Vans sunar: The Ringo Jets’le “Unlimited Lunch Pack”, klasikler ve yenilikler üzerine

İstanbul’un köklü rock’n’roll üçlüsü The Ringo Jets, kendi imkânlarıyla bundan 10 yıl önce bastığı, dağıttığı ilk EP’si Unlimited Lunch Pack’i ilk kez dijital platformlara taşıdı. Tarkan, Lale ve Deniz’le hem grubun yapıtaşlarını hem de müzikal üretimlerinin geçirdiği değişimleri konuştuk.

The Ringo Jets için klasik ne anlama gelir, Ringoların klasikleri nelerdir?

Tarkan: TRJ’nin klasikleri 1950’lerden, rockabilly’den başlıyor; Johnny Burnette Trio, Chuck Berry, Bo Diddley, Carl Perkins’lere paralel Howlin’ Wolf, Muddy Waters ve saymakla bitmeyecek blues gitaristlerinin ardından 1960’larda The Beatles, Yardbirds, The Kinks’ler sonrasında Motown ve Stax sanatçıları, Stevie Wonder, Aretha Franklin gibilerini takiben MC5’la devam ediyor, yani 1980’lerde Black Flag’e kadar gidiyor diyebiliriz. Şunu unutmamak gerekiyor ki The Ringo Jets’in elemanları her türde müzik dinliyor, çok eklektik bir müzik zevkimiz var ama TRJ’nin klasikleri diyebileceklerimiz yukarıdaki gruplar ve müzisyenler. Her ne kadar zaman zaman yenilikçi olsak da dönüp dolaşıp oralara geri dönüyoruz.

Lale: Tarkan’ın dediklerinin hepsi artı The Who. Dünyanın en gürültülü grubu ilan edilmiş ve yetmezcesine üstüne bir de melodik olan bu adamlar tabii ki bizim klasiğimiz olmalı.

Deniz: Klasik, zamansız olmayı başarabilmişlere deniyor herhalde. Farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda da olsa dinleyen insanlara mutlaka bir şeyler hissettirmeyi, hayal ettirmeyi becerebilmiş şarkılar, türünden bağımsız olarak klasiktir benim için ama benim çokça dinlediğim klasikler 1965 ile 1975 arasındaki dönemden çıkıyor. Başta The Beatles olmak üzere Led Zeppelin, Jimi Hendrix, James Brown, The Who, Queen, Barış Manço, Erkin Koray, Cem Karaca özellikle hastası olduğum klasikler.

11 Haziran’da ilk fiziksel EP’nizin dijital bir versiyonunu; Memet İncili’nin miksleri, Lale’nin tazelediği kapağı ve “Fool’s Crown” adlı yeni bir parçayla dijital platformlarda, Unlimited Lunch Pack EP adıyla yayımladınız. 2011’e dönme fikrinin nasıl geldiğinden ve yenilenmiş EP’nin üretim sürecinden biraz bahseder misiniz?

TRJ: Hep birlikte köklerimize dönmek üzerine konuşurken Can’ın (Sertoğlu) bu fikirle gelmesi çok enteresan oldu. Limited Lunch Pack’i tekrar yayımlamak gibi bir fikrimiz yoktu ama Can bizi bu konuda motive etti ve şu anki hislerimizle birbirini tamamlayan ve anlamlı bir hareket oldu. Bu EP’yi #TRJ101 olarak düşündük ve bizi ilk günden beri takip eden, destekleyen, bağrına basan tüm dinleyicilerimize bir teşekkür mahiyetinde hayal ettik. Her şey böyle başlamıştı bizim için, böyle de devam ediyor. Bu 15 dakikalık, beş başı mamur kısaçalarda bizi çok heyecanlandıran birçok unsur var. En sevilen TRJ şarkılarından olan “Tease Pt. 2”nun ilk hâli de bu EP’nin sürprizlerinden; birçok dinleyicimiz bu versiyonunu ilk defa duymuş olacaktır. “Fool’s Crown” da kendi içinde 10, 20 yıl önce derdi neyse bugün de derdi o olan, bize göre zamansız bir şarkı. Yepyeni olsa da sanki 10 yıl öncesinden çıkagelmiş bir şarkı gibi ilk single olarak çıkınca, diğer dört şarkıyla birlikte her şey yerli yerine oturmuş oldu böylece.

Bol festivalli, bol konserli bitirdiğiniz 2019’u anmak adına; bize son konserlerinizden, hafızanıza en yer etmiş anlardan birini anlatabilir misiniz?

Tarkan: Sziget Festivali konserinin tamamı benim için çok güzeldi. Onun haricinde son konserimizi New Model Army ile Ankara’da çalmıştık. Justin’in (Sullivan) cool biri olduğunu biliyorduk ama yüz yüze tanışınca bu daha da pekişti.

Deniz: 2019 ve festival deyince aklıma tabii ilk önce Sziget performansımız geliyor. Her şey harikaydı şu an ışınlanabilsek bu ham hâlimizle bile 4 saat çalarız herhalde. Oradaki arkadaşlarımız, Sziget Türkiye ekibi, menajerimiz Can Sertoğlu, o konser için bize bas gitarda eşlik eden Can Tunaboylu, hepimiz hep beraber harika bir takım oyunu çıkardık bence ve sahneye çıktığımızda sesler tamamdı, seyirci de tam tavındaydı. Öyle bir durumda artık başka bir şeye ihtiyacın kalmıyor, özel tek bir an değil de bütün konser neredeyse hafızamda.

Lale: Sziget Festivali’ndeki konserimiz sonrasında rastgele bir rock’n’roll sahnesi bulup yuvarlana yuvarlana eğlendiğimiz aklımda kalmış. Ardından da o kafayla sabaha karşı festivalden otele kilometrelerce yürümüştük ve umurumuzda bile olmamıştı çünkü hâlimizden inanılmaz hoşnuttuk. Sonrasında iki sene boyunca bu hissin esamesinin dahi okunmayacağını bilemezdik tabi.

2020’ye dönecek olursak; aralıkta çıkan Yadigar 4×4 Keepsake Edition albümünüzde, janrlar arası geçişlerle dolu dört versiyonuyla dört şarkınızı yeniden dinledik, pek sevdik. Bu çeşitliliği oluştururken grup olarak neleri göz önünde bulundurdunuz?

Tarkan: Yadigar Keepsake, bizden çok menajerimiz Can Sertoğlu’nun fikriydi aslında. İsimlere beraber karar verdik ve sonuçları da gayet güzel ve enteresan oldu bizim için.

Esmeray’dan The Ringo Jets’e, sonra da The Ringo Jets ve Hey Douglas’a derken; “Ayrılık Olsa Bile” katman katman değişip, nihayetinde 70’lerden bugüne kurduğu zaman köprüleriyle karşımıza çıktı. Özellikle sahnede cover yapmayı seven bir ekip olduğunuzu biliyoruz, şu sıralar ağzınızı sulandıran, Ringolaştırmak istediğiniz başka parçalar var var mı?

Deniz: Money (That’s What I Want)

Tarkan: Her dönem Ringolaştırmak istediğimiz coverlar oluyor ve illa rock olmuyor bunlar, 80’ler poptan R&B’ye kadar değişebiliyor; mesela Steve Miller Band, The Beatles, eski bir Motown parçası ya da Jimi Hendrix’ten bir şarkı yapasımız gelebiliyor. Hatta o kadar gereğinden fazla şarkı aklımıza geliyor ki çoğunlukla unutuyoruz.

Lale: Bu aralar bir Jackson 5 şarkısı yapsak ne güzel olur mesela.

Coğrafyanın karakteristik müzikal müdahalelerinden arınmış ve dünyanın her yerinden dinleyiciye ulaşabilecek, gelenekle sınırlandırılamayacak bir müzik yapıyorsunuz. Hâl böyle olunca Türkiye dinleyicisini kolay yoldan yakalamak söz konusu değil. Yine de müzik prodüksiyonundan, kliplere, albüm kapaklarına kadar üretimlerinizin hemen her bileşeninde muazzam bir özen görüyoruz. Bu üretim hassasiyetinizin arkasında nasıl bir refleks var?

Deniz: Dinlediğimiz sevdiğimiz grupları büyük bir özenle takip ettik çocukluğumuzdan beri, bir yerde ustamız oldular, onlardan aktarılmış bir disiplin olabilir. O seviyede iş çıkarabilmek için sürekli onların neyi nasıl yaptığına dikkat ediyorsun ve bu özen meselesi zamanla sende doğal bir refleks hâline geliyor belki de. Bir de ortaya bir şarkı çıkarken, ben, benim de dinleyicisi olabileceğim bir şarkı olsun istiyorum. Kendi işini beğenmekse tabii ki kolay olmuyor, her şeye çok daha fazla dikkat ediyorsun ve bütün çabana rağmen sonunda istediğin yere gitmeyebiliyor bile sonuç ama bu süreçte sen ciddi bir özen göstermiş oluyorsun.

Tarkan: Aslında doğal bir refleks var, neden besleniyorsan, çıkan sonuç da o oluyor. Özellikle planlanmış, projelendirilmiş bir strateji yok.

Lale: Deniz ve Tarkan’ın dediği gibi, neyi dinliyorsak, ne duymak ve ne görmek istiyorsak, şartlarımız el verdiğince çıkan sonuç da o oluyor. Biraz daha stratejik bir grup olabilseydik belki iyi olurdu ama üzerimize uymayan ve alışkın olmadığımız kıyafeti taşıyamıyoruz. Dümdüzüz o konuda.

Bir söyleşinizde “Yadigar Ejder”in, Tarkan’ın riffinden başlayıp Yadigar Ejder’in tiradına ve şarkının sözlerine uzanan üretim sürecinden bahsetmiştiniz. Şarkı yazım sürecinde takip ettiğiniz metotlar yıllar içinde nasıl çeşitlendi?

Tarkan: Bir riff bulup, çalışma ismi olarak çocukluğumda tanıştığım Yadigar Ejder’in adıyla kaydetmemle başladı evet, ardından herkes kendi bölümlerini ekledi ve menajerimiz Can Sertoğlu’nun “Neden şarkı gerçekten Yadigar Ejder hakkında olmasın?” fikriyle sözler de Yadigar Ejder’in tiradı üzerinden yazıldı. Çok sıradan bir TRJ şarkısı gibi görünmese de diskografimize baktığınızda “The Place”, “Shining Brew” ve “Dirty Hasan”ın yanında çok da farklı durmayan bir parça aslında. Yazım sürecimiz son kaydettiğimiz demolara kadar genelde bu şekilde ilerledi ama son dönemdeki demo kayıtlarımızda önceden söz yazmayı denedik ve bize daha farklı bir alan açtı bu metot.

Lale: Şimdiye dek tek alışık olduğum yöntem riff üzerine melodi, fikir bulmak ve en son söz yazmaktı, biraz daha konfor alanı dışına çıkmayı istemesem sonsuza dek bu şekilde ilerleyebilirdim ama son demolarda elimizde sözle gelip üzerine riff bakmak da çok enteresan bir işleyiş oldu benim için. Hiç çalıştırmadığın kaslarını açmak gibi.

Pandemi sebepli değişen koşullar The Ringo Jets’in alışkanlıklarında bir farklılığa sebep oldu mu? Sıradaki yayınlarınızda bu dönemin izlerini görecek miyiz sizce?

Tarkan: Pandeminin en büyük pozitif etkisi, neye ne için başladığımızı hatırlatmaktı. Bir geriye dönüş değil ama basit rock’n’roll ve garage rock çalmanın ne kadar zevkli olduğunu ve bizi ne kadar mutlu ettiğini tekrar hatırlattı enteresan bir şekilde.

Deniz: Denemediğimiz yeni şeyleri denemek için bolca zamanımız oldu. Bir yandan da eski saf rock’n’roll’u ne kadar özlediğimizi fark ettik ve onu yeniden keşfettik. Konserler tamamen durunca biz de sadece üretime odaklandık. Bu dönemin büyük kısmı ise özlem, kaygı, öfke gibi duygularla geçti ve bir araya gelip çalabildiğimiz anlar iyice değerli hale geldi. İfade biçimimizde de mutlaka bir şeyler değişmiştir ve bence görünür olacaktır.

Lale: Ben zaten bam güm çalabilmek için aportta bekliyordum, araya bu kadar zaman girdi, iyice dişlerim uzadı, büyük bir açlıkla ilk konseri bekliyorum, kan olup yağacağım.

Röportaj: İpek Temizkan