TUNCA’nın Muhatabı Olmayan Mutfak sergisi ve tattırdıkları

Yazı: Aysu Uzer - Fotoğraf: Emirkan Cörüt

Little Boy, Yüzen Gecekondu ve Desire projeleri ile beğeni toplayan TUNCA, kendisini modernizm üzerine düşünen, sorgulayan ve kurgulayan bir sanatçı olarak tanımlıyor.  TUNCA’nın toplumsal hafıza katmanları arasında gezinen son projesi Muhatabı Olmayan Mutfak; kültürü, yemek kültürünü, müşterekleri, tarih yazımını, yemekle kurduğumuz bireysel ilişkiyi sorgulamayı ve tüm bunların yanında, hiyerarşik olmayan bir sanat ve etkileşim zemininde yeni tartışmalar oluşturmayı amaçlıyor. 

Muhatabı Olmayan Mutfak’ta iktidarın dikte ettiği bir yeme kültürünün kültürel hegemonya oluşturma amacından yola çıkıyor. Sergi ziyaretçilerini, sofra kültürlerini alanında uzman katılımcılarla tekrar ürettiği performansları ile yemekle kurulan bağı ve duyuların etkileşimini yeniden düşünmeye davet ediyor. Neredeyse sanatçının tüm projelerinde görülebileceği gibi kültürlerarası bir zemine taşığı sorgulamalarını, egemen olanı yerinden ederek bildiğimiz yemek kültürünün normatif yapısını yıkıyor. 

Sergiyi gezmeden önce bilmemiz gerekenler 

Son yıllarda kültür – sanat yaşamına farklı renkler katılmaya başlayan Bursa’da, hemen hafta sonu planlarınızı erteleyin ve acilen bir otobüs-deniz otobüsü bileti alın diyebileceğimiz sergiler var. Nermin Er’in Sıradaki Şarkı isimli sergisi, Nilüfer Belediyesi’nin yeni açılan Meteor I Balat Kültürevi isimli sanat merkezinde görülebilir, TUNCA’nın akıllara durgunluk veren performatif sergisi Muhatabı Olmayan Mutfak ise kentin tek çağdaş sanat galerisi olan İMALAT-HANE’de deneyimlenebilir. Bunların yanında Nazım Hikmet Kültür Merkezi / Şiir Kütüphanesi de pek çok sergiye ev sahipliği yapıyor. Akademisyen ve tasarımcıların katıldığı felsefe ve tasarım sohbetleri yine Nilüfer Belediyesi’nin yeniden hayata geçirdiği Pancar Deposu’unda gerçekleştiriliyor. 

TUNCA kimdir?

Tunca Subaşı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim bölümü mezunu. ABD’nin Japonya’ya attığı atom bombasının isminin “little boy” olmasından çok etkilenip görselleştirdiği bir enstelasyon hazırladı. Şehir, göç, seçim, mülkiyet ve müşterekler üzerinde çalıştığı Yüzen Gecekondu projesini yaptı. Hazırladığı gastronomik proje için (Desire) aşçılık eğitimi aldı. Mutfak sanatları ile ilgilenmeye başlayınca İsrail’de bir misafir sanatçı programına katıldı. Burada hem orijinal boyoz tarifi üzerine çalışmalar yaptı hem de 400 kişiye Nikita Kruşçev’in en sevdiği yemek olan borş çorbasını pişirdi. Kısacası kültürlerarası, disiplinlerarası, çok yönlü pek çok işe imza attı. Muhatabı Olmayan Mutfak isimli son sergisinde de dört ayrı performans gerçekleştirildi. Sergi ve muhteşem bir tasarıma sahip olan mutfağı 6 Nisan’a kadar görülebilir.

Gastronomi-Politik

Muhatabı Olmayan Mutfak için İMALAT-HANE’nin merdivenlerini bitirdiğinizde sizi kitaplarla dolu bir “tezgah” karşılıyor. Benim bir “hoşgeldin” hediyesi olarak yorumladığım bu noktada, aslında zamanımın büyük çoğunluğunu tam da burada geçirdiğimi itiraf etmeliyim, ilginizi çekeceğine garanti verebileceğim kitaplar var. Bu tezgah aynı zamanda muhteşem bir arşiv niteliğinde: Eating with Emperors, T.C. Meclis Menüsü, Melceü’t Tabbahin (Aşçıların Sığınağı – ilk basılı türkçe yemek kitabı), Osmanlı tarifleri kitabı, adabı muaşeret kitabı, The Sexual Politics of Meat üzerine bir tanıtım bülteni… Dersine iyi çalışmış, azimli bir koleksiyonerin vizyoner dünyasına kısa bir yolculuk bileti bu tezgah. 

Şimdi bu sıfatların tümünü bünyesinde toplayan TUNCA’nın, artON’da gerçekleştireceği Desire sergisi, kitap projesi ve yemek tarifi videolarının, gastronomi eğitimi almaya karar verişinin ve üretim sürecindeki birkaç kilit noktanın daha -elbette- bir kitaba dayandığını söylemem şaşırtıcı olmasa gerek. Stalin’in aşçısıyla birlikte kaleme aldığı ve halka neyi, nasıl pişirip ne şekilde yiyeceğini öğrettiği bu kitaba bir “ütopik kitap” diyen TUNCA, gastronomik çalışmalarının ilk sorgulamasını bu kitap üzerinden başlatmış. Desire’da tarihsel belleği, yemeğin kültürel bağlamıyla ele alan TUNCA; politik liderleri yemekle ilişkide oldukları resimler üzerinden desenleştirmiş. Bu projede üretilmiş işlerden bazıları; Cola içen Castro, Mao, Lenin grafiti önünde yemek yiyen işçi desenleri de bu sergide örülebilir. Muhatabı Olmayan Mutfak ayrıca, Piknikte Stalin, Hitler’in Yemek Odası, Churchill’in portresinin fotoğrafik belgelerden yeniden üretilmiş resimlere de yer veriyor. 

TUNCA, mercado‘ya verdiği röportajda liderlerin yemek yerken fotoğrafının çekilmesine izin verilmediğinden bahsetmiş. Yemek yerken köpek dişleri göründüğü için daha vahşi bir izlenim bırakan, gözleri küçülen, yüzlerinin ifadesini kontrol edemeyen liderleri desenleştirdiğini ve desenleştirirken yaptığı müdehalelerle görsellerin anlamlarında ve çağrışımlarında yarattığı manipülasyondan çok hoşlandığını belirtiyor.

Ayrıca liderlerin en sevdiği yemeklerin reçetelerini ve bu yemeklerin görsellerini bulabileceğiniz Desire kitabı, Mustafa Kemal Atatürk’ün “kuru fasulye”si, Hitler’in “tereyağ soslu alabalık”ı, Mussolini’nin “erişteli çorba”sı, Castro’nun “kalamarlı spaghetti”si Stalin’in “Aragvi”si, Franco’nun “Dana Madalyon”u ve daha nicelerini içeriyor.

İki arada bir uç

Muhatabı Olmayan Mutfak, Tunca’nın yemek pişirdiği bir video ile açılıyor. Bu video, sanatçının Desire projesi kapsamında gerçekleştirdiği performansın kaydı. Seyircinin gördüğü ilk şeyin bu video oluşu, aslında bize hem sosyal medyada istesek de istemesek de önümüze açılan yemek tarifi videolarını hem de yıllarca televizyon ekranında gördüğümüz klasik yemek programlarını anımsatıyor. Aşina olduğumuz bu seyir, aşırı kaliteli görüntüler ve TUNCA’nın profesyonelliği de eklenince ister istemez kendinizi kaptırdığınız bir hâle bürünüyor. Serginin izleyicinin boğazına attığı ilk düğüm de tam burada, bu yemeğin Hitler’in en sevdiği yemek olduğunu düşündüğünüzde başlıyor. 

Sergi deneyiminin bütününde izleyici, bu git-geller arasında duvarlara çarpıyor. Faşist bir diktatörle aynı yemeği sevdiğinizi düşünün. En sevdiğiniz yemeği hazırlanırken izlediğinizde hissettiğiniz duygu ile bu yemeğin bir diktatörün en sevdiği yemek olduğunu öğrendiğinizde düşündükleriniz nasıl çarpışıyor? 

Ya da bu soruyu biraz daha kişiselleştirelim, size en sevdiğiniz yemeği yaparken seyrettiğiniz biri olsun; diyelim ki anneniz size en sevdiğiniz tatlı olan vanilyalı pudingi pişiriyor ve siz mutfak kapısından sevinç ve heyecanla onu seyrediyorsunuz. Sizin için pişirilen bu tatlı belki bir sevgi dili oluşturuyor, artık aileniz size “seni seviyoruz” demese de olur. Peki, o tatlı puding sizin değilse? Tarih sahnesinin gördüğü belki de en kanlı, en vahşi, en korkunç karakter için pişiriliyorsa? İşte TUNCA, seyircisini bu iki uç arasında gezdirip ardından bambaşka bir noktaya fırlatıyor. Afiyetler olsun!

Başlı başına bir tasarım

TUNCA, bütün bu deneyimlere ev sahipliği yapacak mutfağı Jorela Karriqi ile birlikte tasarlamış. Önem verdiği noktalar aşçı-sanatçı ile misafir-seyirci arasına kesin sınırlar çizmemek ve herkesin kendisini eşit bir paydaş olarak görebileceği bir paylaşım alanı yaratmakmış. Tereddütsüz biçimde bu dairesel metalik mutfakta bunu başardıklarını söyleyebilirim. Modernizmi sorunsallaştırmış TUNCA’nın performansları için belirlediği meskeni, Cronenberg’in distopik ve fütüristik evrenlerinin hijyenik versiyonuna benzetiyorum. Dairesel tasarlanmış mutfağın çevresini saran duvarlarda gördüğümüz TUNCA’nın desenleri ve yemeklerin tarihçeleri derken, duygu karmaşalarınıza uygun, sıcacık, misafirperver ve sevgi dolu (?) bir mutfak.

Sergi kapsamında dört ayrı performans gerçekleştirildi. Her performansın katılım sayısı 12 olduğu için ve -hâliyle- çoğunlukla davetliler bu kontenjanı doldurduğu için ben yalnızca açılış kokteylinde TUNCA’nın değerli elinden büyülü bir iksir gibi görünüp parıldayan bir kokteyl ve Devrim Güneri’nin yetenekli elinden şarap içebilme şansına eriştim. 

TUNCA bu performansların ve etkileşimin iki özel konuğu olmasını, belirlenen konseptlerde gerçekleştirilen bu buluşmalara alanında uzman konukların da katılımıyla genişletilmesini istemiş. Örneğin “Tüpler ve Küpler” konseptinde menü 1969 yılında Apollo 11’in aya inişinin ilk günün Neil Arrmstrong’un yediklerinden oluşturulmuş. “Kokular ve Tatlar” ise koku uzmanı Vedat Ozan ve Kuzey Ege mutfağı konusunda uzmanlaşan Arzu Acurol ile Ayvalık lezzetlerinin sunulduğu bir performans olmuş.