Bir canavarın kendine oyduğu küçük dünya: bar italia ile konuştuk

Röportaj: Zeynep Naz Günsal

Londra merkezli üçlü bar italia, bahar aylarında yayımladığı Tracey Denim’in ardından arayı açmadı ve kasım başında sarmalayıcı cızırtılı atmosferi ve huysuz üslubunu hepten açtığı The Twits ile çıkageldi. Bu aynı zamanda grubun Matador etiketli ilk yayını. Tüm lo-fi estetiğiyle, hassas ve yüzleşmeci denebilecek, mesajı basit ve doğrudan, duygusu karmaşık ve birbirinden uçuk parçaları; duruş ve icralarında gözüpek, gerektiğinde kırılgan ve böyle olmaktan sakınmayan tavırda.

İlk yayınlarını Dean Blunt’ın bağımsız etiketi World Music çatısı altında yapan bar italia, tadımlık Angelica Pilled EP (2020), kasvetini samimiyetiyle kıran kısa kısa hikâyeli debut Quarrel (2020), tuhaf atmosferlerini inceden inceye avangart bir havayla genişlettikeri bedhead (2021) ile sonik âleminin geniş hatlarını ortaya koymuştu. 90’lar alternatif rock sahnesinden tanıdık isim ve tınıları zihinde uyandırırken; bunları ironik süzgecinden geçirerek salaş ve rengi soluk dream pop ile kavrulmuş özgün bir ifade biçimi çıkmıştı ortaya.

Benim gibi acemi gazetecilik pozisyonunda biri için Jezmi Tarık Fehmi, Nina Cristante ve Sam Fenton hakkında başta kafa karıştıracak miktarda az bilgi, kendilerine dair minimal ve net tanımlamalar, emin ve sade bakış açılarıyla aydınlatan bir düsturları var. Önceki ketumlukları bir taktik değildi ama müzik üretmeyi ve sunmayı seçtikleri koşullar, anaakım ya da dışında kalan tüm mecralarda kaçınılmaz biçimde ilgi uyandırdı. Kültürel belleğimizde hâlâ “cool” diye bir tabir varsa, ya da bunun artık ne gibi karşılıkları mevcutsa karşılığı tam olarak bu nötrleyen, işine bakan eda bence. 

bar italia ile hâlen sürmekte olan Avrupa turnelerinin Rennes konserinden önce sohbete koyulduk. Albümden albüme evrilen rutinlerinden, turne alışkanlıklarından, troll Reddit dedikodularından ve biraz da Gigi Datome’den konuştuk. 

Öncelikle bir şeyi açıklığa kavuşturabilir miyiz: Adın, Jezmi Tarık Fehmi. Başta hiçbir şey düşündürmemişti ama buralardan tınlayan bir isim olduğuna şüphe yok. Biri Reddit‘teki bir başlıkta ilk kez lokum denedikten sonra ismini değiştirmeye karar verdiğini yazmış. Bu ne kadar doğru? Bağlamı nedir?

Jezmi Tarık Fehmi: Daha az gerçek bir şey düşünemezdim. Ben yarı Kıbrıs Türküyüm ve Türklere göre garip bir ismim var çünkü büyükbabam ülkeye geldiğinde isim başvurusunu yanlış doldurmuş. Evet, biraz saçma ve benim ilk adım tabii ki Türkiye’de pek yaygın değil.

Reddit’teki konuyu da görmüştüm.. Sanırım bunu yazan kişiyi biliyorum.

Aa, onu tanıyor musun? 

Jezmi Tarık Fehmi: Hayır ama kim olduğuna dair bir fikrim var.  

Tamam o zaman, bar italia’ya dönebiliriz. Bir yıl içinde iki albümle hayatlarınızın çok verimli bir döneminden geçtiğiniz açık. Uzun süre Dean Blunt’ın kurucusu olduğu World Music’teydiniz. Buradan Matador’a geçişiniz nasıl gelişti?

Jezmi Tarık Fehmi : Geçiş bizim için doğal hissettiren bir zamanda gerçekleşti. Önceki yıllarda Dean müziğimizi yayımlayan, tanıdığımız biriydi. Standart, düzgün bir plak şirketinin Bandcamp’i falan gibi değildi yani. Sonrasında oldukça fazla etiketin ilgisini çektik, bu yüzden bir şey yapmak doğru geldi. Fakat Matador bunu gerçekten yapmak istediğimiz tek yerdi.

Bu süreçte herhangi bir yaratıcı ya da lojistik baskı hissettiniz mi?

Sam Fenton: Üzerimizdeki lojistik baskı beş parasız olmamızdı. Yani evet, hissettik. Yaptığımız şey karşılığında para almak istiyorduk. Kalıp kalmamak, Londra’dan biri tarafından temsil edilmek ya da dal budak salıp başka yerlerde temsil edilirsek işlerin nasıl gideceğini görmek arasında kalmıştık. Üstelik hepimiz New York’u çok seviyoruz, bu da işimizi kolaylaştırdı.

The Twits çok daha parlak ve sert bir atmosfere sahip. Tracey Denim‘e ve diskografinizin geri kalanına kıyasla ton değişimi açıkça hissediliyor. Parçalar artık çok daha uzun, genel tınısı daha toplu geliyor ancak albümün akışı doğrudanlığını, net geçişleriyle kolaj benzeri çağrışımları koruyor. Albümün dinleyen üzerinde nasıl bir etki bırakmasını umuyordunuz ve şimdi resmî olarak piyasaya çıktığına göre The Twits sizin için neleri çağrıştırıyor?

Jezmi Tarık Fehmi: Albümü iki ay boyunca baskı altında, oldukça izole bir hâlde bir kaydettik. Bir ifade ya da konsept bulmaya çalışmayı düşünmüyorduk aslında. Fakat şimdi geriye dönüp albüme baktığımda, kaydedilme biçiminin de getirisiyle oldukça bütünlüklü geliyor. Daha tekil bir birim gibi algılıyorum. Ama projeye girişirken iyi parçalar yapmaktan başka bir şey düşündüğümüzü sanmıyorum. 

Nina Cristante: Ben de. 

Sam Fenton: Kayıt sürecinde bunun gerçekleşmekte olduğunu fark ettiğimizde, bu hissi takip etmeye çalıştık. Daha toplu olduğunu söyledin ya; aslında albümün daha zengin bir sesi olduğunu fark etmeye başlamıştık ve bundan heyecanlanıp bunun ardını getirdik ama bunu planlamamış ya da nasıl olacağını önceden düşünmemiştik. Sadece yapabildiğimiz en iyi şekilde kendimizi ayarladık ve sonra içgüdülerimizi takip ettik.

Sizden aşina olduğumuz estetiği ve üslubu koruyorsunuz ama aynı zamanda daha açık, daha konsantre bir karar süreci varmış gibi hissettiriyor. Şarkılar çok fazla fikir barındırıyor ve beklenmedik değişimler yaşanıyor. 

Nina Cristante: Bence bilinçli bir karar yok, sadece o alana girdiğimizde ne olduğunu görüyoruz ve sonra yalnızca bunu takip ediyoruz. Yani tabii ki bir şeylerin yeterince iyi olmadığı yerleri sorguluyoruz. Bir karar verme süreci var, ancak Jezmi’nin söylediği gibi başlangıçta iyi şarkılar yapmak dışında çok özel bir niyetimiz yoktu. Tabii ki birlikte ne kadar çok müzik yaparsan, birbirin hakkında o kadar çok şey öğreniyorsun ve ne kadar güven varsa, o kadar çok gelişim oluyor. Üçünüzün birlikte müzik yapmasının simyası içinde giderek daha da derine indiğini umuyorsun.

Albüm Marta Salogni (black midi, Animal Collective, The xx, Björk) tarafından mikslendi. Onun dokunuşlarını duyduktan sonra nasıl hissettiniz?

Nina Cristante: Harika biri. Onunla gerçekten iyi bir deneyimimiz oldu.

Jezmi Tarık Fehmi: Ayrıca çok da rahatlamış hissettik. Daha önce Tracy Denim‘de de birlikte çalışmıştık ve o albüm geleneksel bir stüdyo ortamı olmasa da daha sıradan bir ortamda kaydedilmişti. Bu sefer ise bir çiftlikte, güneş enerjisiyle çalışan bir evde kaydettik.

Mallorca’da, aynen.  

Jezmi Tarık Fehmi: Aslında uğultu ve benzeri, kayda sızan bütün sesler hakkında birtakım endişelerimiz vardı. Bu yüzden kayıt öteki taraftan çıkıp kulağa hâlâ o kadar iyi geldiğinde, “Tamam, bu harika!” demiştim. Ayrıca ona üstünde çalışması için biraz daha zor şeyler verdik ama bunlarla bir şeyler yapıp yapamayacağı konusunda biraz daha az kaygılıydık. Çünkü onunla daha önce çalışmış olmaktan ötürü gerçekten iyi bir şeyler yapabileceğini biliyorduk.

Mallorca’da güneş enerjisiyle çalışan bir evde olmaya dair bir alışma süreci oldu mu?

Jezmi Tarık Fehmi: Garip bir şekilde yaşadığımız en verimli kayıt süreciydi. Oraya alışmak daha tuhaf olandı.

Nina Cristante: Evet. Sanırım başlangıçta odanın ve ekipmanların kurulumunu yapmanın, tüm bunların heyecanı vardı. Sonrasında birtakım düşüşler ve her şeye biraz fazla yakın olduğumuz için biraz ara vermek zorunda kaldığımız anlar oldu. Sonra geri dönüş… Ayrıca evimizi değiştirdik, yani şarkıların yapılandırılması gibi işleri başka bir evde yaptık. Albümün çoğunu güneş panelli olan evde kaydettik, diğer ev ise daha küçüktü. Bence evi ve ortamı değiştirmek çok iyi oldu. 

Eminim bu konudan biraz yoruldunuz ve “esrarengiz”, “gizemli”, “ulaşılmaz” gibi sıfatlardan sıkıldınız. Ancak zamanında oldukça, bu doğru bir tabir olur mu bilmemekle birlikte, içe dönük bir gruptunuz. Şimdi belki de medyaya genel yaklaşımınızın yeni bir dönemindeyiz sanki. Daha sesli olmaya başlamak sizin için nasıl bir süreç oldu? Basının ilgisine nasıl uyum sağladınız? Sıktığı oluyor mu?

Jezmi Tarık Fehmi: Sanırım bu konuyu ifade etmek için en uygun tabir içe dönüklük çünkü bunu herhangi başka bir nedenle yapmıyorduk. İhtiyacınız olduğunu hissetmiyorsanız konuşmazsınız çünkü. Fakat kişisel olarak söylemek gerekirse, evet, alışma süreci pek rahat olmadı.

Sam Fenton: Bazen de şaşırtıcı derecede kolay oluyor. Bazen gerçekten o an hangi ruh hâlinde, ne kadar iyi, ne kadar yorgun, mutlu olduğumuza ya da her neyse ona bağlı oluyor. Bazen ise gerçekten iyi bir sohbete dalıyoruz.

Jezmi Tarık Fehmi: Ama aynı zamanda bazen aşağı yukarı iyi bir sohbet geçirdiğini hissedip, ardından röportaj yayımlandığında “Vay be, kesinlikle söylediklerimin en önemli kısmını kesip atmış.” diyebiliyorsun.

Nina Cristante: Bu video, fotoğraf ve benzeri şeylerde de aynı bence. Demek istediğim, biz kendimiz için ufak bir dünya oyduk ve böyle şeyler bazen o alanı sulandırıyor gibi geliyor.

Birçok şeyin imaj ve etkileşime endeksli olduğu bir ortamda, kesinlikle egosuz ve ciddi tavır benimsediğiniz ortada. Bu tanımın müziğiniz için de uygun olduğunu düşünüyorum. bar italia sosyal medyada da canlandırıcı bir şekilde minimal ve yaratıcı bir şekilde var oluyor. Bu sadece alışkanlığa mı bağlı yoksa bir tercih mi?

Sam Fenton: Alışkanlık olduğunu söyleyebilirim. Bu bizim doğamızla ilgili. Bize uymuyordu, bu tür şeyleri yaparken kendimizi doğru hissetmiyorduk.

Jezmi Tarık Fehmi: Bir yandan bunu birçok insan yapıyor, ama bunun sonucunda büyük kısmı başarılı olamıyor. Ne yazık ki pek çok kişi çok fazla insana ulaşamıyor. Sayfasında çok da bir şey olmayan bir Instagram’ınız var ve “Aaa, aslında epey başarılı oldunuz ama hesabınız hâlâ öyle görünüyor.” denince de tuhaf oluyor. 

Nina Cristante: Dürüst olmak gerekirse bunun nasıl yapıldığını bildiğimizi sanmıyorum. Bence de alışkanlıkla ilgili.

Fotoğraf: Steve Gullick

Bu arada farklı projeleriniz de söz konusu. Sam ve Jezmi, birlikte son olarak Foolish Narratives (2022) adlı kısaçaları çıkaran Double Virgo’yu oluşturuyorsunuz. Nina, senin de solo yayımladığın TWINS (2020) ve Classics (2021) albümlerin mevcut. Bu iki ayrı icranın birikimi bu yıllar içinde bar italia’nın şimdiki hâlini nasıl besledi sizce?

Nina Cristante: Duyuyorsunuz aslında. Yani duyduğunuz gibi oldu. 

Sam Fenton: Solo işler, bar italia’yı beslediler. Sonra bar italia oldu ve bar italia bizim durumumuzda kesinlikle daha “fazla” bir şey hâline geldi. Yani bir bakıma o noktada birbirlerini beslemeyi bırakıp, daha çok bar italia dışında zamanımız olduğunda yaptığımız şeylere dönüştüler. 

Jezmi Tarık Fehmi: Yarattığımız canavarın dışında.

Nina Cristante: Hepimiz canavara boyun eğmiş durumdayız.

Jezmi Tarık Fehmi: Her şey canavarı besliyor.

Turnede neler dinler oldunuz? bar italia rotasyonunda neler var?

Sam Fenton: Sorun şu ki turne minibüsünde dinlediğin herhangi bir müzik en sevdiğin şey olsa bile, tekrar tekrar dinlediğin için biraz sinir bozucu olmaya başlıyor. Bilinçli olarak dinlemek yerine sadece boşluğu doldurduğunu anlayabiliyorsun. Şimdiye dek iki kez turne yaptık, bu sefer hepimiz kulaklık getirdik ve bence hepimiz kendi şartlarımızda müzik dinlemekten biraz daha fazla keyif alıyoruz. Ya da bazı insanlar sadece kulaklıklarındaki gürültü engelleme özelliğini kullanıyor ve müzik bile dinlemiyor.

Nina Cristante: Benim kulak tıkacım var.

Jezmi Tarık Fehmi: Ben televizyon izliyorum.

Sam Fenton: Ya da kitap filan okuyoruz.

Nina Cristante: Ben baya kitap okuyorum, o kadar hoş ki…

Jezmi Tarık Fehmi: Biz oldukça içine kapalı insanlarız! Sam’in Dediğine benzer şekilde ilk turnemizde herkes çok heyecanlıydı…

Sam Fenton: Herkes sıraya girip birbirinin ardına parçalar çalıyordu. 

Jezmi Tarık Fehmi: Şimdi herkes “Benimle bir iki saat konuşmayın.” modunda. 

Nina Cristante: Ama iyi bir anlamda. Bir etkileşime girmek zorunda kalmadan sevdiğin insanların etrafında olmak çok güzel. 

Jezmi Tarık Fehmi: Ayrıca turnedeyken tam olarak ne kadar vakit harcadığını kabul etmek… Bu vakitlerde başka bir şeyler yapabilirsin!

Nina Cristante: Evet, dürüst olmak gerekirse aslında bazılarımız minibüste müzik yapıyor, film izliyor, sesli kitap dinliyor…

Jezmi Tarık Fehmi: Yazıyor… Faturalarını, vergilerini düzenliyor…

Nina Cristante: Okuyor… Okuduğum için çok mutluyum. Ayrıca, çok meşguldük. Jezmi ve Sam’i bilmem ama turnede olduğumdan beri ilk kez tekrar bir rutinim oldu. O kadar çok şeye boğulduk ki. Albüm çıkacaktı, konserlere hazırlanıyorduk, bu yüzden de çok fazla prova yapıyorduk… Ve aslında turnede geçen günlerin her gün aynı olması bir tür rutinin gelişmesine yardımcı oluyor.

The Guardian‘da hakkınızda yazılan makalelerden birinde İtalyan basketbolcu Gigi Datome’nin Milano’daki konserinize geldiğini ve hayranınız olduğunu okudum. Türkiye basketbolunda çok önemli bir figür ve burada Fenerbahçe’de uzun yıllar oynadı. Konser sırasında veya sonrasında onunla etkileşimde bulundunuz mu?

Jezmi Tarık Fehmi: Bir yerlerde hepimizin ve menajerinin olduğu bir fotoğraf var.

Hadi canım!

Jezmi Tarık Fehmi: Sahnede, evet.  

Sam Fenton: Sonra onu Google’da da arattık. Onu fark etmediğimize, hiçbirimizin dikkatini çekmediğine şaşırmıştım.

Jezmi Tarık Fehmi: Bildiğim bir şey onun bir journeyman olduğuydu, yani bir sürü farklı ülkede oynadı, değil mi? Türkiye’nin bunlardan biri olduğunu bilmiyordum, bu iyiymiş. Sadece İtalyan basketbolu değilmiş.

Nina Cristante: Ne zaman istersek gidip bir maçını izleyebileceğimizi söyledi.

Fotoğraf için Gigi Datome’ye teşekkürler.

Son olarak İstanbul’da bir bar italia konseri için sabırsızlandığımızı söylemek isterim. Herhangi bir noktada buraya uğrama planlarınız var mı? 

Jezmi Tarık Fehmi: Çok isterim, hem de çok. En sevdiğim şehir. Bunu hep derim, samimi söylüyorum. 

Sam Fenton: Benim de hoşuma gider

Nina Cristante: Hiç gelmedim, çok isterim.