XSM annelerinden kulüp kültürünün direngen tarihine saygıyla 

Röportaj: Ekin Sanaç

COVID-19 pandemisi müzisyenlerin konser takvimlerini, müzik mekânlarını boşalttıktan bir süre sonra kritik bir başka mesele kendini göstermişti. Ya da sıra o meseleye anca gelebilmişti demek daha doğru olur belki: Müziğin yaşandığı ve paylaşıldığı alanlardan (hayatta kalabilenler) yeniden aktive olduklarında, o kayıp dönemin öğrencilerini, yeniyetmelerini, henüz yola çıkanları barındırabilecek miydi? Yol kat etmiş olanlar bu dönemde kaybettiklerini telafi etmek isterken yenilere, sürprizlere alan kalabilecek miydi? Zaten öncesinde de pek harika olmayan koşullar üzerine gelen ve mevcut yarıkları daha da derinleştiren bu süreç ile hesaplaşmada yeni gelenlere ne kadar tahammül olacaktı? Yerler hemen kapılmayacak mıydı? Henüz yola çıkmamışların başlayabilmesi için bir şeyler yapılacak mıydı?

2020 sonrasında onca kayıp yaşandı, dünyanın çeşitli noktalarında onca kulüp kepenk indirerek tarihe gömüldü. Örneğin bu süreçte Birleşik Krallık’taki kulüplerin yüzde 30’unun kapandığı bilgisi var. Bir yandan da bir süredir dans müziğinin çok şaşalı bir dönemden geçtiğinden bahsediliyor. 

Eylül 2023’te Resident Advisor’da yayınlanan bir makalede, kulüp kültürü ve dans müziğinin TikTok, lüks modaevleri, sansasyonel bazı eventler gibilerinin etkisiyle derin cepler ve büyük şirketler için nasıl da cazibeli bir hâle geldiği ve bunun kültür için neler ifade edebileceği tartışılıyor. Meraklısı buradan okuyabilir. 

Bu makaleden, güncel International Music Summit raporuna referansla COVID-19 pandemisinin yıkıcı etkilerine rağmen global elektronik müzik endüstrisinde 2019’dan 2023’e azımsanamayacak bir büyüme gözlemlendiğini öğreniyoruz. Yani dans ve kulüp kültürü pandemi sonrası dönemde bir başka hızla ticarileştirilme fazına geçti. Buna pek çok unsurun etken olduğu söyleniyor. 

Mesela gece hayatının can damarı olan mekânlar birer ikişer kapanırken sokağın köşesinde bunu fırsata çevirmek için bekleyen birileri de elbette vardı. Ya da Hollywood devi menajerlik ajansları DJ’lik işine soyunduğunda sanatçı kaşelerinde akıllara durgunluk verici artışlar yaşanması kaçınılmazdı. “Büyük” DJ’lere artık bir menajerin değil, kocaman kocaman ekiplerin eşlik etmesi herkes tarafından jet hızıyla bu işin olmazsa olmazı olarak benimsendi. Çok tipik olarak “O kaç bilet keser”lerin, “O DJ kaç şişe açtırır”ların, kurduğu hakimiyeti korumaya çalışan bazı adamların dominasyonuna girildi. 

XSM Recordings işte böyle bir dönemde çıkageldi. Pandemi döneminde Türkiye’de yaşayan kuir prodüktörlerin yayınlarına, kuir komünitenin bir arada var olabilme biçimlerine alan açmayı hedefleyen bir annelik girişimi olarak yola koyuldu. Kulüp kültürünü kültür olarak var eden tarihe saygı ve sevgiyle hem de. Kuruluşunu yanar döner tasarımlarla Haziran 2020’de, Pride zamanı ilan etti. Gece hayatının ve eğlence kültürünün aldığı yıkıcı darbelere hiç vakit kaybetmeden verilmiş bir yanıt olması şaşırtıcı değildi. Çünkü aktivizmden gelen bir hızlı harekete geçme pratiği vardı. Ve çünkü pek çok LGBTİ+’ya iş imkânı sağlayan gece ve eğlence alanı puf diye ortadan kaybolunca hayatlar iyice zorlaşmıştı. Ve umarım şunu da kimse unutmuyordur ki zaman zaman güdük bir “eğlence” tanımı altına sıkıştırılmaya çalışılan partiler ve etkinlikler Pride’lardan pikniklere, sergilerden film gösterimlerine, evden işe, her yerde var olmak için mücadele etmek zorunda bırakılan ve türlü zorbalıkla karşılaşan LGBTİ+’lar için zaten hayati ve politik alanlar.

Bir var olma habitatı olarak ortaya çıkan XSM Recordings, kuruluşundan bu yana dayanışmayı sıkı prodüksiyonlar, nefis bir görsel evren, çok sesli partiler ve anlamlı iş birlikleri ile büyüttü, büyütüyor. Plak şirketinin yaşadığımız yerin lokal ve güncel elektronik müzik sahnesinin en çekici, en çarpıcı, en yakıcı bazı üretimlerini katalogladığına şüphe yok. 

2024 itibariyle XSM kataloğu 20 yayına ulaştı. Özellikle ikonik mi ikonik T-POP toplamalarını plak şirketinin Soundcloud sayfasından (başka yerde yok) ısrarla istemeniz tavsiye. 

XSM’in ilk yayını plak şirketi annelerinden ikisinin, Mx. Sür ve Kübra Uzun’un bir ortaklığıydı. Hayallerini birleştirerek XSM ateşini yakmış ve 2020 Pride’ına marş ettikleri bu parçaya “ALAN2020” adını vermişlerdi. XSM’in en son yaptığı iki yayın da Mx. Sür (Çağlar) ve Kübra Uzun ikilisinden geldi: “DJ Me(h)mure” ve “Benim Alfabem”. Sözlerinin kesitini almamız, müzikal kolajları üzerine konuşmamız gereken iki eser. Kübra ve Çağlar’la buluşalım, hem bu parçaları hem plak şirketinin yolculuğunu uzun uzun konuşalım, hem de 2024 Pride’ında dördüncü yaşını kutlamaya hazırlanırlarken güncelleme alalım dedik. 


XSM Recordings’in de ilk yayını olan “ALAN2020” bildiğim kadarıyla sizin beraber yaptığınız ilk şey?

Kübra:ALAN2020”nin nasıl ortaya çıktığından başlayalım. Biz düzenlediğimiz, çaldığımız partilerde de bir “alanın” içinde oluyoruz aslında. Ama bu “alanlar” neden sadece bizim olsun? “Alanlar” hepimizin olmalı. Zaten Çağlar’ın daha önceki projeleri de herkes için olan alanlarla ilgiliydi. Biz de kuir komünitenin özneleri olarak bu alanlarımızı nasıl genişletebiliriz sorusundan yola çıktık ve 2020 yılına geldik. 

Çağlar: Tam “alanlarımızdan” bahsederken birlikte bir şey üretmek istediğimizi fark ettik. Yakın arkadaş olmak ayrı bir şey; beraber üretmekse bambaşka bir seviyeye taşıyor her şeyi. Zaten çok aynı yerlerde olduğumuzu biliyorduk. Pandemi zamanıydı.

Kübra: Çağlar beni ablasının mini jipiyle Yeldeğirmeni’ndeki evimden aldı. Caddebostan’a doğru gittik. Arabadan inmeden Burger’dan sipariş verdik. Pandemi olduğu için her şey yasaktı. Orada bir bank bulduk. Etrafımızda polisler geziyor, herkesi uyarıyorlar. Biz bankta hapır hupur hamburgerimizi yerken “beraber bir şey yapmalıyız” dedik. Sonra eve döndüm. Ve bir sabah, “Günaydın, hop günüm aydın” diyerek uyandım. [“ALAN2020” bu sözlerle başlıyor.] Kahvemi koydum ve bir Aysel Gürel moment’ı yaşadım. Bana genelde böyle iniyor zaten. O sözler de indiği anlarda geliyor kaleme ve kağıda. “ALAN2020”nin sözlerini böyle bir sabahta ve 10 dakikada yazdım. 

Çağlar: İnanılmazdı. Önce Kübra’nın yazdığı sözleri daha önceden hayal ettiğim gibi rap şeklinde mırıldana mırıldana bir altyapı yaptım şarkıya. Sonra Kübra geldi. Güzel bir kahvaltı yaptık ve parçaya daldık. İlk defa birlikte bir şey üretiyorduk. Açıkçası ben biriyle müzik üretmeye pek de alışkın değildim. Ama çok çok iyi geçti. Toplamda on gün gibi bir süreçte kaydı bitirdik. 

Kübra: Bu arada XSM, eski üvey anne (ex-stepmother) demek. İsim annesi de Çağlar. Aslında dörtlü bir ekibiz. Birgay, Çağlar, kızımız 4-i ve ben. “ALAN2020” parçasını yazdığımız zamanlarda XSM Recordings projesini de aramızda konuşuyorduk. Dedik ki, “ALAN2020” XSM’in ilk yayını olsun! 2020 Haziran’da Pride haftasında yayınlandı. Sonra zaten İstanbul Pride’ın anthem’i oldu, herkes söyler oldu, başka işlerde kullanıldı. Ne mutlu ki! 

Tam olarak bunun için var XSM ve yayınları. XSM’in 1., 19. ve 20. yayınları Çağlar’la bizim ortaklığımız. Queer prodüktörlerin işlerini yayınlayan bir plak şirketiyiz. Aynı zamanda bir dayanışma projesi bu. Güvenli alanlar kuruyor, hep beraber düşünüyor, eğleniyor ve vakit geçiriyoruz iki ayda bir yaptığımız partilerde. 

Eski üvey anne isminin arkasındaki hikâyeyi de paylaşmak ister misin Çağlar? 

Çağlar: Gerçek bir hikâye o. Bundan yirmi sene öncesinden, hayatımın aşkıyla ilgili. İki çocuğu vardı ve yaşı benden büyük biriydi. Sonrasında ayrıldık ama aile yakınlığında kalmaya devam ettik. Bir gün ortak bir arkadaşımızla konuşurken o zamana kadar hiç fark etmediğim bir şey fark ettik: Onun çocuklarının eski üvey annesi olduğumu! Yani bu ismin biraz şöyle de bir anlamı var; hayatta akışkan bir şekilde her yerde olabiliyoruz. Ben bir gün eski üvey anne olabiliyorsam, hepimiz her yerde her şekilde var olabiliriz. Yani bu ismin hem gullümü ve yaşanmışlığı var hem de derinliği ve akışkanlığı.

Bu arada ikiniz de yıllardır müzikle, sanatla iç içesiniz. Siz nasıl ve ne zaman tanışmıştınız? 

Kübra: Yirmi küsür sene önce bir uygulama üzerinden konuşup tanışmıştık. Uygulamanın adı o zamanlar Gayromeo idi sonradan Planetromeo oldu. İşte tanıştık, ekleştik. Anlayacağın, when we were young canım! Seneler boyunca birbirimizin ne yapıp ettiğini takip ettik. Nadir de olsa konuştuk. Daha sık iletişim hâline geçmemiz Çağlar’ın el verdiği projelerden wake up call ve Suma Beach ile oldu. Suma Beach’in üçüncü yılı benim Kübra Uzun olduğum yıl. Yani 2015. O saçlar, o tırnaklar, ayağımda pembe kovboy çizmeleriyle takkkıııır takır girişimi yaptım Suma Beach’e. 

Çağlar: Ve biz tekrar kenetlendik. O dönem itibarıyla birbirimizin hayatında önemli anlarda ve şekillerde var olmaya başladık. 

Kübra: Çağlar’la ben yin yang gibiyiz. Siyah beyaz değiliz de bir şekilde birbirimizi tamamlıyoruz. Bazen birbirimize madilensek de hiç uzamıyor. Anlaşabiliyoruz. Hani çok insanla olmaz ya bu hayatımızda… 

“DJ Me(h)mure”, gece hayatı ve müziğe dair manifestosal bir şarkı. Sayın İlgililerine (To whom it may concern) gönderiyorsunuz parçayı zaten. Gece kültürü, partiler ve DJ’lik ekseninde deneyimlerinizi, dönüşümlerinizi, fark ettiklerinizi ve eleştirel bakışınızı açabilir misiniz? 

Çağlar: Biraz bu şarkıya varan süreçte neler yaşadığımı anlatmalıyım. Bir süredir bir mekânda çok rutin bir şekilde her hafta çalmaya başlamıştım. Elbette pandemi sonrası süreçte tam ihtiyacım olan düzendi bu en başta. Ama sonuçta ben DJ’liğe ya da gece kültürüne yalnızca “Heyy, insanlar eğlensin” diye değil de başka açılardan bakıyorum. Her yaptığım sette bir şeyler söylemeye ve anlar yaşatmaya çalışan biriyim. Bir şey anlatıyorum, bir şey paylaşıyorum; genel olarak bir mesajım var. 

Ciddi bir emek var zaten koyduğun ortaya.  

Kübra: Evet. Ve seneler var.

Çağlar: 2007 yılında başladım DJ’liğe. Bu zamana kadar başka mekânların yönetiminde yıllar boyunca çalışmış ve resident dj olmama rağmen buna benzer bir deneyim yaşamadım. Ancak bu son deneyimde DJ’lik ve mekânda var olmak rutine dönmeye başlayınca kendimden çok bir şey katmadığım, otomatik bir robot ya da bir memur gibi gittiğim bir şeye dönüştü. İnsanlar “Haftasonu n’apıyorsun?” diye sorduğunda cevap olarak, “Ben DJ Memur” demeye başlamıştım. Bir keresinde sanırım vapurdaydım ve Kübra’yla yazışıyorduk. “N’apıyorsun aşkım?” dedi. Ben de “Memuriyet devam” dedim. Sonrasına Kübra devam etsin.

Kübra: O sırada Londra’daydım. Temmuz ayı. Yağmurlar yağıyor. Çağlar’la arada telefonlaşıyoruz ve bir sürü şeyden bahsediyoruz. Ben Londra öncesi son İstanbul aylarımda artık daha az yerde çalıyordum. Bir sebebi, ben uzun uzun çalınca keyif alabilen biriyim. Bir de çok fazla kayıtlı setim yok. Çünkü yaşanan her şeyin o anda orada yaşanmasını tercih edenlerdenim. Birileri set isteyince yollayamıyorum. Bu belki bir hata ama tercihim böyle. İyi hissettiğim, biz bize olacağımız, belirli yerlerde çalmayı seviyorum sadece. Beş parasız oluyorum bazen ama para kazanmak için çalmak değil zaten benimki. Çağlar da zaten tam olarak “Parasızlıksa parasızlık, yeter!” diyerek o mekânda çalmayı bırakmıştı. O yüzden benzer yerlerdeydik aslında. Tabii Çağlar bana göre çok daha derinden yaşadı bunu. 

Biz kendi alanlarımızı yaratmak durumundayız Türkiye’de. Alanlar olamadığından çoktan seçemiyoruz, baştan ve hep birlikte inşa ediyoruz. Ne mutlu ki bu alanlar hepimize can oluyor, özneler bir araya geliyor. Pride tam olarak burada, ve bu anlama geliyor bana sorarsanız. Yani ticari kaygı güden ve markaların birbiriyle yarıştığı bir pride yerine varoluş mücadelemizi irdeleyen, hepimizi bir araya getiren ve bu bir aradalıktan güç alarak var olduğumuz bu habitatların her biri Pride. Ben de seçtiğim alanlarda çalarken Pride’ımı yaşıyorum.

Çağlar: Aynen öyle. Club / rave kültüründe artık çok businesslaşmış bir hâl var. Alakasız olan, o işin ruhunu taşımayan mekân ve insanların “Bu iş yapıyor, bu satıyor” diye yarattığı alanlar, yaptığı şeyler, düzenlediği partiler var. Birazcık bunların hepsine söylenen bir duruş var “DJ Me(h)mure”de. Tepkisel. Aynı zamanda bizim yaptığımız iş “yalnızca eğlence” kategorisine de giriyor ya bakıldığında… Oysa hakkını vererek yaptığınızda çok ciddi araştırma ve fedakarlık içeren bir iş. Bunun görülmediği, anlaşılmadığı ya da bu ruhun yakalanmadığı her âna, her kişiye, her türlü duruma yapılmış bir gönderme aslında parça. 

Şarkının yazım sürecine gelirsek…

Çağlar: Yani sözleri Kübra yazdı ve ben yazacak olsam tam olarak bunları söylerdim. 

Kübra: Hem yakın şeyler yaşıyoruz hem de Çağlar’ı tanıyorum ve yaşadığı şeyleri tahmin ediyorum. Ben çok açığımdır. Çağlar benim kadar anlatmaz. Ama Çağlar’ın yaşadıklarını hissedersin. Mutsuzsa o anda hissedersin. Nettir Çağlar. 

Çağlar: Prodüksiyon kısmını da biraz açayım. İstanbul’da üretemediğimiz bir dönemdi. Kendimizi Alaçatı’da bir sakinliğe atarak ürettik. Aslında electro ve breakbeat bir parça olacaktı. Ama sonra vokalleri ele alınca bu parçanın four to the floor bir his çağırdığını fark ettim. İşte biz her an birbirimizden ilham alarak üretiyoruz. Kübra’nın vokal tekniğini duyunca altyapının nasıl değişmesi gerektiğini anladım. 

Parçanın kapak görseli kendini gayet iyi anlatıyor da serüvenini senden de dinleyelim mi Çağlar?

Çağlar: Kübra bu parçanın kapağını benim yapmam konusunda netti. Zaten kolajlar yapıyorum ben. Bu kapak için de bir şeyler yapmaya başladım ama bir türlü olmadı. Haydi bir değişiklik olsun, AI çarkından geçeyim dedim. Bazı AI fotoğraflar çıkarmaya başladım. Tokalaşan iki memur, biraz gülümsüyorlar… Kübra’ya gönderiyorum ama hiç içine sinmiyor. Parçanın gücüne göre cheesy kalıyorlar. Benim zaten işlerim hep son anda yokluktan üretilen işler olur. Madem parçanın tam hissini vermeye çalışacağım, aldım streç filmi elime, tüm yüzümü sardım. Parçanın duygusu tam o nefes alamama hâli çünkü… Kendimi streçe sarınca gerçekten de nefes alamadım. Şöyle bir hava deliği açayım dedim ve o sırada kendimi çektim. Telefonla çekiyorum bu arada. Yani son derece amatör bir çekim. Ama bir şekilde canlı olarak boğulma anını yakalamış oldum. Editini yaptım, Kiki ggNash da son dokunuşu yaptı. 

Kübra: Bu arada Kiki ggNash demişken, Çağlar’ın ilk EP’si yayımlanmıştı XSM’den. O albümün kapağını da Kiki çalışmıştı. Aslında XSM partilerinde de hep komüniteden bir arkadaşımız posteri çalışıyor. O arkadaşımızın bir de o gece bir pop-up sergisi oluyor genellikle. 

Parçaya dönecek olursak, Çağlar’la evden uzaklaşıp bir nefes almak için Alaçatı’ya gittik. Çağlar’ın bir arkadaşının teyzesinin butik oteline kışın ortasında kapandık. İki üç gün dinlendikten sonra çıktı “DJ Me(h)mure” ve “Benim Alfabem”. İstanbul’a dönünce de Çağlar cilaladı. 

Çağlar: Prodüksiyonla teknik anlamda ben daha çok uğraşsam da yaratıcı kararları beraber alıyoruz. Özellikle “Benim Alfabem”in prodüksiyonunun yüzde 70’ini beraber çıkardık. Zaten iki parça da sample tabanlı. Geçmişten gelen bir geri dönüşüm. 

Evet, “Benim Alfabem”in müziği de sözleri de göndermelerle dolu. Bir de Amanda Lear’a ve onun “Alphabet” şarkısına bir saygı duruşu. Onun ikonik disco ve pop müzik yaklaşımından, “Benim Alfabem”e verdiği ilhamdan da bahsedelim istiyorum? Bu röportaj öncesinde zamanında verdiği bazı röportajları okudum. Disco müzik için “Harika prodüksiyon, berbat sözler” diyor ve disco’yu entelektüel bir seviyeye çekmek istediğinden bahsediyor; “Senelerdir bunu rock müzikle yapıyorsun, neden disco da bunun bir aracı olmasın?” diyor. 

Çağlar: Pandemi sonrasında yeniden yurtdışına çıkmıştım. Berlin’deydim. Orada Sophie diye çok yakın bir arkadaşım var (eski üvey anne olmamı beraber kavradığımız aynı arkadaşım). O sıralarda ikonik İtalyan şarkıcı Raffaella Carrà ölmüştü ve biz de evde onu dinliyorduk. Sonra Sophie’ye Ajda’dan bahsettim ve 70’lerden divaları dinleyerek devam ettik. Amanda Lear da bol bol dinledik. O günden sonra ben Amanda Lear’e bir tekrar düştüm. İlk albümü I am a Photograph’ı (1977) tekrar tekrar döndürmeye başladım. “My Alphabet”i yapma fikri oradan çıktı. Biz de böyle anıtsal bir parça bırakmalıyız diye düşündüm.

Kübra:Benim Alfabem”in de “ALAN2020” gibi bir etkisi oldu zaten.

Çağlar: Kübra sen Kabak’taydın sanırım böyle bir şey yapsak mı diye sorduğum sırada. Kübra hemen monoloğunu yazdı. Amanda Lear zaten Dalilerin, David Bowielerin ilhamıydı, bizim de ilhamımıza dönüştü. 

Kübra: Saygı kuşağı. 

“Benim Alfabem”i kavramsal olarak da biraz konuşabiliriz belki. Dinleyici olarak bu şarkı özellikle son 6-7 yıldır bana ve birçoğumuza hayatta en çok nefes aldıran şeyler üzerine: Hiçbir şey statik ya da sıkışmış değil, değişmenin/dönüşmenin belli bir zamanı yok, biz ve her şey hâlâ ve hep değişebilir(iz). Şarkının sözlerinden alıntılamak gerekirse: “Elimizde olanlar yeniden öğrenirmişçesine baştan yazılabilir / Ya da hiçbir şeyi yazıldığı gibi okumak zorunda değiliz.” Öğretilmişlere karşın bildiklerimizi unutmamanın, düşlemenin, baştan yazabilmenin, yeni anlamlar kazanmanın, alfabeler yaratma emeğine, hatta belki bu emeğin zaman içindeki dönüşümlerine dair neler paylaşabilirsiniz? 

Kübra: Şarkının tam da senin yazdığın cümlesi manifestosu oldu. A’dan Z’ye harfleri yazarken de o harf o anda ne çağrıştırıyorsa onu yazdım. Mesela Aykan [Safoğlu] ve Adnan’ın [Yıldız] ğ (yumuşak g) isimli bir kolektifleri vardı ben Galeri NON’un koordinatörüyken. Artık o kolektif yok. Artık Galeri NON da yok. ğ ile bir sergi yapmıştık, harikaydı. Dolayısıyla “ğ” deyince Aykan la Adnan, “ş” deyince Şevval, “j” deyince Jilet Sebahat… “H” ise hepimize, “z” de hepimizden sizlere ve bizlere bir z raporu. Amanda’dan aldığımız ilhamla benim herkesten, herkesin de benden aldığı ilhamın ortak bir noktada buluşması aslında bu şarkı. Çünkü bu sözleri kendi başıma yazmıyorum. Beraber olduğumuz çemberdeki herkes ve herkesle olan etkileşimim bana bu sözleri yazdırıyor.

Çağlar: Aşkım sen ruh çağırma seanslarında diğer dünyayla iletişime geçen kişi gibisin. Komünitenin o kişisisin sen. 

Kübra: Annemden de aldığım bir şey var orada. Benim hissim annem gibi çok kuvvetlidir. 

Bir annelik projesi olarak yola çıkan XSM zaten hep geçmişten deneyimleri de içeriyor ve biraz bu sayede de hem şimdi hem de şimdinin çocukları için benzersiz bir kapsama alanı sunuyor.

Çağlar: Evet. Sözlerin yanı sıra bu parçaların birinin klasik techno, diğerinde de klasik disco, Italo disco altyapısı var. Biz zaten yeni nesli desteklemek ve hem kızlarımıza hem kendimize alan açmak için yapıyoruz bunu. Son zamanlarda dünyada global olarak maalesef kulüp kültürünün gittiği kötü bir yön var. Underground olan kültür, underground kıyafetlerin, 90’lar rave ve Y2K kıyafetlerinin moda olmasıyla birlikte artık kimin bu işi moda olduğu için kimin bu müziği gerçekten dinleyip onunla var olduğu için yaptığı biraz ayırt edilmesi zor bir duruma geldi. Geçenlerde DVS1 da benzer konuda bir röportaj verdi. Eşzamanlı olarak kültür ve üretim, dinlediğimiz setler de parçalar da bu hareketin çıkış noktasından çok farklı bir yöne gitmeye başladı. İyi, hoş. Ama biz burada bu kültürün nereden geldiğini bir hatırlayalım istedik. Elektronik müzik ve kültürünün klasik underground vurgusu nedir? Biz nereden geliyoruz? Techno bir alt kültür ve direniş şekli olarak nerede duruyor? İki parçanın müzikal türleriyle verdiğimiz birtakım iletiler buralarda yatıyor. 

Kübra: Ve bu XSM’in de durduğu yer aynı zamanda. 

Evet. XSM zaten taşıdığı ve yaşattığı kültürün her unsurunun hakkını vermeye ne kadar özen gösterdiğini hissettiriyor bize başladığı günden bu yana. 

Kübra: XSM’in fikir anneleri bizler olabiliriz ama ona sızan, onunla nefes alabilen herkes XSM. Kızlar mı analardan çıkar analar mı kızlardan diyoruz ya zaten. Tam olarak bu. Her şey yatay. Birbirimizden öğrenerek büyüyoruz.

Bu iki şarkı Şahika’daki gecede performanslarına da kavuştu. Kübra, “Görüldü Queen” olarak yaptığın bu performanslarında girip çıktığın duyguları biraz açsan çok güzel olurdu. 

Kübra: Hani ustalara saygı dedik ya demin, Melis Sökmen’in ikinci albümünden “Burçlar” adlı şarkıyı ikimiz de çok severiz. Melis Sökmen’i de çok severiz ve hâlâ dinleriz. Ben Melis Hanım’ın kişisel ve resmî hesaplarına dm olarak biz bu şarkıyı yapmak istiyoruz izniniz olursa diye tatlı tatlı uzuuuunca yazdım. Şarkıyı neden yapmak istediğimizi, XSM’i anlattım. Aynı gün içinde görüldü attı ama cevap vermedi. Aylar sonra bir hatırlatma mesajı yazdım, onu da gördü aynı gün ve ona da cevap vermedi. O performanslara “Görüldü Queen” olarak çıkmam buradan geliyor. Personanın isim annesi Melis Sökmen yani. 

Parti gecesi look’um Cake Mosque’un elinden çıktı. Bütün yüzüme irili ufaklı gözler yapıştırdı Cake. Geçtiğimiz Aralık ayında, hepimizin yakın ve ortak arkadaşı Murat Tepe’yi kaybettik, bildiğin üzere. Murat, XSM’in son iki üç partisinde sergi kurulumuna, Şahika’da o alanın yaratılmasına, mekânın giydirilmesine hep yardım etmişti. Hatta parça çıkınca bana şöyle demişti “Abla yaaani senin ‘Koli Kanonu’n da var daaaa, benim evde açıp açıp dinleyeceğim parça ‘Benim Alfabem’! Açar dinler öyle hazırlanır ve dışarı çıkarım, net.” 

Murat’ın bir önceki XSM partisinde Antre’nin çektiği bir fotoğrafı var. O fotoğrafı y.unan (Yeşim Unan) üst kata çıkan tuğla duvarın üstüne siyah beyaz bir enstalasyon olarak hazırladı. Ayrıca teras katında DJ kabinine bakan bir köşe de hazırladık ve oradan da Murat bize bakıyordu. “Benim Alfabem”in o geceki performansı benim tamamen Murat’la ve o gece orada olanlarla yaşadığım ortak bir noktadan çıktı. Gecenin son setini Çağlar çalıyordu. Setin başında Me(h)mure, set bittikten sonra da Benim Alfabem performansı oldu. Mekân o kadar kalabalıktı ki üzerine çıkabileceğim sadece bir subBass vardı performans için. “DJ Me(h)mure” performansı da o subBass’in üzerinde yaşandı. 

Bu performanslar için önceden çalışmadım. Koreografiler o anda geldi. Zaten Çağlar yanımda çalıyordu. “Benim Alfabem” performansı gecenin sonundaydı, hüzünlüydüm ve sarhoştum o sırada. Şarkı başlayınca üst katta Murat’ın fotoğrafına, Murat’a bakarak hallendim ve yine o köşeye dönerek bitirdim performansı. Bu da plansız ve doğaçlamaydı. Öyle de olması gerekiyordu. Murat’ı bir de öyle uğurlamış olduk, öpücük yolladık, sarıldık. 

Bu arada o gece sonundan bir XSM aile fotoğrafımız var. Elimde Murat’ın fotoğrafını tutuyorum. Boynumda da Glasgow’da gittiğim Banksy sergisinden aldığım çanta asılı. Banksy hiçbir yerde retrospektif yapmıyormuş. GOMA’nın girişinde kolonyalist dönemden bir adamın bronz at üzerinde bir heykeli var. Yani o kolonyalistlerden biri. Glasgow halkı 50 senedir o adamın kafasına trafik hunisi koyuyor. Bundan dolayı Banksy retrospektifini orada yapmaya karar vermiş. 

Glasgow demişken, ikinizin de Türkiye’den gitme planları var. XSM ailesi için sırada neler var? Neler bekliyoruz? 

Çağlar: Öncelikle önümüzde planlanmış yayınlar var. ALAN X’den, jtamul’den Moustapha S’den gelecek EP’lerimiz var. Dauwd ile ilk uluslararası EP’mizi yayımlayacağız! Dördüncü senemizi kutluyoruz haziranda Pride’da. Dört senedir burada kendini gösterememiş sanatçılarımıza kızlarımıza alan açmaya çalışıyoruz. Aynı ilhamla devam ederken yeni etkileşimlere de hazır olduğumuzu hissediyoruz. Bir de “DJ Me(h)mure”, “Benim Alfabem” ve “ALAN2020”nin olduğu bir plak basacağız. 

Ne güzel haberler bunlar! Plak nerede basılacak?

Çağlar: Türkiye’de basılacak. Bu arada Kübra ve ben XSM’in daha fazla görünen kısmıyız ama dediğimiz gibi daha büyük bir ekibiz. Kızımız 4-i ve diğer mama’mız Birgay da her zaman bizimle. Ayrıca kendisi best DJ ever!

Kübra: O da set kaydetmeyi sevmiyor. 

Çağlar: Benim Almanya’ya gitme, Kübra’nın da Londra’ya ve hatta benim onu çekiştirmemle belki onun da Almanya’ya gitme süreci var. Oradaki komüniteler ile de etkileşimde olmaya başlayacağız.

Kübra: Her koşulda İstanbul XSM’leri devam edecek tabii ki. 

Çağlar: Tabii ki. Ama dördümüzün bir araya geldiği zaman tam hissettiriyor her şey. Belki iki ayda bir olamasa da hep beraber olabilmek adına üç dört ayda bir XSM etkinliklerimizi yapmaya devam edeceğiz veya yeni formüller bulacağız.

Bu büyük değişim başka nasıl hayallerle, planlarla geliyor XSM için?

Çağlar: Global platformlarda çeşitli buluşmalar öngörüyorum. Kolektif olarak kendimizi başka coğrafyalarda da temsil edeceğiz. Başka kolektiflerle ortak üretimler yapmaya başlayacağız. Uluslararası platformlarda daha çok yer almak ve ilişkilenmek şu an XSM’i bekleyen. 

Kübra: Bizim gibi oluşumlar var Avrupa’da da Güney Asya’da da Uzakdoğu’da Güney Amerika’da da. XSM’i daha da böyle bir yere çekmek istiyoruz. 

Çağlar: Gitme sürecimizle birlikte uluslararası mamalar, bacılar, çocuklarımızla tanışma, buradaki ailemizle köprü kurma ve birlikte üretme era’mıza geçiyoruz. Ha-ha-ha-ha! Selam! Tuğçe San geliyor! 🙂