vicotüco, John Glacier ve bu hafta başka ne dinlesek?

Yazı: Cem Kayıran, Elif Öz, Tuana Özcan, Utkan Çınar, Zeynep Naz Günsal

vicotüco gözümüz yolda beklediğimiz ilk albümü için ısınma turlarını Erenköy dolaylarında başlattı. Yılın şu âna kadarki en güzel sürprizi İngiltere hip hop sahnesinin yeni kraliçesi olmaya aday John Galicer’dan geliyor. Bu yaz İstanbul’da buluşma şansı yakalayacağımız Sextile’dan da terlemeden dinlemesi pek mümkün olmayan bir tekliniz var.

Taze yayımlanmış albüm ve teklilerden hazırladığımız güncellenen çalma listemiz sizi bekliyor.


TEKLİ: vicotüco – Erenköy/Kazasker
(Bağımsız)

Müzik-animasyon-mizah denkleminde üreten vicotüco, uzun zamandır üzerinde çalıştığı ilk albümü için geri sayımı başlattı. Sinanılmaz ve Mert Avcı’dan oluşan ikiliden daha önce dinlediğimiz kayıtlara nazaran çok daha berrak ve dingin bir ses dünyasına sahip parça, nakaratıyla beyninize demir atıyor: “Erenköy / Kazasker, burada yaşamak g*t ister. Eğer sen istersen, ölene kadar burda dinlen.” Miksi Taner Yücel, mastering işlemleri Görkem Karabudak imzalı parçanın Sinanılmaz yönetmenliğinde çekilen klibi de burada.

ALBÜM: Baths – Gut
(Basement’s Basement)

Will Wiesenfeld namıdiğer Baths’in hem hikâye anlatıcılığı hem bestelerinde çok istikrarlı, neredeyse ısrarcı bir his var. Albümün açılış parçası “Eyewall”da tekrarlayan “Beni dinleyecek sabrı bulabilir misin? Soruyorum, soruyorum” dizesinde sadece şarkıda konuşan kişi değil âdeta müzisyen dinleyicisine doğru bir rica var. Çoğunda canlı davullar duyduğumuz albümün keman, çello, viyolanın uğradığı zengin bir yaylı bölümü de var. 11 şarkı boyunca bir sonraki ânı tahmin etmek epey güç. Nitekim Gut’ı dinlerken, bazen beklemediğimiz derecede bir dürüstlük bazen beklemediğimiz bir ritimde bir davul yürüyüşüyle bazen de beklemediğimiz bir gitar sesiyle karşılaşıyoruz. Elektronik müziğe taze bir yaklaşım ve içinize işleyen tarzda bir dürüstlük için Baths’in yeni albümünü radarınızdan kaçmasın.

TEKLİ: King Hannah – Leftovers
(City Slang)

King Hannah’nın Big Swimmer kayıtlarından “arta kalan” parçalardan biri olan “Leftovers”, neredeyse duygudan yoksun bir vokalin eşlik ettiği bir kasvet ortamı oluşturuyor. Süregelen gerilim hissi yoğun hisleri beraberinde getiren bir kırılmaya dönüşürken tekrar eden sözleri ile dramatik bir sahne çiziyor âdeta. İkilinin kendine güvenmek ile kırılganlık hislerini irdeleyip yarattıkları parça, gündelik düşüncelerinden bahsediyor. Tekrar eden “Because I eat leftovers until there is nothing left over” (Çünkü arta kalanları hiçbir şey arta kalmayana kadar yerim.) sözlerinin kelimenin tam anlamıyla karşılığı olan Craig Whittle imzalı videosu ise burada. King Hannah, bu yaz Gezgin Salon Festivali kapsamında İstanbul’da olacak.

ALBÜM: Tim Hecker – Shards
(Kranky)

Derinlikli, yoğun ve zamanlar ötesi kompozisyonlarıyla tanınan Tim Hecker, geride kalan beş yılda çeşitli film ve dizi projeleri için bestelediği fakat kullanılmayan parçaları tek albümde topladı. Müzisyenin Luzifer, La Tour, Infinity Pool gibi yapımlar için yaptığı bestelerden oluşan Shards, bu ayrıksı ruh hâllerinden izler taşıyan parçalarla bağımsız bir bütünlük yaratmayı başarıyor. Kırık melodileri, yoğun drone katmanları ve sinematik yükselişleriyle derinlemesine dalındığı vakit tadı artan albümlerden.

TEKLİ: NINA – Till the devil gets bored
(Bağımsız)

bar italia’nın Romalı vokalisti Nina Christante’den hafif lo-fi ve sanki biraz “Lynch-vari” bir doo-wop. Kendisinin aynı zamanda diyetisyen ve kişisel antrenör olduğunu zamanında bar italia ile yaptığımız şu röportajın *öncesinde* öğrenmiş olmayı dilediğimiz NINA’nın parçası, karşılıklı yıpratıcı bir ilişkinin dramasında kendi payınla bir yüzleşip bir yüzleşememek, hem yılmamak hem hâlâ istemek hakkında. “Till the devil gets bored”da olduğu kadar, rejisini kısa film yönetmen Simon Mercer’la yaptığı kelimesi kelimesine karşılığı videosunda da romantik denebilecek bir mecrada, dizelerdeki söz konusu dramaya doğrudan bir tavırla taş atmakta. Bu ironik bir haykırış, ama sözler hakiki. Aynı kendisi gibi zarif ama köşeli bir tekli. 

TEKLİ: Fontaines D.C. – It’s Amazing To Be Young
(XL Recordings / GRGDN Müzik)

Geçtiğimiz ağustos ayında dördüncü uzunçaları Romance ile biraz daha umut dolu ve naif bir imge dünyasına, daha neşeli bir ses dünyasına adım atan irlandalı ekip Fontaines D.C., o tarihten bu yana ilk teklilerini yayımladı. “It’s Amazing To Be Young”, tam olarak albümün devamı tadında; grubun önceki albümlerinden tanıdığımız ironiyi bir kenara bırakıp yaşamı ve genç olmayı kutluyor. Gitaristlerden Carlos O’Connell’ın geçen sene dünyaya gelen bebeğinin yanında yazılan parça, en başta bir ninni gibi ortaya çıksa da “Genç olmak harika” cümlesi o zaman da geçiyormuş. Grup bir bebeğin mutlu büyüyebileceği bir dünya yaratma fikrine tutunup alaycılıklarına ağır basan bir umutla yazmışlar parçayı, solist Chatten’ın sesinden dışarıya taşan hassasiyeti duymamak elde değil. Teklinin görsel eşlikçisi ise Romance için de iki klip çekmiş olan yönetmen Luna Carmoon’un elinden. Tıpkı grup üyeleri gibi iyiliğe ve sevginin saflığına inanan sanatçı video hakkında şunları söylüyor: “Romantik aşkın bir kenara itildiği, seks ve aşkın erdemsiz olduğu ve insanların bunları artık görmek istemediği garip bir zamanda yaşadığımızı hissediyorum. Ben buna hiç inanmıyorum. [Klipteki] iki insanın kendilerine âşık olmalarını seviyorum ve onların birbirlerine âşık olmalarını görmek istedim.”

EP: Maruja – Tir na nÓg
(Music for Nations)

Tir na nÓg ile üç seneye yayılmış kısaçalar üçlemesini tamamlıyor Maruja. Canlı şovları ve bastırılamaz enerjileriyle bilinen ekip, tamamıyla doğaçlamaya ortaya çıkmış bu EP’ye konserlerindeki eşsiz enerjiyi taşıyarak materyal dünyanın üstüne çıkan bir atmosfer yaratıyor. İsmi Galcede “gençlik ülkesi” anlamına gelen EP’yi oluşturan dört şarkının isimleri yine Galcedeki sayılardan geliyor. 20 dakika boyunca neredeyse hiçbir kelimeye başvurmayan akışta, başta saksafonun yardımıyla uçsuz bucaksız bir ses dünyası yaratılıyor. İlk şarkının yoğunluğundan ve Harris Wilkinson’ın ajite çığlığından sonra ikinci parçada da aynı agresyonla devam edip, “Trí”de biraz sakinliyor; son parça ise davul, saksafon ve elektro gitarın paslaşmasıyla ağdalı ağdalı büyüyüp en son sarı bir toz bulutu içinde bırakıyor bizi.

TEKLİ: Mamalarky – #1 Best of All Time
(Epitaph)

Austin çıkışlı dörtlü Mamalarky, üçüncü albümü Hex Key’i nisanda yayımlıyor. Albümden gelen ilk tekli grubun enstrümanlarını, özellikle bas ve davulu konuşturduğu hareketli bir numara. Neredeyse akustik drum’n’bass tadında diyebileceğimiz şarkının işçiliği güzel, neredeyse math rock üslubu hâkim. Livvy Bennett’in yumuşak, belki de baş döndürücü vokalleri de keskin çalınmış ritimlere gereken tezatı sağlıyor. Sound ve fikirler biraz daha törpülenebilirmiş diye düşünebilirsiniz ama Mamalarky ilginç tecrübeler yaşatmaya devam edecek gibi.

TEKLİ: Sextile – Freak Eyes
(Sacred Bones)

Haberler iyi. Her yayınında kafasına eseni yaparak arızası bol dans maratonlarına ortak eden Sextile, mayıs başında yes, please adını verdiği yeni albümünü fırlatacak. Belki daha da iyi olan haber, grubu nihayet İstanbul’da dinleyebilecek olmamız. Blind’ın konuğu olacak Sextile ile 19 Haziran’da buluşacağız. Yeni albüm ve konser için ısınma turlarınızı başlatacak olan tekli “Freak Eyes”, patlayıcı baslarının üzerine eklemlenen ritimleriyle sizi avucunun içine alıyor, kısa sürede ter içinde bırakıyor.

ALBÜM: John Glacier – Like A Ribbon
(Young / GRGDN Müzik)

Yılın şu âna kadarki en güzel sürprizi. İngiltere, Hackney’den seslenen Jamaika kökenli John Glacier, ki ismi çok farklı beklenti yaratsa da kendisi alımlı bir hanımefendi, ilk albümüyle Britanya rap sahnesinin en dikkat çekici isimlerinden biri olmayı başarıyor. Müziğe pandemiden bir süre önce GarageBand ve Logic kurcalayarak başlayan Glacier daha çok spoken word tadındaki vokallerini çok iyi düşünülmüş, taze, orijinal altyapılarla destekliyor. Müziğinde trip-hop, post punk hatta grunge atmosferi de bulabiliyorsunuz. Prodüktör Kwes Darko’nun da katkısını unutmayalım. Bundan 20 yıl öncesinde, MIA’in çıkışını yaptığında hissettiğimiz heyecanı yaşatıyor bize. Şimdiden yılın en iyi albümlerinden biri. Gerisini de merakla bekleyeceğiz.

ALBÜM: Seu Jorge –  Baile à la Baiana
(Cafune / Black Service)

Seu Jorge, klasik gitarıyla Portekizce David Bowie coverları yaparak hayatımıza gireli çok oldu. Sonrasında da kendi orijinal müzikleriyle pozitif bir imajı oldu hep. Yeni albümüyle çok da beklemediğimiz, gürültülü bir disko, funk tarzları denemiş. Groove’lar iyi çalışıyor, nefesliler sıkı, Jorge’nin vokali yine belirleyici. Ama albüm baştan sona tüketilirken sıradanlaşmaya başlayabiliyor. Yine de dans ettirme kapasitesi yüksek, işçiliği üst düzey zaman dışı bir yapım.

TEKLİ: Mera Bhai – Work Aint’ Nuthin’
(Morning Raga Records)

Mera veya Karthik Poduval, dörtte biri ve klavyecisi olduğu alt rock bileşimi Flamingods’un Head of Pomegranate (2023) turnesine çıkmadan tam 15 dakika önce şapkadan çıkardığı, bu yıla ait ilk teklisi. Benzerlerinden minik kesitleri geçtiğimiz sene boyunca paylaşır olup az ama öz bir hype yaratmıştı. Yine kendi etiketinden aralıkta paylaştığı, zilli düzenlemeli uzay tatlı grunge numarası “Again 2.0”a kıyasla doğrudan ve dibine kadar house bir parçayla kendini tekrar hatırlatan Bhai  “Work ain’t nuthin’ but it pays the bills / Çalışmak bir şey değil ama ödüyor faturaları” nakaratı eşliğinde kendi koşturmalı turne hayatını, benzer koşullarda bir o kayıt bir bu konser koşturan yaratıcıların rutinlerine kalenderce selam çakmış. Beklenmeyen ve bekletmeyen switch ve net dropların baki olduğu parçanın ritimleri rahat ama yumruk savurduğu anlar da var. Hızlı bir şekilde üretildiği hakikaten belli olan ve hizmette sınır tanımayan sıkı bir bop. 

TEKLİ: cey-t & cicexcocux – Mevta Meftun
(Bağımsız)

Drag, müzik, görsel ve sosyal medyayı sanatının bir parçası olarak kullanan cey-t (Ceytengri) ile 2020’de yayımladığı ilk albümünün ardından Demonation Festivali’nde konuğumuz olup çarpıcı performansıyla aklımızı alan cicexcocux güçlerini birleştirdi. İkilinin birlikte üreteceği EP’den duyduğumuz ilk sesler, karanlık bir electroclash atmosferinde vuku buluyor. Tavizsiz bir üslup ve keskin bir sürüşe sahip parça için ilham kaynaklarını şöyle sıralamış cey-t ve cicexcocux: “Tami T, The Presets ve Hipnoz dönemi Hande Yener”.

TEKLİ: Eliza Niemi – Melodies Like Mike 
(Tin Angel Records)

2022’den beri uzun sessizliğini koruyan Kanadalı müzisyen, sanki yavaştan geri dönüyor. Niemi’nin belki de en iyi yaptığı şeylerden biri sevme, sevilmeme, ölüm, dürüstlük gibi ağır konuları çok hafif bir yerden, neredeyse yüzünde hep bir gülümsemeyle ele alması. Bestelerinde her zaman hayatının en küçük detaylarına yer verip, bir şekilde değindiği duyguların evrenselliği dinleyicisini çeken müzisyen, bu sefer de arkadaşlarını şarkılaştırıyor. Arkadaşı Mark’ın araba kullanırken küçük melodiler mırıldanıp bunları kaydettiğini öğreniyor ve bu minik anekdot sanatçının kafasında yeni çelişkiler doğuruyor: “Bir fikri kaydetmek yerine uçup gitmesine izin vermek kavramını düşünmemi sağladı ve bu da beni bir dizi karşıtlık hakkında düşünmeye itti: Harekete karşı durağanlık, doğaçlamaya karşı orkestrasyon, kaset çalara karşı telefon, sanat eserine karşı meta, bir şeye sahip olmaya karşı onu özgür bırakmak.”

TEKLİ: Perfume Genius – No Front Teeth (ft. Aldous Harding)
(Matador / GRGDN Müzik)

Müzisyen ve besteci Perfume Genius da mart sonu kavuşacağımız yeni işi Glory’den ikinci tekliyi yayımladı. Yeni Zelandalı müzisyen Aldous Harding’in de vokallerde destek attığı şarkı bekleneceği üzere katarsisi bol, duygusal bir çalışma. Biraz Kate Bush tadı da verirken; distortionlar ve davullar yükselince 90’lar alt. rock havasına bürünüp kendini buluyor. Albümde efsanevi davulcu Jim Keltner ve prodüksiyon koltuğunda da son dönemlerin dâhisi Blake Mills’in yer aldığını da hatırlatalım. Perfume Genius da kayıt sürecini eskiye göre daha kolektif bir şekilde kotardığından dem vurmakta. Bunun sonuçları da iyi olacaktır diye umarız.

EP: Porridge Radio – The Machine Starts To Sing
(Secretly Canadian)

Porridge Radio için ayrılan zamanın sonuna geldik. Brighton çıkışlı grup, The Machine Star To Sing EP’sini duyururken bunun, paylaşacakları son şey olacağını açıklamıştı. Clouds in the Sky They Will Always Be There For Me kayıtlarından çıkan bu dört şarkı, yalnızca artçılar değil; başlı başına güçlü bir kapanış sunuyor. EP’ye adını veren açılış parçası, Sam Yardley’nin bütünleyici davullarıyla karanlık bir bilinmeze sürüklerken, yoğunluğunu pekiştiriyor. “OK” ise bir soluklanma noktası gibi. Margolin’in sesi, yorgun ve bıkkın, fakat ona eşlik eden yalın melodi ise yükümüzü biraz hafifletiyor.  “Don’t Want to Dance ve I’ve Got a Feeling (Stay Lucky)” ise aynı madalyonun umutlu ve hüzünlü iki yüzü gibi. The Machine Star to Sing anlatısı, grubun bitişine göre çok farklı şekillerde yorumlanabilir ancak kesin olan tek bir şey var: doğru bir cevap yok. Porridge Radio diskografisinin DIY yapımlarla başlayıp, gözlerin üstünde olduğu bir gruba dönüşmelerini içeren büyüme evresinin sonuç bölümü işte bu.

TEKLİ: 3pillie – DROP!!
(D8 Music Company)

Bugüne dek yaptığı her yayınla türler arası geçişken ve yenilikçi bir yaklaşım sergileyen 3pillie, son numarası “DROP!!” ile neo-soul, caz, post-rock ve hip hop geleneklerinden sevdiği unsurları ustalıkla harmanlayarak bir kokteyl yaratıyor. Vokaller ve düzenlemedeki iniş çıkışlarla yaratılan duygusal derinlik de 3pillie’nin imzalarından biri artık. İstanbullu müzisyenin sahnede yarattığı harikalara tanık olmak isteyenlere de 7 Mart akşamı Salon İKSV’de gerçekleşecek 3pillie & Friends konserini hatırlatalım.

TEKLİ: Dana Gavanski – Hang in for Us Both
(Full Time Hobby)

Dana Gavanski’nin 14 Mart’a tarihlenen Again Again EP’sinden bir tadımlık daha. Art-pop tınılarında dolaşmayı seven müzisyen, yeni EP ile daha doğrudan bir yazım tekniğine dönmek ve hatalarıyla birlikte daha doğal duyulan bir kayıt istemiş. Piyanosuyla baş başa başlamış bu sürece. Dana Gavanski’nin yumuşak vokaliyle akıp giden parçada, piyano melodileri ile yaylıların paslaşmaları arasında büyülü bir synth solosu da bulunmakta. Gavanski’nin oyuncu barok melodilerinin hüküm sürdüğü müzikal evreninin bir parçası olan “Hang in for Us Both”, yeni başlangıçlar ve belirsizlikler arasında sürüklenip durmak hakkında. 

ALBÜM: Cici Arthur – Way Through
(Western Vinyl) 

Toronto’da yaşayan üç müzisyen Joseph Shabason, Chris A. Cummings ve Thom Gill’in Cici Arthur adıyla kaydettiği ilk albüm. Pandemide mesleğini kaybetmesinin ardından yıllara dayanan tutkusunu önceliklendirip müziği hayatının merkezine koyan Cummings’in besteciliği ve vokal stili, Way Through koleksiyonunun temelini oluşturuyor. Müzisyenin bisiklet yolculuklarındaki düşünce akışlarından yansımalarla şekillenen albüm, pürüzsüz bir kurgu yaratarak dinleyeni başka bir zamana götürüyor. Yolunuz neşeden de geçiyor, kabulleniş anlarından da, melankoliden de.

TEKLİ: Jung Jae-il – Multiple (from “Mickey 17)
(WaterTower Music)

Güney Koreli yönetmen Bong Joon-ho’nun Oscarları silip süpüren Parasite sonrası ilk filmi Mickey 17, tüm dünyada 7 Mart’ta vizyona giriyor. Filmin Jung Jae-il imzalı müziklerinden ilk parça da dinlemeye açıldı. Yönetmenle 2017 tarihli Okja’dan bu yana birlikte çalışan Jung Jae-il, aynı zamanda Netflix’in hit dizisi Squid Game’in de bestecisi. Jae-il ve Joon-ho ikilisinin üçüncü ortaklığı olacak Mickey 17 soundtrack albümünden paylaşılan ilk parça ise “Multiple” adını taşıyan dramatik bir piyano kompozisyonu.

TEKLİ: Tropical Fuck Storm – Goon Show
(Fire Records)

Geçtiğimiz yıl diskografisinin ilk konser albümünü yayımlayan Tropical Fuck Storm, yeni takvim yılındaki ilk yayınıyla yeni bir sayfa açıyor. Avustralyalı psikedelik rock grubu, artık Fire Records ailesininin bir parçası. “Goon Show” adını taşıyan tekli, grubun imzası hâline gelen kaos estetiğinin en taze çıktısı. Vokalist Gareth Liddiard’ın karakteristik icrası ve nabzı andıran davullarıyla teatral bir atmosfer yaratıyor. Sözlerinde zamanımızı “Pisliklerin altın çağı ve rezaletin zaferi” olarak tanımlayan Tropical Fuck Storm, kendine özgü mizahi üslubunu iç gıdıklayan karanlıklarla buluşturmaya devam ediyor.