arasındaki çatışmanın tam ortasındayız.

Fasulyenin faydaları

Pasadena, California’da doğup büyüyen Butler, beyaz komşularının evlerinde hizmetçi olarak çalışan bir anne ve ayakkabı boyacısı bir babanın çocuğu olduğundan pek kolay bir çocukluk geçirmemiş. Babası öldükten sonra ise annesi, kendisini okutmak için ikinci bir işte çalışmış yıllarca. 

9 yaşında Devil Girl From Mars’ı (1954) izledikten sonra “Bundan daha iyisini yazarım!” deyip bir bilim kurgu yazarı olmaya karar vermiş. 13 kitabın yazarı, hem Nebula hem Hugo ödüllerine uzanarak bilim kurgu türünün öncülerinden olan Octavia E. Butler’ın ilk hikâyesi 13 yaşında bir dergide yayımlanmış.  

Yakın romanını yazdıktan sonra tam zamanlı bir yazar hâline gelebilmiş ancak. Ondan önce ise her sabah patates cipsi denetleyicisi olarak çalıştığı işine gitmeden evvel, 2’de uyanıp yazıyormuş. Aynı zamanda bulaşıkçı ve telepazarlamacı olarak da çalışmış. Zihnini meşgul etmeyecek bu işleri, yazmaya odaklanabilmek için yapıyormuş. Üstelik çalıştığı işlerin anlatıları için ilginç ayrıntılar sağladığını da düşünüyormuş. 

Kendisi Samuel R. Delany’den yaratıcı yazarlık dersleri almış. “Dahi Bursu” olarak bilinen MacArthur Bursu’na layık görülen ilk ve tek bilim kurgu yazarı olmuş. Disleksik biri olduğu için hayatı boyunca araç kullanmamış, sıkı bir toplu taşıma müdavimiymiş. Uzak seyahatler yapmayı da seven biriymiş. Lilith’in Dölü’nü yazdığı sırada kitapta da etkilerini gördüğümüz bir Amazon ormanları seyahati olmuş. 

Kendini kanıtlamış bir yazar olma yolunda ilerlediği çetrefilli yıllarda hep kendi kendini motive etmek zorunda kalmış. Bir günlüğüne “Kitapları çok satan bir yazar olmalıyım…” notunu iliştirip altına girmek istediği listeleri sıralamış. Bu listelerden biri ise New York Times listesi. Ölümünden tam 14 yıl sonra bu isteği Parable of the Sower romanının New York Times listesine girmesiyle gerçek olmuş. Butler maalesef Şubat, 2006’da Seattle’daki evinin önünde bir inme sonrası düşerek hayatını kaybetmişti. 

Fikir treni

Başta da belirttiğimiz gibi Butler tarihin acımasızlıklarını anlatılarına yediren, çeşitli sosyal bağlamlardaki güç dinamiklerini keşfeden bir yazar. Gücün inceliklerine, insan dürtülerine ve toplumsal düzene ışık tutan bir mercek görevi görüyor bilim kurguları. Örüntücüler Dörtlemesi de kültürel çeşitliliğin bol olduğu bir toplumda var olan sosyal, psikolojik, metafizik ve felsefi soruları ele alıyor. 

Postmodern bir yapısökümü var karşımızda. Olağanüstü yeteneklere ve yaşam sürelerine sahip karakterleri üzerinden, posthumanist bir dünyada insan olmanın ne anlama geldiğini sorguluyor. Butler’ın biçim değiştirme, özellikle de telepati gibi bilim kurgu elementlerini iktidar aracı olarak tanımlayarak bu yeteneklerin kullanımlarının gözetim ve normatiflik gibi disiplin araçlarını keşfetmek adına Kartezyen ikiliği yansıttığı ve canlandırdığını söylemek de yanlış olmayacaktır. Siyah deneyimi ve kadın gücüne ilişkin spekülatif modeller hayal etme konusunda Butler’ın eline su dökebilen yok, orası kesin. Ancak insan doğasına dair sunduğu içgörüler de yabana atılır gibi değil. 

Butler; fenomenoloji, beden politikası ve kölelik döneminin gerçeklerini sosyal normlar ve bireysel kimlikler ile ilişkilendirerek inceliyor güç dinamiklerini. Doro, fenomenolojinin bir temsili. Ölümsüz varlığı, ruhları tüketişi ve bedenlere hükmedişi ile gücün akıcılığını yansıtarak dönüşen ve metafiziği somuta dönüştüren bir temsil hem de.

Köleliğin yankıları, bedenlerin ticarileştirildiği ve ruhların prangalara vurulduğu tarihsel bir baskıyla rezonansa giriyor diyebiliriz. Doro’nun yaşam açlığı, köleliğe benzer bir parazit ilişkisini yansıtarak güçlü ile ezilen arasındaki zorbalığı bir kez daha yüzümüze vuruyor. 

Anyanwu’nun fenomenolojik keşfi ise kimliğin değişkenliği ve esnekliği etrafında dönüyor. Şekil değiştirerek, kendilik sınırlarının ötesinde bir dönüşümü gözler önüne seriyor. Butler, varoluşun doğasını sorgularken kendimizle başkaları ve gerçekle hayal arasındaki çizgileri bulanıklaştırıyor.

Zihnimin Zihni’nde, örüntünün ortaya çıkışı beden politikası üzerine yeni bir katman ekliyor şüphesiz. Güç, kan bağları aracılığıyla iletiliyor ve bedenler, üstünlük için hem birer araç hem de birer savaş alanı hâline geliyor. 

Örüntü, psişik bir ağ olarak toplumsal normları şekillendiren kolektif bir bilincin simgesi. Butler’ın bireysel kimlikleri keşfedişi ise direnişin bir yankısı adeta.

Yan etkileri

Felsefi ve spekülatif unsurların yoğun olduğu bir anlatıda güç dinamikleri, kölelik ve kimlik gibi karmaşık temaların derinlemesine irdelenmesi bazı okuyucular için zorlayıcı olabilir.

Kimler sever?

Güçlü kadın karakterleri olan anlatılardan ve spekülatif kurgulardan hoşlananlar Tohumdan Hasada’yı kaçırmasın derim. Afrofütürizm meraklıları ise bir saniye bile kaybetmesin.

Bunu seven şunları da sever

Le Guin’in spekülatif bir ortamda cinsiyet ve kimliğe dair keşfi Karanlığın Sol Eli, Delany’nin kimlik, algı ve toplumsal normları derinlemesine inceleyen gerçeküstü romanı Dhalgren, Atwood’un meşhur distopyası Damızlık Kızın Öyküsü ve “İzleyecek bir şeyler yok mu?” diyenleriniz için de yine ölümsüzlük, kimlik ve toplumsal güç dinamiklerine odaklanan Altered Carbon (2018-2020) önerimiz olsun.