İnadına pop: Wham!

Yazı: Ekin Sanaç

80’lerin ikonik pop ikilisi Wham!’in öyküsüne, odağına George Michael ve Andrew Ridgeley’nin dostluğunu alarak bakan Chris Smith imzalı Wham! belgeseli, 5 Temmuz’da Netflix kataloğuna eklendi.

Ne hakkında?

Wham! dünyanın en çok (ve en hızlı) ünlenmiş gruplarından biri olmanın çok ötesinde bir parıltıya sahip. Bu film de alışılmış bir müzik belgeseli olmanın çok ötesinde bir niteliğe… Birbirlerini 12 ve 11 yaşlarında bularak kenetlenen ve beraber büyümek yerine beraber büyümemeyi seçen Andrew ve George’un ortak müzik tutkusuyla bağlanan dostluklarının iniş ve çıkışlarını kendi ağızlarından izletiyor. Wham!’in neden eşittir Andrew ile George olduğunu, Andrew ile George için her şeyin neden pop; popun her şey olduğunu ve bunun dinleyicide nasıl karşılık bulduğunu göstermeye çalışıyor. 

İlk intiba?

George Michael’ın bu dünyadan göçüp gitmesiyle aileden birini kaybettiğini hissedenler, ilk dakikalar itibarıyla Wham! hakkında yapılmış bir müzik belgeselindense Wham!’i Wham!’den dinleyeceği bir seyre çıktığını anlayınca bir nebze rahatlayacak. Hazır ettiği mendillerle göz göze gelerek aldığı endişeli derin nefesler, vakit geçmeden yerini Wham! neşesiyle sarmalanmış bir nevi iyileşme seansına bırakacak. Haddini aşarak görüş mesafesini daraltan bir nostaljiden ziyade, birtakım derinleşen hislerle karşılaşacak.

Belgesel nasıl yöntemler / malzemeler kullanıyor? 

Belgeselin kullandığı görsel materyaller, George ve Andrew’un okul yıllarından itibaren kendi yaptıkları çekimler ve çektikleri fotoğraflardan oluşuyor. Bunun yanında Andrew’un annesinin kupürler, haberler ve notlarıyla Wham! serüvenini baştan sona kayıt altına almak için tuttuğu tatlış günlüklerden de bolca yararlanılmış. 

Bu görsellik belgeselin başından sonuna George Michael ve Andrew Ridgeley’nin ses kayıtlarıyla iç içe dokunmuş. Yani onlarla aramıza minimumda mesafe koymak, doğrudan bir iletişimi sağlamak için çabalıyor. Andrew Ridgeley’nin ses kayıtları yönetmen Chris Smith’in kendisiyle günler boyu süren nehir söyleşi tadındaki seanslarından derlenmiş, George Michael’ın ses kayıtlarının çoğuysa BBC’ye verdiği retrospektif röportajlardan alınmış. 

Bu ses kayıtlarının içeriği, gerek George ve Andrew arasındaki geçişler, gerek üzerine geldikleri görüntülerle kurdukları iletişim adına o kadar incelikle kurgulanmış ki neredeyse belgeseli George Michael hayattayken Andrew Ridgeley ile beraber hazırlamaya koyulduklarını fakat tamamlayamadıklarını düşündürüyor. Yani aslında bir anlamda öyle de. Çünkü hikâyenin anlatısına neredeyse başka kimse salça olmuyor. Talking head’ler yok, eleştirmenler yok, akademisyenler yok, müzik tarihi analizleri yok. İzleyene ortaokul itibarıyla beraberken yaptıkları şeyler ve ilk kayıtlarından başlayarak kurdukları ilişkinin gerçekliği geçirilmeye çalışılıyor. Belki en önemlisi de ikilinin birbiriyle ilişkilenmesinde –ki filmde bunu eş bir ortaklık (partnership) olarak tanımlıyorlar– yaşanan kırılganlıklar ve egoların üstü örtülmüyor. 

Zaman dilimi ve mekân 

Belgesel, katı bir şekilde Wham!’in biricik hikâyesine odaklanıyor. George ve Andrew’un Wham!’in dağılışından sonraki solo yaşamları dışarıda bırakılmış. Yani temelde 1981-1986 yıllarındayız. Hikâyeye İngiltere’de başlayıp Wham!’le birlikte dünyayı gezerek devam ediyor, 28 Haziran 1986’da Wembley Stadyumu’nda 70 binin üzerinde bir kalabalığa verdikleri veda konseriyle zirvede bırakıyoruz. Hayranları gibi dahasını isteyerek kalmaktan keyif almaya çalışıyoruz. 

Ama belgesel doğal olarak 1981 yılından değil, ikilinin ortaokulda tanıştıkları andan başlıyor. İkilinin “kader ağlarını örmüştü” tadında yeşeren dostluklarının ilk günlerine de vakıf oluyoruz. George’un, Andrew ile aynı okula başlayan 11 yaşında bir çocukken ismi Georgios Kyriacos Panayiotou’ydu. Çünkü kendisi 1950’lerde Kıbrıs’tan İngiltere’ye göçmüş bir ailenin çocuğu; babası Rum. Andrew’un babası da Mısır asıllı. Belki o da göçmen bir ailenin çocuğu olarak okul sırasında oturduğu için George’un okula başladığı gün öğretmenin, “İşte yeni öğrencimiz Georgios Panayiotou, onunla kim ilgilenmek ister?” sorusuna cevaben, büyük bir hevesle elini kaldırıyor. 

Çok spoiler vermek istemiyorum ama Andrew ve George’un henüz küçücükken kendilerini dünya yıldızı statüsüne getirmelerine tanıklık etmenin arka planındaysa, şarkılarını yazarken de etkisi altında kaldıkları İngiltere’deki genç işsizliğinin yadsınamaz boyutu var. George Michael, Wham!’in erken yıllarında verdiği bir röportajda müziklerinde yer alan “gerçeklerden kaçışa dair unsurların” ne denli bilinçli olduğunu hissettiriyor ve Wham!’in post-disco dönemindeki poppy çıkışıyla kaçış sanatının listeleri tırmanmaya başlandığını (bir anlamda gururla) söylüyor: “3-4 yıl önce punk ile birlikte insanlar bağırıp çağırıyorlardı. Şimdilerdeyse genç ya da işsiz olmaktan ötürü utanmıyorlar. Daha ziyade diskolara kulüplere gidip tüm bunları unutmak, onlardan kaçmak istiyorlar.”

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Tabii ki baştan sona neşeli bir seyirlik beklenmemeli. Mendiller hazır bulunduruldukları yerlerde kalmalı. Çünkü çıkışları kadar inişleriyle de kalbin derinliklerine dokunan bir seyir sunuyor belgesel. Zaten alışılmış bir belgesel olmaması, Wham!’in müziğini yaratıcıları olan insanlarla yakınlaşarak dinletme çabasından kaynaklanıyor. Hem yaratım süreçlerinde hem de yaşamlarının diğer kesitlerinde birbirlerine alan açmak için yaptıklarına, birbirlerine olan şefkatlerinin körelmesine nasıl izin vermediklerine, iç dünyalarında karşılaştıkları engebelerle nasıl mücadele ettiklerine dair biraz da olsa fikir edinmek iyi hissettiriyor. Hayatlarının çok erken bir döneminde, üstelik çok da kısa bir zaman diliminde, millet onlarla dalga geçerken geldikleri zirve noktasını değerlendirmek de.

“Club Tropicana” şarkısının klibini çekmek üzere çıktıkları Ibiza seyahatinde George’un gay olduğuna dair yaptığı keşfi Andrew ile grup arkadaşları Shirlie Holliman’a açması, Wham!’in hikâyesi için de elbette bir dönüm noktası oluyor. Seyir süresince “gay” ve “dünya starı” olma kimliklerini aynı anda taşımanın yalnızca George Michael için bu eşitsiz ve adaletsiz dünyada ne denli zorlu bir mücadele anlamına geldiği hakkında değil, bu mücadele adına yanı başındaki Andrew’un yapabildikleri (ve yapamadıkları) hakkında da fikir sahibi oluyoruz.

En çok neyi sevdin?

Ben Wham!’e müteşekkirim. Sadece müzik için değil. Bana hayat boyu unutmak istemediğim bazı hislerin ve mefhumların ne olduğunu hatırlattığı için müteşekkirim. Arkadaşlarla; seçilmiş aileyle birlikte hayal kurmanın dünyanın en önemli şeyi olduğunu hiç unutmamam gerektiğini hatırlattığı için. Belki de en başta, pop müzikte yaşa takılanlara hâlâ söylenecek bir çift söz olduğunu gösterdiği için. “Pop’a, genç olmanın en temel temsillerinden biri” olarak bakılabileceğini; pop müziğin, en iyi şekilde “genç olmanın müziğe sunduğu katkı” olarak açıklanabilirliğini; genç olmanınsa yaşla açıklanamazlığını gösterdiği için. Millet bütün sıkıcılığıyla, “Bu tipler böyle berbat görünürken nasıl oluyor da böyle müzik yapabiliyorlar?” diye nefreti büyütürken, o “tiplere”, “Wham!’in asla ‘büyümesine’ ve orta yaşlı olmasına izin vermedikleri” için müteşekkirim. Yani bu müzikli hikâye aynı zamanda uncool olmanın tanımını lise zorbalarından intikam alırcasına bozuyor da. Cool ve uncool arasındaki, kendini ciddiye almak ve ciddi şeyler yapmak arasındaki, şuursuzluk ve kararlılık arasındaki inşa edilmiş sınırlara koca bir yuh! 

İzlerken Google’ladığın şeyler oldu mu? 

George Michael’ın Rum asıllı olduğunu ve isminin Georgios Kyriacos Panayiotou olduğunu biliyordum. Ama ailesinin göç hikâyesine dair pek bir bilgim yoktu. Belgeselde ailesinin Kıbrıs’tan İngiltere’ye 1950’lerde göçtüğünü öğrenince kendimi Kıbrıs İşgali’nin arka planı ve Kıbrıs’ın bağımsızlık mücadelesine dair şeyler araştırırken buldum. 

Kimler sever? 

Wham! yalnızca grubun ve George Michael’ın hayranlarının; onların şarkılarıyla yolu kesişmiş olanların değil, herkesin ruhuna dokunabilecek bir film gibi geliyor.