Venedik’teki prömiyerinin ardından “Dune” hakkında ilk yorumlar

Pandemiyle birlikte vizyon tarihi ötelenen Denis Villeneuve imzalı Dune, 78. Venedik Film Festivali ile sonunda seyirciyle buluştu ve filmi izleme imkânına erişen eleştirmenlerin yorumlarıyla bizi nasıl bir yapımın beklediğine yönelik daha somut ifadeler edinmeye nihayet başladık.

Rotten Tomatoes’da film eleştirmenlerinin görüşlerinin yüzde 85’lik bir oran yakaladığını görmek, yüreklere su serpiyor belki ama özellikle Indiewire, Hollywood Reporter, Variety ve Vanity Fair gibi endüstrinin söz sahibi dergilerindeki eleştirmenlerden gelen ağır ifadeler daha derin düşüncelere daldırıyor.

Eleştirmenlerden gelen tepkilerin detayına geçmeden önce, Venedik’teki ilk gösteriminde neler yaşandığından biraz söz edelim. Görsel efektlerle sahne kurgularını oluşturmaya tıpkı Villeneuve gibi mesafeli yaklaşan, festivalin jürisinde de bulunan Chloé Zhao zaten bir süredir Dune’un ne kadar etkileyici bir görselliğe sahip olduğundan söz etmekteydi. Nitekim filmin prömiyerinin ardından seyirciden tam 8 dakika boyunca ayakta alkış toplamış ve gösterimin ardından Zhao’nun film hakkında “fantastik” tanımlaması yapıp Villeneuve’ü tebrik ettiği anlar kameralara yansımıştı. Bu ilk reaksiyonlarla birlikte Dune’un -tahmin edildiği gibi- festivallerden ve nihayetinde Oscarlardan görsellik konusunda elinin boş dönmeyeceği de iyice netlik kazanmış oldu diyebiliriz.

Gelelim eleştirmenlerin yorumlarına. Önceliği “Dune Part 1’a vermiş veriştirmiş” diyebileceğimiz yazarlara verdik.

4 büyük film endüstri dergisinden gelen olumsuz yorumlar, çok katmanlı, alegorik omurgaya sahip Frank Herbert sagasının kompleks yapısının film adaptasyonunda anlam ve derinlik kaybettiği, seyirciye bu evreni tanıtmakta başarısız kaldığı yönünde. Herbert’ın evreninin espriler ve mutluluk yayan pastoral manzaralardan çok “yaklaşan bir fırtına”, ölüm, savaş, yıkım gibi karanlık bir tona sahip olduğu bir gerçek ancak eleştirmenler, film uyarlamasında bu durumun seyirciyle iletişim kurmakta büyük dezavantajlar yarattığından dert yanıyor. Bu fikirleri okuyup filmin son fragmanına serpiştirilmiş birkaç Marvel tipi espriyi hatırlayınca da kara kara düşünmemek elde değil.

Indiewire’dan David Ehrlich’in yorumları, “Bu da mı gol değil be?” tadında krizler yaşattıracak cinsten. Yazısına başlarken, Villenevue’ün filmin sinemada izlenmesi gerektiğini belirten “Dune televizyon ekranınız için çok büyük” sözüne alıntı yapıyor yapmasına ama kritik Frank Herbert klasiğinin “büyüklüğü”nde kaybolmuş bir yapım olduğu etrafında dolanıyor. Çöl gezegeni, melange’ın tek kaynağı Arrakis’te cereyan eden olayların aktarılma şeklinden ve karakterlerin sığ bir anlatımı olduğundan dert yanıyor. Filmin en güçlü yanı olarak öngördüğümüz görselliğine belki laf etmiyor ama geri kalan konulardaki sığlığın etkileyici görselliği bir optik illüzyonun ötesine geçiremediği yorumunu ekliyor.

Ehrlich oklarını Hans Zimmer’den de sakınmıyor ve filmin müziklerini Gladiator döneminden kalma olarak nitelendiriyor ve müziklerin “Zimmer sanki solucanların hepimizi yemesini istiyormuş gibi” yumruk atarcasına gümbürtülerden oluştuğunu belirtiyor.

Titanic boyutundaki devasa sandwormları neredeyse her görüşünde “Jurassic Park” teması duymayı beklediğini söyleyen Ehrlich bu yaratıkların da kısa zamanda gizemini kaybettiğini ve Dune yerine Nausicaa of the Valley of the Wind izleme isteği yarattığını ekleyerek nakavt ediyor.

The Hollywood Reporter‘dan David Rooney’nin eleştiri yazarken daha aklı selim bir dil kullanmış olduğunu belirtmek lazım. Romanın politik, dini, ekolojik ve teknolojik alegorilerle dolu bol katmanlı yapısının Jon Spaihts, Villeneuve ve Eric Roth tarafından kaleme alınan senaryosunda bir hayli anlam kaybettiğinden ve filmin basit bir ticari savaş hikâyesi anlatır hâle geldiğinden dert yanmış. Bir yandan da böylesi bir saganın filme uyarlanmasının pek de mümkün olmadığını düşündüğünden de söz etmiş. Ayrıca sagaya pek hâkim olmayanlara da kötü haberler veriyor. Filmin, Dune evreninin sırlarını açık ederken belki Herbert geeklerinin sevindirebileceğini ancak bunun çoğunluk için pek de bir karşılık bulmayacağını öngörmüş. Patrice Vermette’in set tasarımlarından övgüyle söz etmeden geçmemiş. 

Variety’den Owen Gleiberman da ardı ardına darbeler indirmiş. Özellikle filmdeki uzay araçları ve mimariye takılan Gleiberman, evrendeki her bir aracın ve yapının devasa boyutlarda oluşunu fazla ölçeksiz bulmuşa benziyor. Araçların böceklerden ilham alan tasarımlarından hiç haz etmediğini anladığımız Gleiberman, filmin bolca övülen görselliğinden de pek etkilenmemiş olacak ki şöyle bir cümle yazmış: “Çöl gezegeni mimarisinde, devasadan da daha büyük, kumtaşından oluşan yapılar Maya mimarisine referans veriyor. Şehir büyüklüğündeki uzay araçları uçan kayalara benziyor. Sinematik üslubu ise Lawrence of Arabia’nın, Triumph of the Will’in Ridley Scott’ın hiç çekmediği bir parfüm reklamıyla kesişimi gibi…” Filmdeki aksiyon sahneleri ve Paul’un annesi Lady Jessica ile telepatik iletişimin kurmayı öğrendiği an gibi beğendiği sahneleri sıralıyor ancak Gleiberman için de sandwormlarla olan karşılaşma beklediği büyüyü yaratmamış. Dune Part 2 için de pek umutlu değil anlaşılan.

Vanity Fair’den Richard Lawson hikâyenin 2 kısma ayrılmış olmasından ve sonunun ancak ve ancak ilk filmin gişede başarılı olmasıyla getirilebilecek olmasından memnun olmayanlar arasında. Evrenin seyriciye aktarılması konusunda senaryoda problemler olduğuna işaret eden Lawson, filmin tıpkı elde tutulan kum yığını gibi kayıp gittiğini belirtiyor. Eleştirinin bir bölümünde, her ne kadar Dune’den çok sonra yazılsa da Game of Thrones’un başarısından dolayı Dune’un bu sinematik uyarlamasında diziyle kimi paralellikler kurulmuş olabileceğine işaret ederken –Dune evreninin Game of Thrones da dâhil olmak üzere etkilediği sayısız bilim kurgu sagasının olduğunu göz ardı ederek-  kendi yazısını da biraz ateşe atmış. Devamında filmin bir duruma ya da bir karaktere yakınlık kurmak, arka çıkmak gibi temel şeyleri yerine getiremediğinden, filmdeki ciddi tonun seyirciyle arasına mesafe koyduğundan dert yanıyor. Dune Part 1’ın ardından “biz minik insanlar için önemli olan küçük şeyleri yiyip bitiren devasa Arrakis solucanlarından ayrılmaya hazırdım” cümlesiyle yazısını noktalıyor.

Haklılık payını kestiremediğimiz bu eleştirilerden sonra gelecek Dune filmi için endişeler taşımamak imkânsız olsa da tatlı bir sonla bitiriyoruz ve Dune sagasının film adaptasyonuna daha sıcak bakan eleştirmenlerin yazılarından da bir seçki sunuyoruz:

Önceliği Film of the Week’den Catherine Bray’e veriyoruz çünkü filmi çok seven ve hiç sevmeyen kritikler arasındaki  bu görüş farklarının nereden kaynaklanıyor olabileceğine yönelik bir fikir veriyor. Filmi anlamak, anlatının içine girmenin biraz zaman aldığını belirtiyor Bray. Nitekim kimi eleştirmenlerden öğrendiğimize göre yönetmen olay akışının yaklaşık ilk 45 dakikasını gelecekte yaşanacaklara zemin hazırlamak ve evreni seyirciyle buluşturmaya ayırmış. 2 uç yorumun yollarının ayrıldığı kırılmanın tam da bu ilk 45 dakikalık kısımda yaşandığı tahmin edilebilir.

New York Times ve Roger Ebert yazarı Glenn Kenny, Çoğu eleştirmenin dert yanmış olduğu Dune evrenine hâkim olmayanlara filmin gerekli bilgileri aktarma şeklindeki kopukluk konusunda bir hayli farklı düşünüyor. Evren hakkındaki bu bilgileri fark ettirmeden gizliden gizliye seyirciye zerk edildiğinden söz ediyor. Tabii Kenny’nin seriye ve olaylara filmden önce de hâkim olduğunu belirtmek lazım.

Olumsuz sesler arasında, Villeneuve’ün film adaptasyonu yaparken yorumlayıcı olmak yerine neredeyse bir çevirmen olarak kaldığını belirtenler olmuştu. Time’dan Stephanie Zacharek ise Villeneuve’ün kaynak materyale tam da doğru ölçüde sadık kaldığını belirtmiş. Aynı noktaya parmak basanlar arasında Los Angeles Times’dan Justin Chang de var. Villeneuve’ün yorumlama rolünden ziyade daha pasif duran yaklaşımını olumsuz bulmayan Chang, filmi görsel ve içsel bir deneyim, yolculuk olarak tanımlıyor. Incendies, Sicario, Blade Runner 2049 ve Arrival’ın yönetmeni bu büyük göreve hazırladığı görüşünde.

Independent yazarı Clarisse Loughrey de devasa Herbert külliyatının bu yeni sinematik adaptasyonundan memnun olanlardan. Hatta işi, Dune Part 2’nun da başarılı olması durumunda Peter Jackson’ın Tolkien kültü Lord of the Rings serisinin başarısıyla yan yana getirme noktasına bile taşımış. Loughrey diğer çoğu eleştirmen gibi Oscar Isaac, Rebecca Ferguson, Zendaya, Josh Brolin, Javier Bardem, Sharon Duncan-Brewster, Dave Bautista, Stellan Skarsgård ve Chen Chang’dan oluşan oyuncu kadrosundaki herkesin üzerine düşeni başarıyla yerini getirdiğini düşünse de bu kadronun yeterli olmadığı görüşünde. Haklı bir eleştiri olarak Herbert’ın ortadoğudaki petrol savaşlarına da göndermeler içeren sagasının adaptasyonunda, çöl gezegeninin yerlileri olan Fremenleri canlandıran oyuncular arasında neden bu coğrafyadan oyuncuların seçilmediğini merak ediyor. 

Entertainment Weekly’den Leah Greenblatt da Dune – Star Wars arasındaki paralelliklerden dolayı Dune’un “Star Wars, but make it fashion” minvalinde bir film olacağına yönelik önyargıların çok da yersiz olmadığı kanaatinde. Eleştirisinde seyircinin Dune evrenine biraz daha aşina olması gerektiğini belirtirken “eğer Holtzman zırhı ile yerdeki delik arasındaki farkı bilmeden geldiyseniz biraz daha fazla çaba göstermeniz gerekecek” ifadesinde bulunuyor. Fragmanda dikkat çeken ve Dune evreniyle pek de örtüşmeyen Marvel tipi esprilerin ise filmin belli bir kısmında kullanıldığının ve tamamına yayılmadığının haberini veriyor. Yeni Dune’u, yüksek perdeden, göz kamaştırıcı, kum üzerine yazılmış bir uzay operası olarak tanımlıyor. 

Yazı: Biçem Kaya